Bilindiği gibi 6831 sayılı Orman Yasası'nın 2/B maddesini sınırsız bir uygulamaya açmak için anayasanın 169 ve 170. maddelerinde değişikliği öngören 4841 ve 4960 sayılı yasalar, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından tekrar görüşülmek üzere TBMM'ye iade edilmiştir.
Tarafımdan hazırlanıp Sayın Cumhurbaşkanlığına sunulan rapor, veto gerekçesini oluşturmuş ve toplumun gösterdiği sert tepki üzerine hükümet, değişiklik tasarılarını bir süre için dondurmuştur.
Ne var ki, her konuda olduğu gibi orman konusunda da nabız yoklama yolu izlenmiş ve toplum yumuşatılmaya çalışılmıştır.
Bugünlerde, hükümet tarafından hazırlanan yeni tasarı, 2/B olgusunu daha sert, daha kesin hatlı, yağmaya açık ve ileride değiştirilmesine olanak vermemek için tamamının anayasaya yerleştirilmesi amacını içeren bir proje olarak öncelikle bilim çevreleri ve sivil toplum örgütlerine benimsetilmek üzere tartışmaya açılmıştır.
İstanbul Orman Fakültesi'nde düzenlenen panelde, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, değerli bilim adamları ve katılımcılar görüşlerini açıklamışlardır.
Bu görüşlerin ışığı altında, tasarının benimsenmesine yer olmadığı anlaşılmıştır. Ülkenin geleceği ile ilgili ve çok önemli olan konunun anlaşılabilmesi için 2/B nedir sorusuna yanıt vermek gerekir.
2/B nedir?
A- Öncelikle altını çizerek vurgulamak istediğim temel olgu, kökeni anayasanın 169. maddesinin 4. fıkrasına dayalı 6831 sayılı yasanın değişik 2/B maddesinin bilimsel ve hukuki dayanağının bulunmayışıdır. Bu madde tamamen yapay ve anayasanın 169. maddesinin temel esprisine yakın olup, sadece ormanları anayasa ve yasalara aykırı biçimde işgal edip ele geçirenlere kazandırmak için ihdas edilmiş hukuka aykırı bir yoldur.
Şöyle ki, anayasa ve yasalardaki anlatıma göre ''Bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan yerler olarak'' tarif yapılmıştır.
Oysa bilim ve fen bakımından nitelik kaybı doğal yollarla gerçekleşirse anlamına uygun nitelik kaybından söz edilebilir. Ormanları bilinçli olarak, kesip kökleyerek, yakarak, sökerek ortadan kaldırıp yerine 'otel-villa-gecekondu, yüzme havuzu, lokanta, kooperatif konutları kurarak, ya da narenciye, meyve bahçesi, mısır tarlası, çaylık yaparak' orman bitki örtüsünü yok etmek, nitelik kaybı değil, niteliğin kaybettirilmesidir.
Kaldı ki bu eylemler 6831 sayılı yasanın ceza bölümünde suç sayılarak müeyyidesi de gösterilmiştir. O halde suç sayılan eylemlerle ormanların yok edilmesi olgusunu ''bilim ve fen bakımından tam nitelik kaybı olarak kabul edip'' bu kavramın içine sokmak kökten yanlıştır, bilimsel ve hukuki dayanağı olmayan yapay bir yoldur.
Şimdi temeli olmayan bir kavram tartışılmaktadır.
Ne var ki anayasa ve yasalara yerleşmiş olan bu kavram sonucu ülkemizin ormanları tahrip edilmiş ve büyük bir bölümü yok edilmiştir. Şimdi, geçmişte oluşmuş bu tarihi yanlışı düzeltmenin yolları aranmaktadır.
Ancak yanlış olgular, yeni bir yanlışla düzeltilemez. Eğer 2/B felaketi gibi tarihi bir yanlıştan dönülmek isteniyorsa bu kez doğru, ülke yararına sonuç sağlayacak, ormanların yok olmasını önleyecek ciddi ve sağlıklı, ayrıca kesin bir yol bulunmalıdır. Bu bağlamdan yeni tasarıyı ele almak gerekir.
Yeni tasarı üzerine düşüncelerimiz
B- 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 169 ve 170. maddelerinin değiştirilerek bir geçici madde eklenmesi hakkında kanun tasarısının 2. maddesinde şu hükme yer verilmiştir.
Madde 2- 169. maddenin 4. fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:
''Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler orman sınırları dışına çıkarılır. Bu yerler dışında orman sınırlarında daraltma yapılamaz.''
Bu madde ile 169. maddenin 4. fıkrası aynen yine korunmuş ve tasarının 4. maddesinde ise ''Anayasanın Geçici Hükümler başlığını taşıyan altıncı kısmına aşağıdaki geçici madde eklenmiştir'' denilerek,
'Hem orman kadastrosu yapılmış olup da orman dışına çıkarma işlemleri tamamlanmamış ormanlarda, hem de orman kadastrosu yapılmamış ormanlarda 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş kesimlerin, orman bütünlüğünü bozmamak, orman ve toprak muhafaza karakteri taşımamak koşulu ile bir defaya mahsus olmak üzere orman sınırları dışına çıkarılması benimsenip, bu yerlerde orman kadastrosu ve orman sınırları dışına çıkarma işlemlerinin 5 yıl içinde tamamlanması' ilkesi getirilmiştir.
4. madde ile getirilen husus, ormanları kurtarmaya yönelik bir yenilik değil, tam aksine orman tahdidi yapılmamış orman alanlarını da içine alacak şekilde, kapsam büyütülmüş ve 5 yıllık bir uzatma süresi eklenerek bu işlemlerin tamamlanacağı hayali ile yeni açma ve tecavüzlere olanak sağlanmıştır.
Şöyle ki, Yargıtay Orman Hukuku Dairesi'nin kurucusu ve 4 dönem başkanlığını yapmış bir hukukçu olarak, elimden geçen on binlerce dosyanın hiçbirinde anayasa ve yasalarda baz alınan 31.12.1981 tarihinin hiçbir anlamı olmadığını, uygulamada asla nazara alınmadığını saptamış bulunuyorum. 31.12.1981 tarihinden günümüze değin binlerce orman açması, tecavüz gerçekleşmiş olmasına rağmen dava ve keşif konusu olan hiçbir dosyada '31.12.1981 tarihinden sonra açılmıştır' şeklinde bir açıklamaya rastlamadım. Ancak resmi bir kayıt ya da bir belge ile aksi kanıtlanan çok nadir çekişme konusu olmuştur.
Bu durumda 31.12.1981 tarihine kadar değil, bu tasarı gerçekleştiği takdirde 2005 yılına kadar olan açma ve tecavüzler, anılan yasada yazılı 31.12.1981 tarihinden önce oluşmuş sayılacağı gibi, tasarıya göre 5 yıllık süre içinde tahdit, tespit işlemlerinin bitirileceğine değinilmiş olduğuna göre bu yıl başlandığı takdirde 2011 yılına kadar yine 5 yıllık bir süre uzatımı söz konusu olacaktır. Bu olgular karşısında yasanın oluştuğu tarihten sonra işlemlerin tamamlanması hedeflenen 5 yıl içinde nitelik kaybettirme işi tüm hızı ile devam edecektir.
Yazıma yarın kaldığım yerden devam edeceğim.
Ferruh ATBAŞOĞLU Yargıtay 20. Hukuk Dairesi Onursal Başkanı