Dünya Mimarlık Günü’nde Kaygılıyız…

Galataport için yatırımcıya<br> devredilecek bölge

Türkiye Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi, Dünya Mimarlık Günü nedeniyle bir basın açıklaması yayınladı. Bu açıklamanın tam metni şöyle:

Dünya Mimarlık Günü’nde Kaygılıyız…
Bu yıl da geçen yıl olduğu gibi Dünya Mimarlık Günü nedeniyle, programladığımız 2. Mimarlık ve Kent Şenliği etkinlikleriyle, meslek gündemine dair tartışmaları sürdürmeyi ve paylaşmayı umuyoruz. Dünya Mimarlık Günü’nde, gündeme taşınması söz konusu olan en önemli konulardan biri, kuşkusuz İstanbul’un son dönem giderek yoğunluk kazanan proje ve uygulamalarıdır. Bununla birlikte, kentte birbirlerine bağlı olarak hız kazanan, şeffaf olmayan ve süratle gelişen kararlar, özel yasa ve ihale süreçleri ve bu süreçlerden dışlanan ülkemiz mimarları ve mimarlığımızdır.

Neredeyse takip etmekte zorlandığımız bu hızlı gelişmeler karşısında, “Dünya Mimarlık Günü” dolayısıyla düzenlenen etkinliklerde gündemdeki gelişmeleri biraz daha çoksesli olarak tartışmayı, yaygınlaştırabilmeyi ve yeni bakış açılarıyla zenginleştirmeyi diliyoruz.

İstanbul’da sürdürülen “kentsel dönüşüm” projeleri birçok yönüyle tartışmalı bir kentsel planlama ve tasarım mekanizmalarını tetikledi. Kentliden adeta soyutlanmış, yerel, kültürel değerleri göz ardı eden, sorgulamaya kapalı ve farklı kesimlerle yeterince tartışmayan bu proje ve uygulamalar aslında oldukça geniş ve karmaşık bir kapsama sahip. Kentsel gelişmenin toplumdan kopuk olamayacak bir süreç olduğu gerçeğiyle bu projeler, varolan  anlayış ve kullanılan yöntemlerle her türlü olumsuz gelişmelere açıktır.  

Bu anlamda, İstanbul için son dönemde gündemde olan birçok projeyi değerlendirmek olanaklı. Bunlardan öncelikle anılması gereken kent için getirilen karayolu tünelleri, kavşaklar gibi yeni ulaşım önerileridir. Ulaşım projelerinin kentliye temel bir hizmet sunmak ve yaşamı kolaylaştırmak gibi  işlevleri düşünüldüğünde İstanbul için hazırlanan projelerin temel yaklaşımlarındaki çarpıklık da netlikle görünür olmakta. Soruna “özel araç merkezli” yaklaşarak kendi içinde giderek çelişki üreten ve kentlinin ulaşım sorununu çözemeyen, buna karşın yeni ve büyük sorunlar getiren ulaşım projeleri yerine, Ulaşım Master Planı temelinde çözüm arayışı olmayışı anlaşılır gibi değildir.

Büyük İstanbul projeleri kapsamı ve niteliği itibariyle çok önemli konuların başında gelmektedir. Kentin birçok alanı için gerçekleştirilen ve büyük ölçekli bir planlama stratejisinden yoksun olarak kente ve çevreye parçalı yaklaşımları benimseyen bu “rant araçları” son dönem mimarlık gündeminin en çok konuşulan konularından. Haydarpaşa, Galataport projeleri, Dubai Kuleleri, Boğaziçi Köprüsü  gibi küresel sermaye ve güç merkezlerinin iştahını kabartan özel projeler, bu bağlamda başta mimarlık çevreleri olmak üzere toplumumuzun geniş kesimlerinde yankı bulmakta,  yoğun tartışmalara ve tepkilere neden olmaktadır.

