Birleşmiş
Milletler 1993’te tatlı suyun önemine dikkat çekmek ve tatlı su
kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı için yöntemler ortaya koymak amacıyla
özel bir gün belirledi. Her yıl 22 Mart Dünya Su Günü olarak
kutlanıyor ve tatlı suyla ilgili bir soruna değiniliyor.
Bu yılın teması
“Suyun Kalitesi Sağlıklı Bir Dünya İçin Temiz Su”. Kâr amacı
gütmeyen uluslararası bir kuruluş olan Bölgesel Çevre Merkezi’nin
(REC) Türkiye Direktörü Sibel Sezer Eralp Türkiye’deki
su kaynaklarının durumunu ve sorunları anlattı.
Kaliteli su
nedir?
Suyun kalitesi kullanım alanına göre değişiyor. Balık
tutmak, içmek veya su canlılarının yaşaması için suyun kalitesinin yüksek olması
gerekiyor. Hidroelektrik santralında kullanılan su için ise böyle bir şart yok.
O yüzden kaliteli suyun 1995’te BM tarafından yapılan geniş bir tanımı
var: “Fiziksel ve kimyasal içeriği kullanım alanına uygun olan su kaliteli
sudur.”
Dünyanın kaliteli su karnesi nasıl?
Zayıf. Dünyada su kalitesi nüfus artışı, hızlı kentleşme,
endüstriyel atıklarla doğaya karışan yeni patojenler ve kimyasallar nedeniyle
hızla düşüyor. Bunun temel sebebi şehir ve endüstri sularının belli bir işlemden
geçmeden doğaya dönmesi. Atık su yönetimi için sağlam bir altyapı gerekiyor
ki bu çok pahalı. Aslında şu anda dünyada hiçbir ülkedeki atık su altyapısı
yeterli değil, düşen su kalitesinin hızına yetişemiyor. Küresel ısınma nedeniyle
hidrolik yolların değişmesi, kuraklık ve sel tatlı suyun içindeki minerallerin
azaltıyor, organik karbonun artmasına sebep oluyor. Ayrıca deniz seviyesinin
yükselmesiyle tuzlu su tatlı suya karışıyor ve kullanılamaz hale geliyor.
Kalitesiz su insan sağlığını nasıl etkiler?
Bir
insanın günlük temiz su ihtiyacı 20 ila 40 litre arasında değişiyor. Buna
yıkanma ve mutfak için gereken miktarı da eklersek 50 litreyi buluyor. Birçok
ülkede bu rakamın yanına yaklaşılmıyor, bu nedenle salgın hastalıklar baş
gösteriyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre
yılda 4 milyon kişi yetersiz veya kirli su nedeniyle ishal oluyor, bu vakaların
2,2 milyonu, özellikle 5 yaşın altındaki çocuklar ölüyor. Bugün dünyada 1,1
milyar kişi yeterli su kaynaklarından mahrum. Özelikle Afrika, Batı Asya ve
Avrasya’da.
Su hakkı kavramı nedir?
Bu kavrama
suya erişim hakkı demek daha doğru olur. Sudan ücretsiz olarak yararlanma
konusu, 2009’da İstanbul’da gerçekleşen Dünya Su Forumu’nda da
epey tartışılmıştı. Forum’da suyun tüketiciye ücretsiz ulaştırılması önerisi,
suyun insan hakkı olduğunu savunanlar tarafından bile fazla desteklenmedi. Bu da
bir anlamda, suyun bedelsiz tüketilemeyecek kadar değerli bir kaynak olduğunun
önemli bir göstergesi. Suyun ‘nasıl’ bir hak olduğu da yine Forum’da tartışılan
konulardan biriydi.
Suyun bir ‘insan hakkı’ olduğunu
savunanlara muhalif olan grubun gerekçesi ‘suyun bir insan hakkı olmasının
doğuracağı yükümlülüklerin henüz net olarak tanımlanmamış olması’ idi. Aslında
BM İnsan Hakları Komisyonu suyu temel bir insan hakkı olarak
tanımlıyor, ancak bunun hayata geçirilebilmesi için ulusal olarak da tanınması
ve yükümlülüklerin tanımlanması gerekiyor. Forum’un sonunda, yasal bağlayıcılığı
bulunmasa da politik bir ağırlığı olan Bakanlar Deklarasyonu’nda, ‘su insanî bir
ihtiyaçtır’ ifadesi kullanılmıştı. Dünyanın öncü çevrecilerinden Lester Brown,
su kaynaklarına erişimin, yakın gelecekte çıkacak silahlı çatışmaların ana
sebeplerinden biri olacağını söylüyor. Dolayısıyla, su kaynaklarının, suya
erişimin ve paylaşılmasının iyi yönetilmesi, önümüzdeki dönemde çözülmesi
gereken hayati bir konu.
