Kadir Has Üniversitesi Kültür Varlıklarını
Koruma Yüksek Lisans Programı, bu dönem dördüncüsünü gerçekleştirdiği
konferanslar dizisinde Prof. Dr. Nur Akın’ı konuk etti.
‘Dünya Miras Listesi ve İstanbul’un Korunması’ başlıklı
konferans, UNESCO Dünya Mirasını Koruma Merkezi Heyetinin
İstanbul ziyaretinin hemen arkasından gerçekleşmesi bakımından da ilginçti.
Türkiye’nin, UNESCO’nun kurucu ilk 10 üyesinden biri olduğunu,
tek yapı ve tarihi çevre koruma konusunda UNESCO,
ICOMOS
gibi uluslararası kurumların içinde yer aldığını
ve imzaladığı sözleşmelerle bu konuda alınan tüm evrensel kararlara taraf
olduğuna değinen Nur Akın, “Türkiye, UNESCO’nun ve ICOMOS’un anıt ve sit
korumayla ilgili tüm karar, uyarı ve yaptırım isteklerini yakından izlemek ve
uygulamakla yükümlüdür” dedi.
İstanbul’un 1985 yılından bu yana tarihi yarımadadaki
Sultanahmet Arkeolojik Parkı, Süleymaniye,
Zeyrek Kentsel Alanları ve İstanbul Surları Koruma
Alanı olarak belirlenen 4 bölgeyle Dünya Miras Listesi’nde olduğunu
hatırlatan Nur Akın, 1993 yılından itibaren de söz konusu alanların korunması
yönündeki endişelerin dillendirilmeye başlandığını söyledi. İstanbul’un Dünya
Miras Listesi’nde yer alan bölgeleriyle ilgili son büyük değerlendirmenin 2006
yılı Temmuz ayında Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta
gerçekleştirilen 30. Dönem Dünya Miras Komitesi Toplantısı
’nda yapıldığını anımsatan Akın, şöyle konuştu:
“Bu değerlendirme öncesi, Nisan 2006’da İstanbul’a gelen UNESCO-ICOMOS
uzmanlarından oluşan heyet tarafından kapsamlı bir rapor hazırlanmıştır.
Raporda, tarihi yarımadanın dünya mirası alanlarında ne yazık ki, bu özel
statüyü zedeleyen bir tablo sergilendiği ifade edilmektedir. Vilnius
toplantısının hemen ardından, uluslararası beklentilere uygun olarak İstanbul
Valiliği’nce başlatılan en etkin girişim, konuyla ilgili Dışişleri, Kültür ve
Turizm Bakanlıkları, İstanbul Belediyesi, üniversiteler ve sivil toplum
örgütlerinden temsilcilerin katıldığı ‘UNESCO Dünya Kültür Mirası Yürütme
Komitesi’nin kurulması, ve aylık toplantılarla İstanbul Dünya Mirası alanlarında
yapılanlar ve yapılması gerekenlerin hep birlikte tartışılmasıdır. Raporda
beklenen ikinci önemli girişim ise, restorasyon uygulamalarından kaygıyla söz
edilen ve yapılan çalışmaların durdurulması istenen İstanbul kara surlarının
korunması için uygun yaklaşım ve yöntemlerin tartışıldığı bir uluslararası
sempozyumun (Ocak 2007) ve onunla bütünleşen workshopların gerçekleştirilmiş
olmasıdır”.
2 Temmuz-10 Temmuz 2008 tarihleri arasında
Québec ’te yapılacak olan
Dünya Miras Komitesi’nin 32. toplantısında İstanbul’un Dünya Miras
Listesi’ndeki durumunun yeniden gözden geçirileceğini vurgulayan Akın, İstanbul’un ya
yeniden beklentileri karşılaması için verilecek 1 ya da 2 yıllık ek süre ile listedeki
yerini koruyacağını ya da beklentiler sağlanıncaya kadar ‘Tehlike Altındaki
Miras’ listesine alınacağını kaydetti. Prof. Dr. Nur Akın, bütün bu olasılıklara
karşın asıl önemli olanın, evrensel değerleri tartışılmaz İstanbul’un, bu
niteliklerini bizlerin herkesten çok bilip değerlendirmesi olduğunun altını
çizdi.
