Mimar Emre Arolat, geçen hafta dünyanın en prestijli
mimarlık ödüllerinden biri olan Aga Khan’ı İpekyol
Tekstil Fabrikası projesiyle kazandı. Bu ödül onun için özel ve farklı
bir yerde. O yüzden zaten mesleki macerasındaki bir adımtaşı olarak tanımlıyor.
Yalnızca Aga Khan da değil. Emre Arolat Architects’in (EAA)
projeleri, 2010 yılında tam 18 ödüle layık görüldü. Ödüller de elbet bir
motivasyon. Ancak hangi ödüllerin nasıl verildiği, değerlendirme kriterleri,
hızla üretilen ve tüketilen projelerin varlığı gibi pek çok ayrıntıya karşı bir
duruş belirliyor Arolat. Bu anlamda ödüllerin parlak dünyasına da çok kanmıyor.
Genç mimarlara da bir önerisi var Arolat’ın: “Dünyayı tek başınıza
değiştirebileceğinize inanın.” İşte anlattıkları...
-
İpekyol Tekstil Fabrikası projesiyle prestijli bir ödül aldınız. Bu, 2010
yılında aldığınız 18. ödül. Nedir motivasyonunuz? Aga Khan ödülünü nasıl
tanımlarsınız?
- Son dönemde sayıları gittikçe artan mimarlık
ödüllerinin neredeyse hepsi, jüri tarafından yapıların kendilerini görerek ya da
en azından ciddi bir biçimde dokümantasyonu yapılarak değil, iki fiyakalı
fotoğrafa bakılarak veriliyor. Büyük bir hızla üretilen ve “piyasa” tarafından
da aynı hızla tüketilen bu ödüllerin ortaya koyduğu iklimde, Aga Khan ödüllerini
bu ortamın dışında tutmak yanlış olmayacaktır. Seçim dönemindeki hassasiyet,
jürinin, raportörlerin titiz ve ayrıntılı çalışmalarının yanı sıra; seçim için
belirlenen ölçütlerin niteliği bu ayrışmayı anlamlı kılıyor. Hal böyle olunca,
Aga Khan ödülünün benim mesleki maceram içinde önemli bir adımtaşı olduğunu
kabullenmem gerekiyor sanırım.
- Seçici kurul projenin, işverenin
ticari menfaatine dönük olarak, işlevsel verimliliği hümanizm ile
birleştirdiğini söylüyor. Hümanizm burada kendine nasıl yer
buluyor?
- İpekyol Tekstil Fabrikası’nda çalışan insanlar, bu
yapının içinde kendilerini diğer fabrikalarda çalışanlara göre bir nebze olsun
daha iyi hissediyorlar. Dört duvar arasında, havasız bir ortam yerine, gün ışığı
alan ve taze hava dolaşımının sağlandığı yüksek tavanlı, ferah alanlarda
çalışıyorlar. Beyaz ve mavi yakalılarla işçiler, kapalı kapılar ve bölücü
duvarlar arasında sınıfsal ayrışmayı iliklerinde hissetmiyorlar. Gün içinde
dışarıda havanın nasıl olduğunu izleyebiliyor, molalarda bahçelerde
dinlenebiliyor, hatta spor yapabiliyorlar.
-
Projelerinizde özellikle hangi kavramlardan beslenirsiniz? Kendinize bu anlamda
nasıl bir yol çiziyorsunuz?
- Biz EAA’da üslupçu bir yaklaşım
yerine “durum” odaklı bir tasarım pratiğini sürdürmeyi deniyoruz. Bunu da iç
potansiyel üzerinden yapıyoruz. Alışıldık mimari üslupları, bildik akımların
motivasyonlarını ve tasarım alışkanlıklarını zaman zaman devreye sokuyoruz. Ama
yine de bunlara kayda değer bir yatırım yapmıyor, her projenin kendi sorunlarını
tariflemeye çalışıyoruz. Kuşkusuz ortaya çıkan ürünleri birbirlerine yaklaştıran
bazı özellikler var. Ancak biz bunların görüntüselliklerinden ziyade zihinsel
nitelikleriyle ilgileniyoruz.
- Peki nedir sizi besleyen? Bir
röportajınızda “Nasıl insansan öyle mimarsın” demişsiniz. Bu etkileyici bir
tanımlama.
- Pek çok farklı mecradan. Ben, “nasıl bir adamsan
öyle bir mimar olursun” diyenlerden yanayım. Kişisel formasyon mimarın hayatı
kavrama biçimini, yorumlama güdüsünü ve sezgilerini etkiliyor. Çoğu kere net
olarak tanımlanamayacak dışsal unsurlar kişisel deneyimlerle ve hissiyatla
harmanlanıyor. Sanırım bir mimar için beslenme kaynakları, hayli kompleks bir
zincir oluşturuyor.
- Bu anlamda nasıl projeler yürütüyorsunuz?
Kabul ya da reddederken dikkat ettiğiniz noktalar neler?
-
Mimariye ve çevreye, sadece iyi tasarlanmış ve güzel yapılar inşa etme edimi
çerçevesinden bakmak yerine; onu insana, kente ve doğaya dair bir görüş üretme,
mekânı kurmaya yönelik bir düşünce geliştirme yolunda kullanmayı tercih eden bir
görüşü benimsiyoruz. Kullanıcıları kısıtlanmış bir yapıdan ziyade, kamusal
yönelimleri fazla olan, bağlamsal bir kurgunun verimli bir şekilde tutulduğu
projeler daha heyecan verici.
- Son olarak, gençlere ne önermek,
sektörde bazı hassas noktaları unuttuğunu düşündüğünüz meslektaşlarınıza ne
hatırlatmak istersiniz?
- Mimarlığa yeni başlayacak olan genç
meslektaşlarıma dünyayı tek başlarına değiştirebileceklerine inanmalarını
tavsiye edebilirim. Ortamdaki derin karamsarlığın tembelleştirici tuzaklarına
düşmesinler. Okuyan, takipçi ve eleştirel birey olsunlar. Merak etmekten, gezip
görmekten yılmasınlar. Sorgulayarak ve gündelik yönelimlere karşı çıkarak, ama
her durumda anlamaya ve kavramaya çalışarak üretsinler. İnandıklarının peşinde
bıkmadan, usanmadan koşsunlar. Eğer haklılarsa bir gün mutlaka
olacaktır...