Barışa Rock, nasıl Rock'n Coke’a alternatif olarak örgütlendiyse, Dünya Su Forumu da Dünya Su Konseyi’ne karşı örgütlendi. Express Dergisi Nisan sayısında, Dünya Su Konseyi’ne karşı kurulan Dünya Su Forumu temsilcisi Renato Di Nicola ile bir söyleşi yayımlandı. Nicola Mart ayında Dünya Su Konseyi’nin 2009 yılında İstanbul’da düzenleyeceği toplantıya karşı, suyun temel bir hak olduğunu savunanlar tarafından Yıldız Teknik Üniversitesi’nde düzenlenen “Kapitalizmin kıskacında su” isimli konferansa da katılmıştı.
“Su hakları konusunda nasıl bir mücadele örgütlüyorsunuz?
Sosyal forumlar vasıtasıyla dünyadaki çeşitli ağların koordineli çalışmasını
sağlamaya çalışıyoruz. Amaç, uluslararası seviyede birleşik bir hareket ortaya
koyabilmek. Bu alandaki en önemli bildirge, 2006 Mart’ında 4. Dünya Su Günü’nde
imzaladığımız anlaşmadır. Bunu da Dünya Su Konseyi’yle eşzamanlı ve ona karşıt
olarak gerçekleştirdik. Dünya Su Konseyi bir kamu kuruluşu değildir; çok uluslu
özel şirketlerin sponsorluğunda toplanır ve farklı hükümetleri kapsar. Su Forumu
buna alternatif olarak düzenlenmişti, özel kuruluşları kapsadığından dolayı Su
Konseyi’nin meşru olmadığını ilan etmek amacını güdüyordu. Ne de olsa
hırsıza ev teslim edilmez. 2006’daki foruma 150 örgütten 27 bin kişi katılmıştı.
Baskımız sonucunda, suyun temel bir insani hak olduğunu ilan ettiler. O güne
dek, ilerleme ve kalkınma söylemi içersinde, su daha çok bir ihtiyaç muamelesi
görüyordu. Buna ek olarak, Avrupa Parlamentosu’nun suyun bir insan hakkı
olduğunu ilan edişini gördük. Dünya Su Konseyi’ne katılan yerel idareler ve
ulusal hükümetler hak tarafından seçiliyor, dolayısıyla söz konusu etkinliğe
katılmamaları gerekir. İstanbul 2009’da Su Konseyi’nin bir sonraki toplantısına
ev sahipliği yapacak. Dolayısıyla burada, Kenya’da (röportaj Kenya’da
gerçekleştirildi), 2009’da İstanbul’da gerçekleştirilecek olan etkinlikle ilgili
olarak ne tür stratejiler benimsememiz gerektiğini tartışmamız gerekiyor.
Dünya Su Konseyi’nin yapısı tam olarak
nasıl?
Bechtel, Suez, Vivendi, RWE gibi dev su şirketleri, BM’yi
finanse eden ülkeler ve onlarla çalışan yerel yönetimler tarafından
düzenleniyor. Biz BM nezdinde toplumsal hareketlerin katılımıyla bir
toplantının düzenlenmesini talep ediyoruz. An itibariyle bir şansımız da mevcut.
Latin Amerika ülkelerinin ekseriyeti ve bazı Avrupa hükümetleriyle hemfikiriz.
Hollanda, Belçika, Norveç ve İsveç kesin olanlar. İtalya’da durum muallak.
İtalyan hükümetine Su Konseyi’nde yer almaması için baskı yapan birçok örgüt
var.
Türkiye’den ortak çalıştığınız bir örgüt var
mı?
Şu ana kadar yok. Türkiye Sosyal Forumu’yla bağlantıya
geçeceğiz, zaten Akdeniz Sosyal Forumu’nda beraber çalışıyoruz. Dünya Su
Konseyi’ne karşı örgütlenmeyi geniş bir platforma yaymak zorundayız.
Meksika’daki toplantıya, Sosyal Forum’un yanı sıra, sivil toplum örgütlerinden
ve kiliseden de katılım sağlamıştık. Düşman had safhada güçlü, olabildiğince çok
sayıda insanı bir araya getirmeliyiz. Herkes suyu ellerine geçirmeye çalışan
ulus ötesi şirketlere kendi yöntemleriyle karşılık vermeli.
Türkiye’de suyun özelleştirilmesine, bazı kaynak suları hariç henüz
tam anlamıyla başlanmadı. Avrupa’nın izlediği genel rota
nasıl?
Akdeniz’de iki farklı rotadan bahsedebiliriz.
Güneyde özelleştirme hızlanmış durumda. Kuzeydeyse parçalı bulutlu bir yapı var.
İspanya’da özelleştirme hızlandı. Özellikle Aqua de Barcelona gibi ulusötesi
şirketler çok kuvvetliler. Suez adlı Fransız menşeli şirket de bayağı etkin.
İtalya’da parlamentonun özelleştirmeye karşı bir kanun çıkarması için imza
topluyoruz.
Mücadele mahalli düzeye yayılmış durumda. Hükümetin bir kısmı özelleştirmeye tamamen karşı. Fransa ise çoktan kaybedilmiş durumda. Orası Suez ve Vivendi gibi ulusötesi şirketlerin merkezi konumunda. Balkanlar’daysa sosyal mücadelenin zayıflığından dolayı özelleştirme çok yakında gerçekleşecekmiş gibi görünüyor. Yunanistan aşağı yukarı İtalya’ya benziyor. Özelleştirilmiş bölgeler de, kamuya ait bölgeler de var. Ancak orada daha zayıf bir karşı duruş gözlüyoruz. Türkiye ise özelleştirme açısından Doğu ve Batı Akdeniz’i bağlayan bir konumda olduğu için ulus ötesi şirketlerin büyük ilgisine mazhar olacak. ABD kontrolündeki Ortadoğu havzasının kapısını teşkil ediyor Türkiye.
Suyun hak olarak savunulması doğrultusunda ajanda nasıl olmalı?
Şirketler her kıtada farklı planları hayata geçirebiliyor. Örneğin Türkiye’de suyun elektrik üretimi için kullanımına karşı uyanık olmak gerekebilir. Afrika’da insanlar suya erişimi sağlanabilmiş durumda değil- daha özelleştirme safhasından söz etmiyoruz bile. Latin Amerika’nın büyük kısmında özelleştirilme durduruldu. Başka ülkelerde, bizzat nehirlerin satılması söz konusu. Tüm bunlar demokratik süreçler işletilerek gerçekleşmiyor. Mesela Orta İtalya’da bir nehrin yatağı Adriyatik denizine doğru değiştirildi. Medyada bunun sebebi, güneydeki su sıkıntısına çare bulmak olarak lanse edilmişti. Sonradan ortaya çıktı ki, İngiliz ve Amerikan şirketleri buradan gemilere yükledikleri suyu Balkanlar’a ve Ortadoğu’ya satmayı planlıyorlarmış. Dediğim gibi düşman çok sinsi.