Prof. Dr. Nur Akın’a göre 2006 raporunda
eksikliği önemle vurgulanan 5 temel konu ve onların Temmuz 2008’de Québec’de
yapılacak Dünya Miras Komitesi toplantısı arifesindeki durumları
l. Yönetim planı eksikliği ve etkileme alanı
(tampon bölge): 2006 raporunun
temel önerilerinin başında, Dünya Miras Listesi’nde yer alan her alanda
yapılması gerekli bütünleşik ve kapsamlı bir yönetim planının, tarihi yarımada
için de gerçekleştirilmesi beklentisi vardır. Hazırlanması zorunlu bu yönetim
planı çerçevesinde, iyi koordine edilmiş ve açık tanımlanmış yönetim rolleri
ile, izleme sorumluluklarına ihtiyaç olduğu vurgulanmaktadır. Rapora göre söz
konusu planın, 1 Şubat 2008’e kadar tamamlanmış olması beklenmektedir.
Bu bağlamda, İstanbul Dünya Miras Alanı Yönetim
Planı’nın hazırlanması amacıyla 2007’nin 10. ayında İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nce “Tarihi Alan
Yönetim Başkanlığı”oluşturulmuştur. Başkan, Danışma Kurulu ve Eşgüdüm ve
Denetleme Kurulu’ndan oluşan bu grup sözkonusu planı yapmak; onaylatmak ve
denetlemekle yükümlüdür. Yeni başlanan çalışmalar sürdürülmekte ve başkanın
ifadesine göre, planın 1 yıl içinde tamamlanması hedeflenmektedir. Konuya
açıklık kazandırmak amacıyla, Ocak 2008’de YTÜ’de “Alan Yönetimi ve Planlaması”
konulu uluslararası bir toplantı düzenlenmiştir.
2006 raporuna göre bu miras yönetim planı, “dünya mirası alanının görsel
bütünlüğünü korumalı ve yüksek yapılaşma da dahil olmak üzere, yeni imar
girişimlerinin denetlenmesine yönelik araç olarak bir etkileme bölgesi tanımını
getirmelidir” denilmektedir.
2006 raporuna göre, tarihi yarımadanın her iki yakasında sahil şeridiyle
tanımlanan mevcut sınırlar tarihi yarımadayı korumak için yeterli değildir.
Raporda “Haliç’in kuzey ucuyla Boğaziçi’nin Asya kıyılarındaki alanlarını
da içine alacak yeni bir tampon bölge oluşturulması gereklidir”
denilmektedir. Hatta bu bağlamda öneri daha da geniş tutulmakta ve kuruluşu
Antik döneme dek uzanan İstanbul’un önemli tarihi semtlerinden
Galata-Beyoğlu’nun da mevcut Dünya Miras Alanı etkileme bölgesi içine
alınmasının doğru olacağı belirtilmektedir.
Yönetim Planı’nı hazırlamakla görevli “Tarihi Alan Yönetim Başkanlığı”, söz
konusu sınırlarla ilgili çalışmalarını sürdürmektedir. 2006 raporunda da
vurgulandığı gibi, bu konuda dikkat edilmesi gereken, Eyüp, Haliç’in kuzeyi
(Galata-Beyoğlu), Boğaz’ın Avrupa ve Asya yakasında 1.Boğaz Köprüsü’ne kadar
uzanan kesim, Üsküdar, Haydarpaşa, Kadıköy ve hatta Prens Adaları tarihi
yarımdanın siluetiyle karşılıklı etkileşim içinde olduğudur. Alan yönetimi
açısından bu kadar geniş bir tampon bölge, çok büyük bir alandır. Ve çok sayıda
farklı kurul ve kararın biraraya getirilmesi gibi zor ve karmaşık bir durum
yaratmaktadır. Ama İstanbul tarihinin esasını oluşturan tarihi yarımada da,
başka bir miras alanına benzemeyen özel bir durum sergilemektedir. Bu nedenle
de, önce düşünüldüğü gibi, Haliç’in ve Marmara’nın ortasından geçen bir tampon
bölge sınırı önermek de, bu özel değer için çok yetersiz kalmaktadır.
2. Yüksek yapılar ve tarihi yarımada:
UNESCO tarafından Mayıs 2005’de
Viyana’da düzenlenen “Dünya Mirası ve Günümüz Mimarisi-Tarihi Çevre Yönetimi”
başlıklı konferansın ardından oluşturulan Viyana Memorandumu, tarihi
çevrelerdeki yüksek yapılaşma üzerinde duran son uluslararası çalışmalardan
biridir.
