"En Kısa Şekliyle Söylemek Gerekirse, Vatansızlaşacağız"

Ayhan Kaleli (solda) ve Ali Yıldırım (sağda)

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından ihaleye çıkarılan Yusufeli Barajı ve Hidroelektrik Santralı Projesi’nin 22 Kasım 2012'de gerçekleştirilen imza töreninde konuşan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, gerek hidroelektrik enerji ihtiyacı, gerek içme, kullanım, sulama ve sanayi suyu ihtiyacını karşılamak için barajların ve göletlerin yapılmasının bir zorunluluk olduğunu vurgulayarak, buna karşı çıkmanın bir çılgınlık olduğunu söylüyordu. "Türkiye’nin coğrafi durumunu bilmeyen, nehirlerle ilgili bilgi sahibi olmayan kişiler bunu iddia edebilir" diyen Eroğlu, Türkiye’de barajların ve göletlerin yapılmasının keyiften değil, iklim ve coğrafi durumdan kaynaklanan bir zorunluluk olduğunu açıklıyordu. "Hidroelektrik enerji bugün gerçekten Türkiye’de olmazsa olmaz bir zarurettir, aynı zamanda Hidroelektrik enerji Türkiye’deki elektriğin sigortasıdır" diyen Eroğlu, Türkiye’nin 216 milyar kilovatsaat kullanılabilir hidroelektrik potansiyelinin 165 milyar kilovatsaatinin değerlendirildiğine dikkat çekiyordu. DSİ Genel Müdürü Akif Özkaldı ise Türkiye’nin enerji ihtiyacının her geçen gün arttığını; ucuz, temiz ve yenilenebilir enerji kaynakları içerisinde de hidroelektrik enerjinin önemli olduğuna dikkat çekiyor ve Yusufeli Barajı ve Hidroelektrik Santralı Projesi hakkında şu bilgileri veriyordu:

"Yusufeli Barajı ve Hidroelektrik Santralı’nın kurulu gücü 540 megavat olacak. Burada yılda bin 817 milyar kilovatsaat enerji üretilecek. Baraj’ın toplam depolama hacmi yaklaşık 2,2 milyar metreküp olacak. Bu rakam, Ankara’nın 6 yılda tükettiği suya eşit. Baraj kendi kategorisinde, Türkiye’nin en büyük ve dünyada ise 3. en yüksek baraj olacak. Bittiğinde, ülke ekonomisine yılda 330 milyon lira katkı sağlayacak".

1974’ten bu yana devam eden bir mücadele

Ancak yine de projeye karşı çıkanlar da var. Çünkü proje tamamlandığı zaman, Yusufeli Belediye Başkanı Eyüp Aytekin'in 15 Mayıs'ta İHA'ya yaptığı açıklamaya göre, ilçe merkezi ve 14 köy sular altında kalacak ve toplamda 22 bin kişilik bir nüfus göç etmek zorunda kalacak. Ancak Sakut Deresi vadisine taşınması planlanan yeni ilçe merkezinin ölçeği de bir başka tartışma konusu. Çoruh Havzası Çevre Koruma Birliği, 1974'ten bu yana barajın yapılmasına karşı mücadele ediyor. Yusufeli Kültür Derneği de baraja karşı mücadeleyi ilk başlatan sivil insiyatiflerden biri. Yusufeli Kültür Derneği kurucusu Ali Yıldırım ve Çoruh Havzası Çevre Koruma Birliği sözcüsü Ayhan Kaleli, bilgi paylaşımı için geldikleri Ekoloji Kampı'nda sorularımızı yanıtladılar.  

Proje, Yusufeli'ni nasıl etkileyecek?

Ali Yıldırım: Yusufeli Barajı’ndan, Yusufeli’ne doğru uzanan Deriner Barajı ile birlikte 26 köy etkilenecek. Yusufeli Barajı için bu rakamı 18 köy olarak söyleyebiliriz. Bazı kaynaklara göre 14 bin, bazılarına göre ise 18 bin nüfus etkilenecek, göç ettirilecek. Yusufeli, mikroklima iklim özelliklerine sahip, kimi ürünlerde yılda 4 hasat yapabildiğiniz verimli bir bölgedir. Baraj, 9 kilometrekarelik bir alana yayılan bu toprakların 8 kilometrekaresini yok ediyor. Burada yaşayan insanlar, otomatikman üretici konumundan tüketici pozisyonuna geçecekler.

Ayhan Kaleli: Bu köylerin özelliği, Yusufeli’nin taşıyıcısı olması; sebze meyve buralarda yetişiyor, organik tarım yapılıyor. Bu köylerin yok edilmesiyle birlikte, daha yukarılarda yer alan ve yaş ortalaması 55 ve üzeri olan dağ köyleri de hemen boşalacaktır. Yani 18 köyün boşalması, 54 civarında köyün kaybedilmesi anlamına gelecek. Çiftçiyi üretimden alıp, baraj manzaralı evler yapacaklarmış; bu, nazikçe ‘gider misiniz?’ demenin bir yolu. Ne kadar modern bir yeni yerleşim kurarsanız kurun, halk orada yaşayamaz. Vadi tamamen insansızlaşıyor. Bu açıdan Yusufeli Barajı başlı başına bir facia, art niyetli bir projenin ürünüdür diye düşünüyorum. Vadi, Balıkesir’de olduğu gibi maden şirketlerinin talanına açılıyor.

Baraj karşıtı mücadele nasıl başladı, ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?

