Anadolu’nun efsanevi kenti Harput,
19.yüzyıl’daki “terk ediliş”inden bu yana en “umut”lu günlerini yaşıyor... Çünkü
5 Haziran’da Elazığ’da toplanan uzmanlar ve yetkililer, “Harput’u
yeniden kültür ve yaşam merkezi” yapmaya hep birlikte “söz” verdiler.
Nitekim Belediye Başkanı Süleyman Salmanoğlu da “Rabbim, seçimi
yeniden kazanayım Harput’u ayağa kaldıracağım...” diye dua etmiş... Mimarlar
Odası’nın, valilik, belediye, Fırat Üniversitesi, ÇEKÜL ve sivil kuruluşlarla
gerçekleştirdiği buluşmada Prof. Dr. Metin Sözen dedi ki:
“Harput olmasaydı Elazığ da olmazdı; şimdi sıra Elazığ’ın Harput’u yeniden
yaşatmasında...”
Oda Başkanı Bülend Tuna da kentsel korumanın “kalkınma”ya
engel görülmesini eleştirince Vali Muammer Erol şunları ekledi: “Tarihle
gelişebileceğimizi, ne yazık ki elde çok az değer kalınca fark edebildik...”
Elde kalanlar
Peki, sarayıyla birlikte 22 mahallesi, 9 kilisesi, 8 camisi, 11 mescidi ve
türbesi, 5 hamamı, 16 çeşmesi, 3 bine yakın konutu, 1 bedesteni, 17 çarşısı
olan; Alman, Amerikan, Fransız okulları ve hastaneleriyle ün salan; kolejlerinde
Osmanlıca, Ermenice ve İngilizce eğitimin yapıldığı, hatta matbaası bulunan ve
“The Harpoot News” adlı İngilizce gazetesiyle adını dünyaya duyuran 20 bin
kişilik kentten günümüze ne kaldı? Necdet Sakaoğlu’nun Fransızlardan aktardığı
tanımla; “masallarda tasvir edilen şark kentlerinin simgesi Harput” nerede?
Muhteşem kalenin duvarlarına korkusuzca tırmandıklarından, halkın “cin
usta”lar dediği Harputlu yapıcıların eserlerinden kaçının bugüne gelebildiğini,
Mimarlar Odası Şube Başkanı Mithat Coşkun bakın nasıl özetledi: “Sadece 9 eski
ev ile Vakıflara ait 19 eski yapı...”
Nitekim Metin Hoca’nın “doğduğu ev” olan Havuzlu Konak (Beyaz Konak) bile
yıllar önce yok olmuş!.. “Sülalem Harputlu” diye söze başlayan Prof. Dr. Nevzat
İlhan’ın 15 yaşına dek doyasıya yaşadığı “dede evi”nden ise artık bir “iz” bile
bulunamıyor...
19. yüzyıldan 12 Eylül'e
Osmanlı Devleti’nin “doğuda asayişi sağlamak” için görevlendirdiği Reşid
Mehmed Paşa, 1834’te Harput’un “Agavat Mezrası”na taşınmasını başlatır. Yeni
kentin adı artık “Elaziz”dir... Valiliğin turizm broşüründe bu taşınma,
“şehircilik anlayışının değişmesi”(!)ne bağlansa bile tüm belgeler Osmanlı’nın
Harput’u adeta “gözden çıkarttı”ğını kanıtlıyor.
Nitekim Elazığlı aydın Mustafa Balaban ile toplumsal tarihçi Osman Köker’in
“Bir Zamanlar Harput” adlı gösterilerindeki Orlando C. Calumeno arşivine ait
tarihi kartpostallar, yerleşimin yakın zamanlara dek “kent karakteri”ni
sürdürdüğünü gösteriyor. Geçen yıl yitirdiğimiz Harput sevdalısı müzecimiz
Ertuğrul Danık’ın anısına derlenen sunum, kentin 1909’daki gelişkin durumunu;
30’larda sokaklarda otomobillerin dolaştığını; Sarahatun Camisi önündeki
çarşının bile canlılığını koruduğunu kanıtlıyor. Dahası, Merkez Mahallesi’nin 20
yıllık muhtarı Fevzi Kahraman da “terk ediliş”in tarihçesine şu gerçeği de
ekliyor; “12 Eylül 1980’de kapatılan Harput Belediyesi bir daha açılmayınca,
sahipsiz kaldık...”
