Dubai

Burası, paranın nelere kâdir olduğunu dünya gözüyle görebileceğiniz bir şehir. Binalarının ortalama yüksekliği, boyuna serpilen genç delikanlılar gibi, her yıl birkaç santim uzayan bir metropol Dubai.

En büyüğü, en uzunu, en genişi, en şatafatlıyı, en tuhafı bu yapay cennette bulabilirsiniz.

Dünyanın en büyük yapay adaları olan Palmiye Adaları burada denizin içinde şekilleniyor. Dünyanın en uzun binası olmaya namzet Dubai Burcu, daha şimdiden heyhula gibi yükseliyor şehrin gökdelenleri arasından. Dünyanın en lüks oteli, kapısından içeriye bile para sayarak girilebilen Burc'ul-Arab, yelkenliye benzetilmiş mimarisiyle kıyıya yakın bir halde buraya demirlemiş. Sarısından gözlerinizin kamaştığı, pahasından cebinizin kaşındığı Altın Çarşısı da tüm abartısıyla burayı mekan edinmiş.

Dışarıda civanın kırka vurduğu bu şehirin alışveriş merkezinde kar üstünde kayak yapan gençleri görebilir; Dubai Deresinde bir kıyıdan diğerine, boş iken bile suyun üzerinde nasıl durduğuna şaşacağınız takaları tepeleme dolduran rengarenk Hintlilerle kaynaşabilir; sonra da şortlu, sandaletli, sarı saçlı turistlerle golf oynayabilirsiniz burada.

Burası, Ortadoğu'nun en liberal kültürünün, en açık ekonomisinin barındığı bir kaçamak. Burası, petrolle yükselmiş, ama geleceğini petrolde aramayan bir macera.

Dubai, burayı her yönüyle tanımaya kalkan için ilk anda bir sirki andırır. Ama Dubai, bu çeşniyi, bu çeşitliliği, yapmacıklık ardında saklanan samimiyetini geleceğini kurmak adına yapıyor aslında.

Zira Dubai'nin petrol rezervlerinin 2020'leri göremeyeceği ifade ediliyor. Dubai, bu yüzden büyük ölçüde turizm ve finansal hizmetlere yönelmiş durumda. Bugün emirliğin gayrisafi yurtiçi hasılasının % 90'nının petrol dışı sektörlerin ürettiği katma değerden sağlandığını söylüyor rakamlar. Turizm, ekonomiye olan % 40'lık katkısıyla, ekonominin belkemiği olmuş neredeyse. Geçen sene şehri ziyaret eden turist sayısı 6 milyonu aşmış.

Dubai'yi yapay, ruhsuz, gösterişli bulabilirsiniz. Ama Dubai geleceğini böyle bir zemin üstüne oturarak sağlayacağını düşünüyor.

Dubai'nin geleceğine oturttuğu bu hedefe hızlı adımlarla koşabilmesinin ardında sadece petrole bağımlı bir zenginlik yatmıyor. Burası, tüm liberal havasına rağmen aslında bir ulus-devlet, bir eyalet ve hatta bir emirlik gibi siyasi yapı mantığı ile yönetilmiyor. Tüm Dubai, aslında Şeyh Maktum'un patronu olduğu devasa bir şirket gibi yönetiliyor. Dubai'de alınan her karar, şirketlerdeki yatırım kararlarına benzer bir süreçten geçiyor. Dubai'de sivil haklara bakış açısı, şirketlerdeki personel yönetmeliklerini oluşturan kafa yapısından pek bir farkı yok. Şeyh Maktum Dubai'yi yönetmekle kalmıyor, aynı zamanda işletiyor.

İşte bu yüzden, eğer Türkiye Körfez ülkelerindeki yükselişten nasiplenmek istiyorsa, öncelikle Şeyh Maktum'un yatırımlarını Türkiye'ye çekmek zorunda. Zira Şeyh Maktum Dubai'yi, Dubai de Körfez sermayesini peşinden sürüklüyor. Bu da başta Dubai emiri olmak üzere bölgedeki yönetici ailelerle bizim hükümetin çok daha sıkı bir ilişki kurmasını gerektiriyor.

Tamamen duygusal bir yorum oldu, farkındayım.

Körfez ülkelerinin yöneticilerini ve zenginlerini, çeşitli sebeplerle beğenmeyenler her kesimden çıkacaktır. Bu sebepler, kimi zaman haklı da olacaktır. Ama mesele dönüp dolaşıp ekonomimize batı dışında alternatif kaynaklar sağlamaya gelecekse, böyle bir politikaya kendimizi hazırlamamız gerekecek.