Tarihi kent peyzajını oluşturan tüm verilere karşı duyarlı olunması
gerekliliğini önemseyen Viyana Memorandumu, tarihi kent peyzajının korunması ile
çağdaş mimarinin gelişiminin birlikte nasıl yürütüleceğini inceleyen detaylı
çalışmalar yapılmasını ve özellikle tarihi miras alanları bağlamında, konunun
daha da ağırlık taşıdığını vurgulamaktadır. Bu konuda, 1996’da Dünya Miras
Listesi’ne alınan Köln Katedrali önemli bir örnek oluşturmaktadır. 2002 yılında
Köln için hazırlanan master planında, katedralden yaklaşık 800m. uzaklıkta
yapılması istenen, katedralin görünümünü etkileyecek gökdelenler grubu nedeniyle
bu tarihi yapı, 2004’deki toplantıda ana listeden tehlike listesine alınmış, son
olarak 2006’da da –uzun tartışmalar sonucu- yetkililerin konuyla ilgili olumlu
yaklaşımlarına bağlı olarak, yeniden ana listeye çıkarılmıştır.
Benzer bir siluet analizi konusu da, listeye bu yıl alınan Sydney Opera
Binası’yla ilgili olarak verilebilir. Sydney Opera Binası’nın listeye
alınabilmesi için hazırlanan dosyada, binanın tampon bölgesinin oluşturulması
amacıyla yapılan siluet analizleri, Opera Binası’nın çevreden bütünüyle
kesintisiz bir biçimde nasıl algılanması gerektiğinin önemini ortaya koymuş ve
yapının listede tampon bölgesiyle bütünleşik bir biçimde önerilmesi, listeye
alınmasında etkin rol oynamıştır.
Bu çerçeve içinde, İstanbul’un Dünya Miras Listesi alanlarında, yukarıda
üzerinde durulan yönetim planı ve alanın tampon bölge gerekliliklerinin yanı
sıra, tarihi yarımadanın evrensel niteliğini zedeleyeceği düşünülen Haliç
Köprüsü, Haydarpaşa Gelişim Projesi, Galataport gibi dünya miras alanı ve
etkileme/tampon bölgesinin siluetini etkileyebilecek büyük ölçekli projeler
hakkında (Sydney örneğinde olduğu gibi) siluet-etki analizlerini de içeren
etüdlerin yapılması zorunludur.
3. Sultanahmet Arkeolojik Parkı ve Four Seasons
Oteli: 2006 raporunda
Sultanahmet’teki, İstanbul tarihinin en özel noktalarından biri olan arkeolojik
parkın önemine değinilmekte ve yapılmakta olan otel ekine dikkat çekilmektedir.
Bilindiği gibi, bu özel alanın önemi 1938 yılında ünlü Fransız plancı Henri
Prost’un İstanbul için yaptığı kentin ilk imar planına kadar gitmektedir. Bugün
kazı yapılan yerden Sultanahmet Cami ve oradan Marmara Denizi’ne kadar olan
bütün alanda kazı yapılması ve hiçbir şekilde yapılaşmaya açılmaması gerekliliği
üzerinde durularak, burası “arkeolojik park” olarak ilan edilmiştir. Burada 1000
yılı aşkın Bizans döneminin en önemli imparatorluk yapıları, kademe kademe
denize kadar uzanan saraylar vardır ve kuşkusuz bunlar, dünya mirası İstanbul
için çok değerlidir. (1912’de bu alanın yanarak boşalmış olması nedeniyle,
1938’de H.Prost plan önerilerini geliştirirken buraları boştu.) Bu büyük alandan
bugüne, tümünün %1’ini bile oluşturmayan ve 1990’dan bu yana kazılan kısım
kalmıştır. Şimdi yapılmak istenen otel de, bu özel alanda yer almaktadır. Halen
2 bloğu bitmiştir, 3.cüsüne de yakında başlanacaktır. Tarihi birikim açısından
İstanbul’la karşılaştırılabilecek tek kent Roma olabilir. “Acaba tarihi Roma’nın
merkezindeki Forum Romanum’da böyle bir uygulamanın 1/3’ine izin verilebilir
miydi?” diye sorulması gerekir.