Demek ki ilk darbeyi Reşid Paşa’dan gören Harput’a “son darbe”yi de Kenan
Paşa indirmiş!..
'Kent müzesi'ne doğru
Doç. Dr. Yusuf Örnek, geçmişten kalabilen az sayıdaki yapının kurtarılmasıyla
yetinilmeyip, uygarlık tarihinin sergileneceği bir “kent müzesi”nin önemine
değindi. Doç. Dr. Şehabettin Öztürk’ün denetiminde restore edilen eski Hükümet
Binası’nda böyle bir müzeyi tasarlayan mimar Naim Arnas da şunu anımsattı: “Kent
müzesiyle gelişecek kimlik bilinci, çağdaş kentleşmenin de özenli
gerçekleşmesini sağlayabilir...”
Hele Prof. Dr. Ara Altun’un Harput’taki tarihsel “devlet kültürü”nü
anlatırken Ulucami’den örnek verdiği; “gücü olmayandan vergi alınmayacağı”nı
belirten ortaçağ kitabesi, günümüzün sosyal devlet anlayışının bile
tarihimizdeki köklerini kanıtlıyordu…
Kerküklü Prof. Dr. Abdülhalik Bakır’ın yönettiği panelde Yrd. Doç. Dr. Cevdet
Emin Ekinci de “Harput mimarisi”ndeki sanatsal zenginliği anlattı. Doç. Dr. Emre
Mardan, yeni onaylanan “koruma planı”ndaki tarihi dokuyu gözetmeyen yapı
adalarına ve yol düzenine dikkat çekti. SİT kararı 1985’te alınmasına ve yasanın
“bir yıl içinde plan hazırlanması”nı öngörmesine rağmen tam 23 yıl gecikilmesi,
Harput’un ne denli unutulduğunu gösteriyordu...
Yrd. Doç. Dr. Yüksel Altıntaş’ın ise üniversitenin “ilgisiz”liğinden
yakınanları yanıtlarken, Kalenin tam karşısında tarihe saygısızca yükselen
“Harput Konağı”nı göstererek, “Bu binayı dikerken bize mi sordular” demesi çok
yerindeydi. Aynı yamaçlara benzer saygısızlıkla oturtulan devasa “Kuran kursu
binası” ile diğer uygunsuz yapılar da koruma planındaki gecikmenin “neden”ini
açıklar gibiydiler...
Bütün bunların arasında, 2005’te ‘Müze Ev’ işleviyle restore edilen yaklaşık
200 yaşındaki “Şefik Gül Kültür Evi” ise yüreklere su serpiyor. ÇEKÜL’ün
önderliğinde mimar Metin Keskin, Mimar Mithat Coşkun ve İnş. Müh. Mehmet Gül’ün
özenli becerileriyle gerçekleşen restorasyon, Harput’a en anlamlı armağan.
O gece, tarihi Cimşit Hamamı’ndaki Yusuf Usta’nın yerinde doyumsuz “tandır
ekmeği eşliğinde”ki kebabını tadarken, Belediye Başkanı Salmanoğlu’na “seçim
duası”nı anımsattım. “Kentin girişindeki 5 evin restorasyonuyla başlıyoruz” dedi
ve ekledi: “Elazığ için Harput artık sürekli yaşanan, gurur kaynağı kültür kenti
olacak...”
Anadolu’nun eşsiz müzik ve oyun sanatçıları, türkü, şiir ve edebiyat düşkünü
“Gaggoşlar Diyarı”ndaki bu “umut veren” sözlerle ilgili gözlemlerimizi, başkana
söylediğimle noktalayalım: “Eğer dediklerinizi yapmazsanız, 5 yıl sonra bu kez,
hem Harput, hem de bizler yeniden seçilmemeniz için dua
edeceğiz..”