Su tüketimi son 10 yılda yüzde 35
arttı
Su tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de önemli ve giderek
azalmakta olan doğal bir kaynak. İçme suyu olarak bakıldığında hem iyi
kalitedeki su kaynaklarının yanlış kullanımı hem de aşırı israf bu alanda da
yine sadece Türkiye değil tüm dünyada önemli bir sorun. Hem içme ve
kullanma suyu hem de endüstriyel ve tarım alanlarındaki su kullanımı sadece bir
kurumu, belli bir bölgeyi ilgilendiren ya da tek yönlü bir planlama ile
çözülebilecek bir konu değil. Durum hem sosyal, hem ekonomik hem de,
sürdürülebilir bir çözüm için mutlaka, ekolojik açıdan değerlendirilmeli.
Mart ayı başında DSİ tarafından yapılan bir açıklamada “2010 yılında
kullanılmak üzere toplam 5.3 milyar TL’lik yatırım yapılacağı, bunun 2.35 milyar
TL’sinin Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) ve Doğu
Anadolu Projesi (DAP) gibi büyük projelere harcanacağı” belirtildi.
Yine aynı açıklamada “Kaçak suyla mücadelenin önümüzdeki dönemde önem
kazanacağı, iç hatlarda büyük miktarda kaçak olduğu” kaydedildi.
Türkiye’de en çok su şehirlerde tüketiliyor. Kişi başına düşen içme ve
kullanım suyu miktarı 1990’lı yıllardan 2000’li yıllara gelindiğinde 200
litreden 270 litreye yükseldi. Su kaynağımız çok diye aşırı ve bilinçsiz
tüketmek ya da “nasıl olsa bir 100 yıl yetecek suyumuz var“ diyerek uzun vadeli
düşünmemek konuyu kısır bir noktaya getirmekten başka bir işe
yaramıyor. Suyla hayati bağı olan tek canlı türü bizler değiliz.
Akarsu ve sulak alanlardaki bir damla suda bulunan bakteriler, rotiferler,
diatomlar, algler bu alanlardaki birçok sürüngen, balık, kuş ve memeli hayvanın
ve bitkilerin var olmasının sebebidir.
O yüzden akarsu ve sulak alanların
korunması, RAMSAR Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerde ve
ulusal mevzuatta birçok ülke tarafından ayrıca vurgulanıyor. Türkiye’de
belirlenen 135 Uluslararası Öneme Sahip Sulak alanın 92’si kuşlar açısından
hayati öneme sahip.
Fakat bu kuş türlerini koruyamıyoruz. 30 yıl önce
Amik Gölü’nın kurutulmasıyla yılanboyun isimli kuş türü yok oldu. Şu anda
ülkemizde düzenli üreyen 328 kuş türünden 102’sinin nesli tehlike altında.
Avrupa çapında tehlike altında olan 148 türle Türkiye, Avrupa birincisi.
Türlerin yok olmasındaki bir numaralı sebep yaşam ortamlarının yok edilmesi.
Özellikle sulak alanların kurutulması, sazlıkların yakılması, nehirlerin kanal
ve barajla durgun hale getirilmesi.
2030’da havzalarımızdaki
suyun yüzde 20’si kaybolabilir
Çevre ve Orman
Bakanlığı koordinasyonunda hazırlanan, küresel ısınmanın su kaynakları
üzerindeki etkisini değerlendiren en kapsamlı ulusal belge İklim
Değişikliği Birinci Ulusal Bildirimi. Bu rapora göre, son 50 yılda
Türkiye’de yaz sıcaklıkları, özellikle Batı ve Güneybatı Anadolu’da artış
gösterdi. Kış yağışları Türkiye’nin Ege kıyıları boyunca azaldı, İç Anadolu’nun
kuzey kısmı boyunca sonbahar yağışları arttı. Ulusal Bildirim raporu
kapsamında çalışılan havzalardaki yüzey sularının yaklaşık yüzde 20’sinin 2030
yılında kaybedileceği tahmin ediliyor. Bu oranın 2050 ve 2100 yıllarına
gelindiğinde ise sırasıyla yüzde 35 ve yüzde 50’ye çıkacağı tahmin ediliyor.
Azalmaların özellikle tarım, konut ve sanayi sektörlerinde sıkıntılarına sebep
olacağı da öngörülüyor.