Mimarlığımızın gündemindeki diğer bir önemli konu İstanbul’un evrensel nitelikteki eşsiz kültür mirasının korunmasıdır. Eşsiz kültür mirası varlıkları UNESCO tarafından uluslararası koruma desteğini kazanmışken,  diğer taraftan da kentteki yeni rekonstrüksiyon, restitüsyon  süreçleriyle varlıkların özgün niteliklerini görmezden gelen yaklaşımlar söz konusu olabilmektedir. Ne yazık ki; UNESCO listesi kent için bir fırsat olarak değerlendirilebilecek iken, farklı yönetim birimleri tarafından engelleyici ve bağlayıcı olarak değerlendirilebilmektedir. Kenti duygusal, manevi içeriğinden ve toplumsal bağlamından kopartarak rantı temel kaygı haline getiren “kentsel dönüşüm projeleri”, özel yasalara dayandırılarak hatta gerektiğinde olağanüstü hal kapsamında değerlendirilerek kent için olumsuz senaryoları hazırlamaktadırlar.

Aynı kaygıların diğer bir ayağını da kuşkusuz 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi oluşturmakta. İstanbul bir taraftan 2010’da Avrupa kültür başkenti olmaya aday iken, diğer taraftan da yerel, özgün kültür değerlerini koruma ve yaşatma konusunda, uzman desteğinden ve çağdaş bilimsel yaklaşımdan böylesine uzak kalabilmektedir. Ayrıca, son dönemin kentsel çevre tasarımı adı altındaki uygulamaları, kentlilere ne tür “estetik” mesajlar iletmektedirler? Merkezi kamusal alandaki çevre düzenlemeleri, sergiler, yapay mimariler gibi uygulamalar başlı başına kent ve kültür tartışmalarının odağı olmalıdır. Bir şans olması gereken 2010 hazırlıklarının mevcut yaklaşımların terk edilmemesi halinde, Tarihi Yarımada’nın tahrip edilmesine de zemin hazırlayabileceğini tahmin etmek güç değildir.

En genel anlamda İstanbul’un “satış ve pazarlama planı”; planlama anlayışı bakımından  “kentsel dönüşüm projeleri toplamı”;  toplum, kent ve çevre değerleri bakımından “yağma planı” olarak niteleyebileceğimiz 1/100.000 Ölçekli İstanbul İli Çevre Düzeni Planı’nın yürürlüğe girmesi ise bu sürecin yakın gelecekteki boyutları konusunda yeterli işaretler vermektedir.

Tüm bu yoğun ve karmaşık projelendirme süreçlerinden ülkemiz mimarlığı ve mimarları dışlanmakta, kentlerimizin bütün değerlerine ve mimarlığımıza saldırı niteliğindeki bu projeler bir satış ve pazarlama anlayışı doğrultusunda yabancı mimarlara sipariş edilmektedir.

Ayrıca bu dönemde, başta TOKİ ve kimi Yerel Yönetimler olmak üzere kamu kurumları etrafında  proje tekellerinin oluşması, kamuda çalışan deneyim ve birikime sahip uzmanların dışlanması gibi egemen yönetim anlayışı da geçmişte görülmemiş ölçüde  meslektaşlarımızın haklarının gasp edilmesine neden olmakta ve kaygılarımızı arttırmaktadır…

Burada sıralanan gelişmeler ve diğerleri karşısında kentlilerle birlikte, birçok sivil-demokratik toplum kuruluşunun katılımıyla ve meslek örgütlerinin desteğiyle dayanışma ortamları oluşturuluyor. Ancak bunların sorunları çözümleyici, üretken ve yapıcı eleştirilere açık olabilmelerinin asgari koşulu kuşkusuz iletişim, dayanışma ve sorgulama ağlarının samimiyetle ve açıklıkla kurulmasıdır. Mimarlık ve Kent Şenliği işte bu bağlamda meslek alanı için bir buluşma ve tartışma ortamı yaratmaya hazırlanıyor. Farklı üretim alanlarından ve disiplinlerden, sanat dallarından katkılarla oluşturulan programın ana odağı kent ve kültür arasındaki ilişkiyi ortaya koyabilmek ve mimarlığı toplumumuzun gündemine taşımak olacak.

Mimarlığa sahip çıkmanın İstanbul’a sahip çıkmak, toplum-kent-çevre değerlerine ve ülkemize sahip çıkmak olduğu bilinciyle Dünya Mimarlık Günü’nde insancıl mekanlar, yaşanılır kentler, yaşanılır ve barış içinde bir dünya dileriz.