Dün Vilâyet'te valiliğin inisiyatifiyle kamu, yerel yönetim ve sivil toplumun katıldığı önemli bir toplantı vardı. Amacı önümüzdeki 1 Şubat'a kadar kentin kültür mirasının nasıl korunduğu ve ilerde nasıl korunacağına dair bir rapor hazırlamaktı. Birleşmiş Milletler Örgütü'nün Eğitim, Bilim ve Kültür kuruluşu Unesco'ya bağlı Dünya Miras Merkezi, istanbul'un Dünya Miras Listesi'ne kayıtlı ve doğru dürüst korunamayan tarihî alanlarını bu listeden çıkartmak ve Tehlike Altındaki Dünya Miras Listesi'ne kaydırmak niyetinde. Kuruluş, Şehir Koruma ve Geliştirme Planı'nın bitirilmesi, yönetmeliklerinin hazırlanarak uygulanması, planın malî boyutunun açıklığa kavuşması, Şehir surlarının güçlendirme çalışmalarına özen gösterilmesini talep ediyor.
Unesco Türkiye'yi 2003'ten bu yana mimlemiş durumda. Miras Komitesinin yıllık toplantılarında İstanbul'un durumu sabit bir gündem maddesi. Unesco nezdindeki Daimî Temsilciliğimiz, yıllardır kararın menfî çıkmaması için uğraşır durur. İstanbul ile ilgili karar, bu yıl Temmuz ayında belli olacak. Dünkü toplantıda birlikte çalışma ve Dünya Miras Merkezi'nin Temmuz kararını olumlu yönde etkileyecek ciddî bir çalışma gerçekleştirme kararı alındı.
Küçük Ayasofya'ya olanlar...
Unesco ve diğer kurumlan isyan ettiren, çalışmaların restorasyondan çok inşaat ve tamirat olması. Öyle olunca da, koruma tahribat anlamına geliyor. Zira korumanın ne kıstasları belli, ne de ortada çalışma öncesinde yapılmış doğru dürüst araştırma ve proje var. Bu durumda projeyi haliyle işi üstlenen ve umumiyetle müteahhit konumunda olan şirket yapıyor. Bu abes durumun en çarpıcı örneği yakın zamanda Ahırkapı'daki Küçük Ayasofya Camii'nin tamiratında yaşandı.
Yerli ve yabancı uzmanların tüm uğraşına rağmen, yerel yönetim bildiğini okudu. 16. yüzyılda camiye döndürülen bu mabed, Ayasofya'dan önce M.Ş. 527 senesinde yapılmış. Uzmanlara göre özelliği, planının önemli yapıtlara esin kaynağı oluşturması: İtalya'da Ravenna kentinde M.S. 547'de inşa edilen San Vitale Kilisesi ve 790 yılında bu kiliseden esinlenerek Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'nun başkenti Aachen/Aix-la-Chapelle kentinde Charlemagne tarafından yaptırılan meşhur Katedral. Keza, Sinan'ın ustalık dönemini Küçük Ayasofya'da okumak mümkün denir. İşte yakın zamanda yapılan güçlendirme çalışmaları sonucunda yapıtın temeli betonlanırken, esas mimarî belleğin betonlanmış olduğu söyleniyor.
Tamirat mı tahribat mı?
İstanbul'un tarihî ve arkeolojik dokusu yıllardır "ben yaptım oldu" mantığıyla bozuluyor. Ancak bu gidişattan herkes sorumlu. Sadece yerel yönetim değil, pek çoğumuz kentin arkeolojik yapılarına ve bu yapılar içinde ve etrafında yüzyıllardır oluşmuş hayata mezbelelik gözüyle bakmıyor mu? Kentin tekrardan kazanılması çoğu zaman bu mekanların tazyikli suyla temizlenmesi, yıkanması ve sanki böyle bir şeyin anlamı varmış gibi, eski halini andıran bir görüntüye kavuşturulması demek.
Üzerinde oturduğumuz tarihî hazinelerle her fırsatta ve her tanıtıcı broşürde övünmeye pek meraklı olsak da onlan lâyıkıyla yani bilimsel bir şekilde koruyabildiğimiz şüpheli. Bu şüphe başta Unesco olmak üzere, yerli veya yabancı ilgili kurumlar tarafından da paylaşılıyor artık. Türkiye'de bulunan ve sadece bize değil insanlığa ait olan kültür varlıklarına sahip çıkma konusunda hüküm süren beceriksizlik ve gayrî ciddiyet "yeter" dedirtiyor.
Bu işler de hep böyle olmuyor mu zaten? AB kıstaslanna, dış ivmeye, IMF'nin reçetelerine gelmiş geçmiş hükümetler bu ülkenin hak ettiği refah ve özgürlüğü sağlayamadıkları için muhtaç değil miyiz bugün?