Önce Duisburg’tan başlayalım! Elbette bir festival
haberi olacak bu ancak festivalin gerçekleştiği bu şehir yıllardır öyle güzel
işleniyor; sanayi sağlam ve heybetli yerini öyle zarif bir kültüre bırakıyor ki
gönlüm ondan kısacık bahsetmeden habere başlamak istemiyor.
Duisburg, 2010’da İstanbul ile birlikte Avrupa Kültür Başkenti olacak Ruhr
Bölgesi’nin büyük şehirlerinden bir tanesi. Almanya’da Berlin, Köln ve
Hamburg’dan sonra en çok Türk burada yaşıyor. Dünyanın en büyük iç limanlarından
birine sahip. Büroların, otellerin, müzelerin ve kafelerin yer aldığı 35 bin
metrekarelik kullanım alanıyla sırf bu iç liman bile ‘geleneksel dokusuna ve
ruhuna zarar vermeden bir kente yeniden nasıl biçim verilir’in en çarpıcı
örneği. Bir başka örnek ise festival merkezinin kendisi: Alte Feuerwache. Eskini
itfaiye binası şimdi tiyatrolara, konserlere, okuma günlerinde, partilere,
konferanslara ve Cafe-Restoran Mondial’e ev sahipliği yapan sevilen bir mekana
dönüşmüş.
Festivalin açılışı da şehrin yeni çekim merkezi CityPalais’nin içindeki
Mercatorhalle’de yapılıyor. Kocaman bir konser salonu, tıklım tıklım dolu.
Sahnede dev, beyaz bir perde. ‘Bosporus: Tor der Kulturen’ yazıyor üstünde, yani
‘Boğaziçi: Kültürler Geçidi’. Bir bakıyoruz, Şevval Sam çıkıyor sahneye.
Alaturka nağmelerden dilimize bal çalıp sahneyi Duisburg Belediye Başkanı Adolf
Sauerland’a bırakıyor. Sauerland, Duisburger Akzente’nin 1977 ‘Shakespeare’
temasıyla başladığını, o günden bugüne her seferinde farklı bir temayla
yapıldığını ve birçok farklı ülkeyi konuk ettiklerini belirtiyor. Bu yıl
32’incisi düzenlenen festivalin temasının İstanbul, yapıldığı yerin de Ruhr
olması bakımından 2010’un bir ‘uvertür’ü olduğunu söylüyor.
Belediye Başkanı Sauerland’dan sonra söz Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nin
aile, kadın ve uyumdan sorumlu bakanı Armin Laschet’ye geçiyor. Her iki kıtayı
da seyredebiliyor olması bakımından İstanbul’da en çok Kız Kulesi’ni sevdiğini
söyleyerek başlıyor konuşmasına Laschet ve New York, Londra, Paris gibi
metropollerde yaratıcı potansiyelin göçmenlerden geldiğine dikkat çekiyor.
“Almanların denize dalmak için değil, kültüre dalmak için Türkiye’ye seyahat
etmeleri gerek!” diyor Laschet, Obama’nın “Yes, we can” mottosunu hatırlatıp
barış içinde ortak bir yaşamın mümkün olduğuna vurgu yaparak (Türkçe) “Evet,
yapabiliriz” diye bitiriyor sözlerini. Yüzlere tatlı bir gülümseme oturuyor.
İstanbul 2010 Yürütme Kurulu’ndan Ahmet Emre Bilgili ise “Türklerin
geleneklerinde şöyle önemli bir nokta vardır: Doğdukları yeri de, doydukları
yeri de memleketleri kabul ederler” diyerek bütün Duisburgluları İstanbul’u bir
‘nebzecik’ yaşamaya davet ediyor. Haksız da sayılmaz. 24 Nisan-10 Mayıs arası 17
gün, İstanbul gibi koca bir şehir, hem de 2500 km. uzaktan yaşansa yaşansa ancak
o kadarcık, bir nebzecik yaşanır. Açılışın sonunda CityPalais’nin önündeki König
Heinrich Meydanı’nda Yeşim Özsoy ve Genco Gülan’ın ‘Benim Adım Kırmızı’dan yola
çıkarak hazırladıkları ‘Surname 09’ adlı performansa dahil oluyor herkes. Bu
performansa Duisburg’tan dans ve müzik toplulukları da eklenince kimsenin
keyfinden geçilmiyor.
Gelelim festivalin içeriğine... Akzente’nin tiyatro, müzik, edebiyat, film,
fotoğraf dallarını kapsayan programının üç ana başlık altında toplandığını
görüyoruz. İlki İstanbul’dan aktüel sanat örneklerine dayanan etkinlikler.
Örneğin, Dostlar Tiyatrosu’nun ‘Sivas 93’, Tiyatro Oyunevi’nin ‘Yalnızlıklar’,
Garajistanbul’un ‘Histanbul’ adlı oyunları, ‘Ara Güler’in İstanbul’u’ sergisi,
Nuri Bilge Ceylan filmleri, Mario Levi, Sunay Akın, Akgün Akova’nın okuma
günleri gibi.
İkincisi ise yurtdışında yaşayan Türk sanatçıların işlerine odaklanıyor.
Attila Durak’ın ‘Ebru Türkiye’nin Kültürel Çokyönlülüğü’ adındaki sergisi,
Duisburg Marxloh film şirketi P.Y.P’nin ‘Boğaziçi’ni daha önce hiç
görmedim’ adlı gösterisi, Duisburg Fakir Baykurt Edebiyat Grubu’nun ‘Ren
Kıyıları’ndan Boğaz’a Bakış’ konulu okuma etkinliği gibi. Üçüncü başlık altında
da ‘Çok Fazla Ağaç’adındaki dans tiyatrosu veya ‘Kilims a la Turca’ sergisi gibi
Türk-Alman işbirliğini içeren projeler var.
İstanbul ve Türkiye’nin tarihine yönelik konferanslar da festivalin teorik
çerçevesini çiziyor. Şevval Sam’la başlayan festival Serkan Çağrı’nın
klarnetiyle son bulacak. Ayrıca festival kapsamında, bu yıl Duisburg’ta ilk kez
Hıdırellez’in kutlanacağını, 2010’un baharında İstanbul’a gezi
düzenleneceğini de belirtmek gerek. Ne diyelim... İki hafta boyunca dönüşümün
şehri Duisburg, İstanbul’u, Boğaziçi’ni giyinecek üzerine. Bize de, özlemle,
‘pek yakıştı’ demek düşecek.