4. Zeyrek ve Süleymaniye: Türkiye’nin de kabul ettiği tarihi alanların
korunmasıyla ilgili uluslararası mevzuatlar 1964 tarihli Venedik Tüzüğü’nden
başlayarak 1996’da İstanbul’da gerçekleştirilen HABİTAT II Konferansı’na kadar
tüm uluslararası ilkeler, “tarihi yapıların özgün değerlerini yitirmeden”
korunmaları gerekliliği üzerinde durmaktadır. Söz konusu çerçeveye uygun bir
biçimde Zeyrek ve Süleymaniye’deki yaklaşımın da hedefi, her iki bölgeyi
oluşturan tarihi yapıların yeniden yapımından ve yeni inşaattan çok, mevcut
tarihi binaların restore edilerek korunmalarının sağlanması olmak
zorundadır. Buradaki uygulamaların odak noktası, tüm uluslararası tarihi
çevre ve onu oluşturan tarihi yapılar kapsamında, yıkım ve yeniden yapmaya
başvurmadan, mevcut dokunun yerinde onarımına özen gösterilmesidir.
Zeyrek’te, 2006 raporunda önemle belirtildiği gibi, sadece Aralık 2003’de
Türkiye Ulusal Ahşap Birliği’nin girişimiyle, uygulamaları 2005’te biten 2 ev
restore edilmiştir. Ancak bölgenin korunması için şimdiye kadar yapılanlar
yetersizdir.1 yıl önce (2005 tarihli 5226 sayılı yasa uyarınca) Büyükşehir
Belediyesi’ne bağlı olarak kurulan KUDEB (Koruma-Uygulama-Denetim Müdürlüğü)
aracılığıyla basit onarım çerçevesinde, Süleymaniye ve Zeyrek’teki ahşap
yapıların özgün detaylarının korunması konusunda çabalar başlamıştır.
2006 raporunda, Süleymaniye bölgesinde “mevcut dokunun rehabilitasyonunun
koruma yoluyla olması, boş parsellere yapılacak yeni yapılarda, tarihi yapıların
kopyasını yapmak yerine, kentsel ve dokusal bağlama uyum aranması gerekliliği”
üzerinde durulmaktadır. Bu da, tüm koruma alanında çalışanların çok iyi bildiği
gibi, evrensel düzeyde 40 yıldır kabul görmüş, artık tartışılması söz konusu
olmayan bir yaklaşımdır.
5. “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz
Varlıklarının Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun”:
Son olarak değinilmesi gereken
konu, 2005 yılında çıkartılan 5366 sayılı kanundur. 2006 raporunu kaleme alan
UNESCO/ICOMOS uzmanları, korumadan çok yapılaşmayı teşvik eder gibi görünen bir
mevzuat örneği olarak bu kanunun uygulanmasından kaygı duymaktadırlar. Kanun
hükümleri çerçevesinde belirlenen yenileme alanlarından bazılarında çalışmalar
başlamış ve avan projelerin Yenileme Kurulu’na sunulma sürecine girilmiştir.
Üzerinde çalışılan yenileme alanlarında kültürel mirasın korunmasında ve
bölge için geliştirilen yeni proje önerilerinde, bölgeyi oluşturan karakterin
göz ardı edilmemesi ana hedef olmalıdır. Esas amacın “yenileme” olduğu durumda,
“tarihi ve kültürel varlıkların korunarak yenilenmesi”nden çok, yasanın
başlığındaki gibi “yenilenerek korunması”, özgünün yıkımını, niteliklerinin göz
ardı edilmesini ve yeniden yapımını ön plana çıkartacaktır. Oysa bilindiği gibi
bu yenileme alanlarının her birinin (Süleymaniye; Sulukule; Tarlabaşı gibi),
İstanbul’un çok çeşitlilik sergileyen tarihi içinde, özel bir karakteri
vardır.
Ayrıca, bu alanların sorunlarına çözüm getirebilmek için uzmanların görüşü
kadar, bölge sakinlerinin görüşüne ve katılımına da önem verilmelidir. Bu
konunun uluslararası “kentsel sihhileştirme” çalışmalarında sürekli olarak
üzerinde durulmaktadır. 2006 raporunda da bu konuda, “sit alanı yöneticileri,
imar ve yeni yapılaşmadan ziyade korumayı esas alan yönetim çerçevesinde, halkın
katılımıyla ve diğer paydaşlarla bir işbirliği kültürü geliştirmelidirler”
denilmektedir. Sulukule Yenileme Alanı bu konuda önemli bir örnek
oluşturmaktadır.