Ayhan Kaleli: Bu, 1974’ten bu yana devam eden bir süreç. İlk başladığımızda duygusaldık; çünkü Yusufeli çanağı su altında kaldıktan sonra bizi bir arada tutan kültür yok olacaktı. Süreç içinde barajın ekonomik olmadığını da öğrendik. Bu doğrultuda Devlet Planlama Teşkilatı’nda birçok girişimlerimiz oldu; Ali Beyler bir dernek kurdu, eylemler yapıldı. Sonuçta baraj projesini bir kez iptal ettirmeyi başardık. Konuyu bilimsel platformlara taşıdık; mücadelemiz için haklı gerekçeler bulduk. Çoruh Havzası Çevre Koruma Birliği, aynı zamanda bir okul gibidir; köylere kadar giderek bilgilendirme toplantıları yaptık, projenin zararlarını anlattık. Sadece kendi bölgemizle de sınırlı kalmadık; İspir, Tortum gibi tehdit altındaki yerlere de giderek bilgilendirmelerde bulunduk. Bizim mücadele alanımız, eylemden çok bilgilendirme ve aydınlatma çalışmalarını kapsıyor. Bu anlamda köylerde başarılı olduğumuzu söyleyebiliriz; ancak vadi tabanında destek bulamadık. Bölge insanı çok kaderci; eğer mensup olduğu siyasi görüş siyasi iktidardaysa, sana destek vermiyor. Bir de Anadolu insanı yanlışı sorgulamıyor; “Eğer hükümet yapıyorsa, elbet bir bildiği vardır” deyip geçiyor. Aşırı kaderci; hak aramayı ayıp sayıyor.

Konu Başlıkları Burada Görünecek

Çevre konularında hukuk üzerinden hak aramak ne kadar mümkün?

Ali Yıldırım: İlk davamızı 2001’de açtık ve kazandık; projeyi iptal ettirdik. Kararı üst kurula taşıdılar ve hiç beklemediğimiz kişiler aleyhimize oy kullandı; sonuçta karar bozuldu. Biz de itirazımızı yaptık; bir yıl da öyle geçti. İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmememiz için, 2007’den 12 Eylül Referandumu aradan çıkıncaya kadar bize karar tebliğ edilmedi. Geçen Şubat ayında Danıştay kararı elimize ulaştı. Şu anda yapılmak istenen proje, bizim dava açtığımız proje değil. Değiştirildi; kaya dolgu gövdeden beton gövdeye dönüştürüldü. 1990’da kesinleşen proje, 74 metreydi; ancak 1997’de buna 200 metre daha ilave edildi. Proje bize, 1993’ten önce kesinleşmiş gibi aktarılıyordu, çünkü onlar için ÇED raporu gerekmiyordu. Ama bu şekliyle 2010’da gündeme geldiği için Rize Bölge İdare Mahkemesi’ne dava açtık; ama davamıza bakmadılar. Danıştay’a itiraz ettik; onlardan da geçtiğimiz hafta “20’şer lira yatırmazsanız davadan vazgeçmiş olacaksınız” diye yazı geldi.  

Ayhan Kaleli: Aslında kaybedeceğimizi biliyorduk; ama susmadık, ‘vicdanımız rahat ölmek istiyoruz’ dedik. Mücadele ettik, o topraklara borcumuzu ödedik. Karşımızda uluslararası devler var; bizi bir yudum suda boğarlar. Bunun farkındayız. Ama ‘sorumluluk bilenindir’; biz biliyoruz ve susmuyoruz. Şimdi ben gayet rahatım, vicdanım rahat.

İtiraz gerekçelerinizi iletebileceğiniz muhatap bulabiliyor musunuz?

Ali Yıldırım: 2002 yılına kadar Ankara’ya gittiğimizde de muhatap bulabiliyorduk; ama artık bunu söylemek zor. Şu an saf dışı ediliyor gibiyiz; esnaf grubunun başını çektiği yeni bir dernek kuruyorlar. Televizyonlara çıkıyorlar, toz pembe bir tablo çiziyorlar, “Biz haklarımızı söke söke alırız” diyorlar. Ama onların arasında da ikilikler oluşmaya başlamış gibi görünüyor; çünkü Hasankeyf’te yapılan projeye bir ziyaret gerçekleştirdiler. Ortalama 100 metrekarelik bir daire için, Bayındırlık birim fiyatıyla ve yıpranma payı da çıktıktan sonra arsa bedeliyle birlikte 45 bin TL civarında ödeme yapılmış; ama yaptıkları yeni binalar 171 bin TL civarında ve vatandaşlar da alamamışlar. Görünen o ki, insanları ağlatacaklar; en kısa şekilde söylemek gerekirse, biz vatansızlaşacağız.

Bundan sonrası için ne yapmayı planlıyorsunuz?

Ali Yıldırım: Şu anki Yusufeli’nin bir mahallesi, örneğin benim mahallem (Hasanağa) 90 dönüm alan üzerine kurulu. Ama ilçenin yeniden kurulacağı yeni alan, 60 dönüm. Bunun anlamı, ilçe kurulacak yer yok; Yusufeli’ni taşıyabileceğiniz bir alan yok. Dernek olarak düşüncemiz, dışarıda bir yerde 250 – 300 dönüm bir yer alıp, baraj karşıtlarının yerleşmesi; bunun araştırmasını yapıyoruz. Mahkemelerimiz de devam ediyor. Daha önce kazandığımız, ama üst kurul tarafından bozulan; İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidemediğimiz davamız için de Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk; bakalım ne çıkacak... Kişisel olarak, baraj tamamlanana kadar oradan bir cevap gelmesini beklemiyorum; İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmemiz engellenecek.