Düşük Karbonlu Büyümenin Finansmanında Türkiye için Seçenekler
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim
Kurulu Başkanı Ümit Boyner, ''Türkiye olarak iklim
değişikliğiyle mücadelede azaltım (mitigasyon), uyum ve teknoloji saç ayağında
hem uluslararası taahhütleri yerine getirmek hem de 2050 vizyonunda düşük
karbonlu ekonomi düzleminde rekabet gücümüzü koruyup ilerletebilmek için ihtiyaç
duyacağımız kaynakları kaldıraç etkisi yüksek olacak şekilde tahsis edecek bir
finansman modeli oluşturmak durumundayız'' dedi. Boyner, TÜSİAD
ile Bölgesel Çevre Merkezi (REC) Türkiye tarafından kurulan
İklim Platformu'nun çalışmaları kapsamında gerçekleştirilen
'Düşük Karbonlu Büyümenin Finansmanı Türkiye İçin Seçenekler'
konulu konferansta yaptığı konuşmada, TÜSİAD olarak iklim değişikliği konusunu
yoğun bir çalışmayla takip ettiklerini, hem özel sektöre hem de kamuya yönelik
faaliyetler yürüttüklerini söyledi.
Bölgesel
Çevre Merkezi REC Türkiye ile İklim Platformunu bu faaliyetleri doğrultusunda,
2012 sonrası oluşacak yeni küresel iklim değişikliği rejiminde Türkiye'nin
oluşturacağı yeni ekonomik modelin hazırlanmasına katkı sağlama hedefi ile
oluşturduklarını anlatan Boyner, TÜSİAD ve İklim Platformu olarak Türkiye'de
enerji verimliliği, yenilenebilir enerji, düşük karbon teknolojilerinin yaygın
kullanımı, çevre dostu ürün arzı ve sürdürülebilir işletme anlayışını
desteklemeye devam edeceklerini bildirdi. Gelişmişlik düzeyini AB ülkeleri
ortalamasına çıkarmayı hedefleyen Türkiye'nin ilerleyen dönemde sürdürülebilir
yüksek büyüme ihtiyacı ve düşük karbonlu ekonomiye geçiş arasındaki zorlu
ilişkiyi iyi yönetmesi gerekeceğini vurgulayan Boyner, şunları kaydetti:
''Enerji bileşimini daha az karbon yoğun hale
getirmek için çabalarken, büyüme hedeflerimiz enerji talebini artıracak ve
enerjide belirli seçimler yapmamız gerekecek. Bir yanda enerjide arz güvenliği
hedeflerimiz doğrultusunda kullanabileceğimiz yerli kaynaklarımız mevcut, diğer
yanda ise daha temiz ancak cari açığımızı artıran kaynaklar var. Enerji
ithalatçısı bir ülke olarak maalesef bu mücadele birbiriyle çelişen amaçları
bünyesinde barındırıyor ve başarması göründüğünden daha zor. Türkiye'nin
rekabetçi bir şekilde dünya ekonomileri arasındaki yerini alması, yeni rejime
geçişte gerekli temiz teknolojiye yapacağı yatırımlar için uygun koşullarda
finansman sağlayabilmesine bağlı. Bu doğrultuda, Enerji Bakanımız Sayın Taner
Yıldız'ın da ifade ettiği gibi büyüme ile beraber artacak olan enerji talebimizi
karşılamak için önümüzdeki 10 yılda 200 milyar doların üzerinde yatırımı
gerçekleştirmek durumundayız.
Bu doğrultuda
orta ve uzun vadede karbon emisyonlarını görece azaltarak büyümek zorunda
olacağımız bir döneme giriyoruz. Burada özel sektörün karşısına Türkiye'nin
uluslararası iklim rejimindeki konumuna paralel özel bir durum ortaya çıkıyor.
Türkiye, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nde gelişmiş ülkelerle birlikte
Ek-1'de yer alan bir ülke. İlk taahhüt dönemi 2012 yılında sona ermesi planlanan
Kyoto Protokolüne de bu pozisyonumuz doğrultusunda ve ancak 2009 yılında taraf
olabildik. Yani trene geç ve yanlış bir vagonda bindik. Bunun uzantısı olarak da
sistemin temelinde yatan ve geçtiğimiz 10 yıllık sürede başta Çin ve Hindistan
olmak üzere bu sistemde baştan itibaren doğru konum almış ülkelere büyük bir
yatırım ve finansman akımı yönelten mekanizmalardan yararlanamıyoruz.''
