Dünyanın Zamanı Azalıyor



Küresel ekonomik krizden daha büyük bir felaket olarak nitelenen küresel iklim değişikliğine karşı uzmanlar “tehlike çanlarını” çalarken hükümetlerin duyarsızlığı da devam ediyor. Türkiye, karbon salımı 1990 seviyesine göre yüzde 119 oranında artış göstererek rekor kırmasına karşın en büyük sera gazı kaynaklarından biri olan kömürlü termik santral yatırımından vazgeçmiyor. İstatistiklere göre Türkiye, enerji politikalarında bir değişiklik yapmazsa, 2020 yılında Avrupa’nın en çok kirleten ülkesi olacak. Hükümet düzeyinde hiçbir adım atılmazken akademisyenler küresel iklim değişikliğine karşı “İstanbul Protokolü”nün hazırlıklarına başladılar.

Greenpeace Akdeniz Genel Direktörü Dr. Uygar Özesmi, küresel ortalama sıcaklığın Sanayi Devrimi öncesi değerlerden 0.8 derece daha yüksek olduğunu ve bu ortalama değerlerdeki artışın kendini uç olaylarla gösterdiğini söyledi. Dünyada milyonlarca insanın bu uç meteorolojik olaylardan etkilendiğini ifade eden Özesmi, kuvvetli kasırgalar, sel felaketleri, şiddetli kuraklık gibi meteorolojik olaylardaki artışa dikkat çekti.

Deniz seviyesinin yükseldiğini, kuraklık nedeniyle su kaynaklarının kıtlaştığını belirten Özesmi, “Kuzey Kutbu’ndaki ve Antarktika’daki buzul erimeleri, yapılan bilimsel çalışmaların öngördüğünden daha hızlı bir şekilde gerçekleşiyor. Bilim adamları Kuzey Kutbu’nun önümüzdeki 10 yıl içinde yaz aylarında buzulsuz olabileceğini söylüyorlar” dedi.

Fakir bölgeler etkileniyor

Özesmi, yağış rejimlerinin artık daha düzensiz olduğunu dile getirerek aynı bölgede bir yıl şiddetli kuraklık yaşanırken, ertesi yıl büyük sel felaketleri görülebildiğini belirtti. Geçen 30 yıl içinde, toplam kuraklık yaşanma sıklığının ikiye katlandığını vurgulayan Özesmi, iklim değişikliğinin etkilerinin en çok dünyanın fakir ve hassas bölgelerinde yaşandığını ifade etti. Özesmi, sera gazı salımı bu hızda devam ederse, gezegenimizin küresel ortalama sıcaklığının Endüstri Devrimi öncesi değerlerine göre 2 derece artacağını söyleyerek o zaman iklimin, geri dönüşü olmaksızın değişebileceğine dikkat çekti. Özesmi şu uyarılarda bulundu:

“O zaman dünya, iklim felaketlerini daha şiddetli olarak yaşamaya başlayacak. Bu 2 derecelik artış 1-1.5 milyar insanın su sıkıntısı yaşamasına, dünyada çok daha sık ve şiddetli kuraklıklar yaşanmasına dolayısıyla gıda güvenliğinin tehlikeye girmesine sebep olacak. Şiddetlenen fırtınalar ve sellerden dolayı oluşan zararlar ve kıyı bölgelerde yaşayan yaklaşık 3 milyon insanın yükselen deniz seviyelerinden etkilenmesi, dünyadaki biyolojik çeşitliliğin yüzde 20’sinin tehlike altına girmesi, olabilecek etkilerden bazıları. Buzullar, mercan kayalıkları, mangrovlar, Kuzey Kutbu ekosistemleri, Alpler’e has ekosistemler, şimali ormanlar, tropikal ormanlar, bozkır sulak alanları ve yerel otlakları içeren doğal sistemler ciddi biçimde tehdit altında olacak”

Özesmi, küresel ısınmanın en olumsuz etkileyeceği kuşak olan Doğu Akdeniz Havzası’nda yer alan Türkiye’de şiddetli kuraklık yaşanacağının öngörüldüğünü kaydetti. Akdeniz kıyılarının tarımsal verimliliğini kaybedeceğinin, çölleşme sonucu göçlerin yaşanacağının tahmin edildiğini anlatan Özesmi, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde ise yağışların şiddetleneceği ve sel felaketlerinin artacağının tahmin edildiğini söyledi.

