Geçtiğimiz yüzyılı olduğu gibi, bu çağı da kana bulayan biricik kavram:
“Enerji güvenliği”... Bu kavramın en iyi tariflerinden
birini, 12 yıldır sürdürdüğü Cumhurbaşkanlığı Enerji Danışmanlığı görevinden
ayrılıp, 2009-2010 öğrenim yılında İzmir Ticaret Odası’nın kurduğu İzmir Ekonomi
Üniversitesi, Araştırma ve Lisansüstü Politikalar Direktorü olarak akademik
hayata geri dönen Prof. Dr. Volkan Ediger yapıyor:
“Enerjinin üretim, tüketim ve dağıtımının sürdürülebilirliğinin sağlanması
amacıyla, enerji arz, talep ve naklinin yeterli miktar ve kalitede, makul
maliyet ve fiyatlarla çevre dostu bir şekilde kesintisiz olarak
sağlanmasıdır.”
Ediger, İstanbul Kültür Üniversitesi’nin (İKÜ) dün düzenlediği
“Enerji Güvenliği: Dünya ve Türkiye” paneline konuşmacı olarak
katılmıştı. Kamuoyunda en çok tanınan enerji uzmanlarından İKÜ öğretim üyesi
Necdet Pamir’in moderatörlüğü’nde gerçekleşen panelde Ediger,
tarihsel bir hatırlatmayla “enerji güvenliği” kavramının ilk olarak, 1865
yılında İngiltere’nin kömür fazlasını düşük gümrük veya gümrüksüz olarak
Fransa’ya satmasıyla gündeme getirildiğini söylüyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tüketimi hızla artan petrol, Amerika’nın “arz
güvenliği” sorunuyla tanışmasına yol açıyor. 1990’lardan itibaren ise doğalgaz
ülkesi Rusya tarafından ortaya atılan “talep güvenliği” kavramı enerjinin konusu
haline geliyor. Türkiye’nin Doğu’sunda yer alan enerji kaynaklarının, tüketici
pazar olan Batı’ya ulaştırılması, enerji güvenliğinin üçüncü ayağı
“nakil/ulaşım” sorununu sıcak tutuyor.
Çin’den sonra ikinci ülke
Panelin konuşmacılarından Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Müsteşar Yardımcısı
Selahattin Çimen’in yaptığı “Türkiye Çin’den sonra enerji
talebi en çok artan ikinci ülke” saptamasının ışığında, enerji-güvenlik-iklim
değişikliği meselelerinin bizi çok yakından ilgilendirdiğini
tekrarlamalıyım.
2009 yılında enerji faturasının bir önceki yıla göre yüzde 50’ye yakın oranda
düşerek 25.9 milyar dolara gerilediğini söyleyen Çimen, enerji faturasının milli
gelire oranının yüzde 5-6 sınırına dayanmasını uyarıcı bir gösterge olarak kabul
ediyor. Kaldı ki Türkiye de bu sınırda. Çimen, ithalat bağımlılığını azaltacak
çeşitlenme, yenilenebilir enerji, verimlilik ve arama projeleri üzerinde
duruyor. 2030 yılı referans senaryolarını dile getiren Çimen, dünyada fosil
kaynakların (petrol, doğalgaz, kömür) tüketimde yüzde 45’e varan oranda
ağırlığını koruyacağını söylüyor.
Irak’ta ABD kazandı
Enerji çevrelerince sık kullanılan “Türkiye geçiş ülkesi olmayacak” tezine
değinen Ediger’in “Geçiş ülkesi, hat, terminal gibi kavramları bundan 20 yıl
önce kullanmıyorduk. Enerji nakli konjonktürel bir durum. Türkiye konjonktürü
kaçırıyor” diyor. Ediger, hafıza temizliğine de ihtiyaç duymuş olacak ki,
“Herkes Bakü-Tiflis-Ceyhan’ın çok önemli olduğunu söylüyor, oysa 1976 yılında
yapılan, yıllık kapasitesi 80 milyon ton olan Kerkük-Ceyhan hattı bundan çok
daha önemlidir” vurgusu yapıyor.
Söz Irak’a uzanmışken şu soruyu da sormadan yazıyı bitirmeyeyim: Dünyanın en
büyük ikinci petrol ülkesi ve sınır komşumuz Irak’ta 2003 yılından beri süren
savaşta kim kazançlı çıktı? Dünyanın en zengin 10 şirketinden 7’sinin petrol
şirketi olduğunu söyleyen Ediger, “Amerika” diyor ve ekliyor “Bunlar arasında
TPAO’nun sözü bile edilmez.”
Panelin konuşmacıların ETKB Enerji İşleri eski Genel Müdürü Budak Dilli ve
Ediger’e nükleeri soruyorum. Her iki uzman da Türkiye’nin enerji güvenliği
açısından nükleerden başka yolunun bulunmadığına dikkat çekiyor. Ancak her
ikisinin de nükleer yatırımında hükümetin izlediği yönteme ilişkin çekinceleri
bulunuyor. Panelden izlenimlerimi Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi
Başkanı Süreyya Yücel Özden’in şu sözüyle bitirmeyi tercih ediyorum: “Enerjide
yüzde 75 dışa bağımlılık varsa, orada etkin dış politika ve iç barış
sağlanamaz!”