Ümit Boyner, gelinen nokta
itibariyle Türkiye'nin, son birkaç yılda yoğunlaştırdığı müzakere çabalarının
etkisiyle gerçekçi konumunu uluslararası çerçevede daha iyi anlatabilmeye
başladığını, bu kapsamda Cancun'da kaydedilen ilerlemenin bu yıl Durban'da
hukuki çerçeveye yansımasının sağlanabilmesi halinde çok büyük bir kazanç elde
edileceğini belirterek, ''Ancak iyimserlikte temkini de elden bırakmamak
gerekiyor'' dedi. Türkiye'nin uluslararası iklim rejimindeki özel konumunun
finansman mekanizmalarından yararlanma şekline de yansıtması ihtiyacını
unutmaması gerektiğini vurgulayan Boyner, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Bu nedenle Türkiye olarak iklim
değişikliğiyle mücadelede azaltım (mitigasyon), uyum ve teknoloji saç ayağında
hem uluslararası taahhütleri yerine getirmek hem de 2050 vizyonunda düşük
karbonlu ekonomi düzleminde rekabet gücümüzü koruyup ilerletebilmek için ihtiyaç
duyacağımız kaynakları kaldıraç etkisi yüksek olacak şekilde tahsis edecek bir
finansman modeli oluşturmak durumundayız. Diğer bir deyişle, sistemdeki konumu
kendine özgü olan Türkiye'nin, finansman modelini de kendine özgü olarak
oluşturması en akılcı yaklaşımdır. Bu tarz bir modeli oluşturabilecek altyapıya
sahip olduğumuzu ve bu doğrultuda bazı avantajlarımız olduğunu hatırlatmak
isterim.
Öncelikle bankacılık sistemimizin
bilgi birikimi, rekabetçi gücü ve gelişmişlik düzeyi, böyle bir modeli
rahatlıkla oluşturup işletebilecek güçte. İlk bakışta aleyhimizeymiş gibi
görünen bir diğer fırsat ise bu yapıya ilk eklemlenen ülkelerden olmamamızdan
kaynaklanıyor. 'Sonradan gelen avantajı' olarak tanımlayabileceğimiz bu durum,
bize geçtiğimiz 10 yıllık sürede şekillenen sistemlerde ortaya çıkan
tecrübelerden faydalanma olanağını sağlamakta. Ancak, düzenleme tarafında çok
ciddi yenilikler yapmamız ve düşük karbon ekonomisi için yaratacağımız modele
özgü biçimde sistemde ciddi değişiklikler yapmamız gerekeceğini bir kez daha
vurgulamak istiyorum.''
Kamu
politikaları tarafı
TÜSİAD Başkanı
Boyner, yeni iklim rejiminde başarılı bir finansman modeliyle orta ve uzun
vadede rekabet gücünü geliştirmiş bir ülke olabilmek için özellikle kamu
politikaları tarafında bazı noktalara dikkat çekmek istediğini ifade ederek,
''Özel sektör yatırımlarının yenilikçiliğe, düşük emisyon teknoloji ve
uygulamalarına yönlendirilmesi için orta ve uzun vadede güçlü bir politika
sinyali verilmelidir. Düşük karbonlu kalkınmayı destekleyen kamu Ar-Ge
kaynakları özel sektör yenilikçiliğini desteklemek üzere büyük ölçüde
artırılmalı ve öncelikli hale getirilmelidir'' diye konuştu. İklim değişikliğine
uyum ve emisyon azaltımı için alınacak önlemlerin toplam maliyetinin yaklaşık
yüzde 85'inin özel sektör tarafından karşılanmasının beklendiğini kaydeden
Boyner, konuşmasını şöyle tamamladı:
''Bu yatırımların kamu veya özel sektör tarafından gerçekleştirilebilmesi
için birincil öncelik olarak özellikle dış kaynaklardan uygun finansman
olanaklarının sağlanması gerekmektedir. İkincil öncelik olarak da Türkiye?nin
kendi özel durumuna paralel yeni bir finansman modeli geliştirmesi
gerekmektedir. Türkiye konumundaki bir ülkenin düşük karbonlu ekonomiye
geçişinde böyle bir finansman modelinin oluşturulamaması ülkemizin
sürdürülebilir kalkınma hedefleri açısından da elzemdir.''