140 milyon Avro’luk fon

Küresel ısınmayı durdurmanın mümkün olduğunu dile getiren Özesmi, yine de çok fazla zamanımızın kalmadığını vurguladı. Özesmi, iklimin kurtarılması için dünyanın bağlayıcılığı olan tüm ülkeleri harekete geçirecek bir iklim anlaşmasına ihtiyacı olduğunu belirtti. Aralık ayında gerçekleştirilecek Kopenhag Zirvesi’ni de iklimin kurtarılması için çok büyük bir fırsat olarak niteleyen Özesmi şu önerileri sıraladı:

“Greenpeace’in senaryolarına göre, sera gazı salımlarını gelişmiş ülkeler 2020 yılına kadar (1990 seviyelerine göre) yüzde 40 azaltmalılar ve 2050 yılına kadar da sera gazı salımını sıfır noktasına indirmeliler. İklimin kurtarılması için gelişmiş ülkelerin sera gazı salımını 2050 yılına kadar en az yüzde 85 azaltmaları şart. İklim değişikliği beklenilenden daha hızlı gerçekleştiği için sadece gelişmiş ülkelerin bu konuda harekete geçmeleri yeterli olmayacak. Gelişmekte olan ülkelerin de sera gazı salımlarında 2020 yılına kadar yüzde 15-30 arasında azaltım yapmaları gerekiyor. Bunun mümkün olması için gelişmiş ülkelerin desteği şart. Bu yüzden uluslararası bir fon oluşturulmalı. İklimin kurtulması için yıllık 140 milyon Avro’luk bir fonun gelişmekte olan ülkelere aktarılması gerekiyor. Bu miktar, dünyanın yıllık savunma harcamalarının 10’da 1’ine denk geliyor.”

Tropikal ormanlar

Tropikal ormanların korunmasının da önemine işaret eden Özesmi, bu ormanların yok edilmesinin sera gazı salımlarında yüzde 20 gibi büyük bir paya sahip olduğunu belirtti. Özesmi, tropikal ormanların daha çok gelişmekte olan, ekonomisi güçlü olmayan ülkelerin topraklarında bulunduğunu anlattı. Özesmi, “Sağlanacak fon, bu ormanların korunması için hayati önem taşıyor. Enerji üretiminde fosil yakıtlara olan bağımlılığın ortadan kaldırılması, yenilenebilir enerji teknolojilerine yapılacak yatırım, çözümün önemli bir adımı” diye konuştu.



G-8 ülkelerine çağrı

Hükümetlerin küresel ısınmayla mücadeleden çok iklim değişikliğine uyum politikaları üzerinde durmasını eleştiren Özesmi, şöyle devam etti:

“Bu konuda gelişmiş ülkelere çok büyük görevler düşüyor. Dünya nüfusunun yüzde 13’ünü barındırmasına rağmen, sera gazı salımlarının yüzde 40’ından sorumlu olan bu ülkeler (G-8), iklimin kurtarılması için liderliği ellerine almalılar. Kopenhag’da ikilimi kurtaracak bir anlaşmanın ortaya çıkması için bu ülkelerin tavrı çok önemli. Sorumluluktan kaçmak yerine, sorumluluk almaları, gelişmekte olan ülkelere örnek olmaları, iklimin kurtarılması için önemli bir adım olacaktır. Gerekli olan şey politik kararlılık. Aksi halde, iklim felaketleri başladıktan sonra dünyadaki bütün sermaye dahi kullanılsa artık geri dönüşümüz olmayacak.”

Özesmi Türkiye’nin dünyada en çok sera gazı salan 23. ülke olduğuna vurgu yaparak bunun temelinde yanlış enerji politikalarının yattığını dile getirdi. Özesmi Türkiye’nin küresel iklim değişikliğine karşı alması gereken önlemleri de şöyle anlattı:

“Enerji üretiminin yüzde 85’i fosil yakıtlara bağlı olan Türkiye, 47 adet daha kömürlü termik santral inşa etme planları yapıyor. Türkiye’nin enerji politikaları eğer bu şekilde devam ederse, 2020 yılında Avrupa’nın en çok kirleten ülkesi biz olacağız. Mevcut durumda Türkiye iklim konusunda çözüm üreten bir ülke değil, sorun yaratan bir ülke olma yolunda hızla ilerliyor. Yenilenebilir Enerji Kanunu Meclis’te görüşülmeden geri çekildi. Kömür ve nükleer için teşvik sağlayan hükümet, aynı yaklaşımı yenilenebilir enerji için göstermiyor. Bu da Türkiye’nin iklim sorununun ciddiyetini henüz tam olarak kavrayamadığını gösteriyor. Oysa Türkiye yenilenebilir enerji konusunda ciddi bir potansiyele sahip. Mevcut potansiyel Türkiye’nin 2020 yılındaki enerji ihtiyacını karşılayacak derecede. Buna rağmen ülkemizde nükleer santral, kömürlü termik santral planları konuşuluyor.”

‘Başbakan Erdoğan temsil etsin’

Özesmi, Kopenhag’da aralık ayında yapılacak iklim zirvesinin, gezegenimizin kurtarılması için son fırsat olabileceğini söyleyerek “Türkiye gelecek nesiller ve iklim için duyarlı olduğunu göstermek istiyor ise Başbakan olarak Recep Tayyip Erdoğan tarafından temsil edilmelidir. Erdoğan, iklimi kurtaracak bir anlaşmanın oluşması için liderlik etmeli ve diğer ülkelerin de sorumluluk alması için çalışmalıdır” çağrısı yaptı.

Türkiye’nin yeni çıkacak anlaşmada sanayileşmiş ve gelişmiş ülkelerde birlikte ek-1 ülkeleri listesinde yer alması gerektiğini ifade eden Özesmi, bu gruptaki ülkelerin salımlarını 2020 yılına kadar yüzde 40 azaltması gerektiğini söyledi. Türkiye’nin de adil bir çerçevede kendi payına düşen salım azaltım hedefini gerçekleştirmesi gerektiğini belirten Özesmi, “Türkiye sorumluluk almaktan kaçınan bir tavır ile değil, iklim çözümünden yana olan bir tavır sergilemelidir. Salımlarını azaltmak için Türkiye’nin alması gereken ilk eylem, enerji politikalarını yenilenebilir enerji üzerine kurmak ve kömürden vazgeçmektir” dedi.



Ortak duyarlılık

AB üyesi ülkelerin endüstriyel alanlarını Afrika’ya ve Asya’ya taşıdığını anımsatan Gündüz, “Avrupa, kendi çevresi yerine Afrika ve Asya’yı kirletiyor. ABD kendi endüstriyel kaynaklarını Çin’e taşıdı. Çin bugün en büyük çevre felaketlerinin yaşandığı ülke. Çin de kendi pazarını oluşturduktan sonra endüstriyel alanlarını başka ülkelere taşıyacak. Bu kısırdöngünün durdurulması gerek. Dünyada tek, ortak bir duyarlılık sergilemek şart” diye konuştu.

Gündüz, Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkelerin, önce endüstriyel gelişme süreçlerini tamamlayıp zenginleştikten sonra sera gazı salımlarını düşürecek önlemler almayı tercih etmesinin de yanlış olacağını söyledi. Bu şekilde devam ederse üzerinde yaşayacak bir dünyamız kalmayacağını vurgulayan Gündüz şöyle devam etti:

“Endüstriyel gelişmeye karşı değiliz ama koruyucu tedbirleri de almak zorundayız. Türkiye alternatif enerji kaynakları konusunda çok şanslı bir ülke. Eğitim kurumlarında küresel ısınma dersleri müfredata girmeli.”

İstanbul Protokolü hazırlanıyor

Geçen yıl İstanbul’da ilki gerçekleştirilen “Küresel Isınmaya Karşı Küresel Konferans”ta kurulması kararlaştırılan Küresel Isınma ve İklim Değişikliği İzleme Komitesi’nin Başkanı Dr. Süleyman Gündüz, bu yıl 6-9 Temmuz tarihleri arasında ikincisi düzenlenen konferans ve sonuçları hakkında gazetemize değerlendirmelerde bulundu.

Gündüz, komitenin bu yılki konferansta Kyoto Protokolü gibi bir İstanbul Protokolü hazırlaması önerisinde bulunduklarını anlatarak en kısa sürede çalışmaların başlayacağını söyledi.

Kyoto’dan farklı olacak

Gündüz, bugüne dek iklim değişikliği ile ilgili toplanan tüm zirvelerin, konferansların sorunları tespit etme noktasında kalıp çözüm önerileri sunmamasını eleştirdi.

İstanbul Protokolü’nün Kyoto’dan farkının çözüm önerileri sunması olacağını belirten Gündüz, “Sera gazı salımlarının a-zaltılması teklifi karşısında alternatifler sunmak gerekiyor. Diğer protokoller alternatif sunmuyor. İstanbul Protokolü bir önerme sunacak. Örneğin petrol ürünlerinin azaltılmasını ve onun yerine alternatif enerji kaynaklarının devreye sokulmasını önerecek” dedi.