Doğan Hasol'dan İlk İstanbul Yapı Fuarı'nın Öyküsü

YEM Yönetim Kurulu Başkanı Mimar Doğan Hasol
Yapı-Endüstri Merkezi, fuar kültürünün olmadığı bir dönemde pek çok güçlüğe göğüs gererek düzenlemeye başladığı, “yapı alanında Türkiye’nin ilk uzmanlık fuarı” unvanını taşıyan Yapı Fuarı’yla yıllarca üretici ve tüketiciyi biraraya getirdi. Yapı kültürüne gözardı edilemez katkılarda bulundu. “Firmalar fuarımızda buluştular. Birbirleriyle bilgi alışverişinde bulundular. Gördüklerinden kendilerine pay çıkardılar. O ürünlerin rakiplerini yaratmaya çalıştılar ve böylece ürün çeşitliliği ve ürün sayısı arttı” diyen Yapı-Endüstri Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Doğan Hasol ile ilk yapı fuarını ve yapı fuarının sektöre katkılarını konuştuk.

Yapı Fuarı nasıl bir gereklilikten doğdu?

Yapı-Endüstri Merkezi’nin kuruluş çalışmalarına 1967’de başladık. 1968 yılında daimi sergiyi açtık ve sonra Yapı-Endüstri Merkezi’nin kuruluşunu gerçekleştirdik. Daimi sergiyi kurduğumuzda Türkiye’de yapı malzemesi çeşidi son derece azdı. O dönemlerde yapı malzemelerinin merkezi Perşembe Pazarı idi. 1978 yılında ise Türkiye’de yapı malzemesi anlamında bazı gelişmeler olmuştu. Dolayısıyla bir yapı fuarı açılması gündeme geldi.

O tarihlerde fuar gerçekleştirmek zor olsa gerek?

Evet, fuara doğru bir takım sıkıntılarımız oldu. İstanbul’da fuarı yapabileceğimiz tek yer İstanbul Spor ve Sergi Sarayı idi. Fuarı gerçekleştirmek için tribünleri sökmemiz gerekiyordu. İlk fuarın hazırlıkları için salona gittiğimizde tribünlerin sökülmesi bir hayli vaktimizi aldı. Tribünleri söktükten sonra sıra standların yerleştirilmesine geldi. Fakat, 1978 yılında henüz bugünkü anlamıyla stand malzemesi de yoktu. Neyse ki o tarihte kutu profiller piyasada bulunuyordu. Kutu profillere eklediğimiz metal kulaklara, sunta panoları vidaladık. Bu panolar, strüktürü bölerek standları oluşturuyordu. Vidalama işini sonradan MOSEM’i kuracak olan Vedat Orhun’la birlikte yaptık. Vedat Orhun’un atölyesinde deneysel olarak bazı standlar kurduk. Kurmuş olduğumuz standları, ne kadar sarsıldığını görebilmek için sarstık. Baktık ki sarsılıyor, standların üst kısmına bazı çaprazlar koymak suretiyle o sarsıntıları engellemeye çalıştık. Stand sorununu kendimiz çözmeye çalıştık yani. Sonra da Vedat Orhun’la birlikte satış planına uygun bir şekilde standları gerçekleştirdik.

26 Eylül 1978 tarihinde fuar açıldı...

Evet, fuar açıldı. Fuara yalnızca 93 kuruluş katılmıştı. TSE ve TÜBİTAK gibi ticari olmayan kuruluşların da standları vardı. Firma sayısı azdı ve yaptığımız fuar da yalnızca yapı alanında değil, bütün uzmanlık alanlarında yapılan ilk uzmanlık fuarıydı. 1978 yılında hemen hiçbir şey bugünküyle kıyaslanabilecek durumda değildi. Ama her şeye rağmen fuarın iyi bir şekilde duyurulmasını sağlamıştık. Fuarı çok çeşitli çevrelerden pek çok kişi ziyaret etti. Hatta beklediğimizden çok daha fazla ziyaret oldu. Olumlu izlenimler aldık. Milliyet Gazetesi ile bir fuar eki konusunda anlaşmıştık. 27 Eylül günü fuar eki çıktı. Güzel bir ek oldu. Yine 27 Eylül günü Hilton Oteli’nde “Tasarlayıcı ve Yapıcıların Enerji Sorununa Yaklaşımları” konulu bir açıkoturum yaptık. 27 Eylül akşamı bir de kokteyl düzenledik. O kokteyle de pek çok ünlü işadamı katıldı. Ayrıca bugün de sürdürmekte olduğumuz “Amacına En Uygun Tasarlanmış Stand Yarışması”nı gerçekleştirdik. O tarihlerde, bugün yaptığımız pek çok şeyin temelini atmışız aslında. 8 Ekim’e kadar, 13 gün süreyle fuar açık kaldı. Bugünkü fuarlarımıza göre uzun bir süre 13 gün. Bugün fuarlarımızı çok daha geniş bir alanda, çok daha geniş bir katılımla yaptığımız halde beş günde tamamlıyoruz. Fakat o zamanlar böyleydi. Belki de o zamanlar insanların zamanları bu kadar değerli değildi, ya da o tarihte o ilgiyi 5 güne sığdırmak mümkün olamıyordu. O yıl fuar girişini ziyaretçi az olur korkusuyla parasız yapmıştık. Ancak henüz bir profesyonel fuar fikri yoktu. Onun için ziyaretçilerimizin büyük çoğunluğunu çocuklar oluşturdular. Hatta Nişantaşı’nın çocukları fuarı bir eğlence yeri gibi görmüşlerdi. Kendilerine zaman zaman; küçük naylon poşet, renkli kâğıt, broşür gibi hediyeler de veriliyordu. Ama bir süre oynadıktan sonra çocuklar bunları atıyorlardı. Biz ağaç diplerinden topluyorduk sonra. Özellikle Cumartesi ve Pazar günlerinde firmalardan bu konuda şikâyet geldi. “Her şeyden çok memnunuz ama tek şikâyetimiz var; çocuklar. Çok fazla broşür alıyorlar. Seneye fuarın girişini paralı yapın” dediler.

Bir sonraki sene fuar yapılmadı ama değil mi?

Evet, biz fuarı iki yılda bir düzenlemeyi düşünüyorduk. Fakat sonraki yıl başka bir kuruluş “İdeal Ev” gibi bir isimle başka bir fuar yaptı. Aynı katılımcılar o fuara da katıldılar. Durum böyle olunca biz de fuarımızı her yıl tekrarlamaya karar verdik. 1981 yılında ise Atatürk’ün doğumunun 100. yıldönümü yurtta kutlanıyordu. İstanbul Sanayi Odası bir fuar düzenlemek istiyordu. Onların düzenlemek istediği fuarı da bizim fuarımızla birleştirerek daha büyük ölçekli bir fuar düzenledik. O zamandan bu zamana da fuarımızı her yıl gerçekleştirdik. Fuarın ilk düzenlendiği yıllarda yapı üretiminin çok kısıtlı olduğunu söylemiştiniz. Yapı fuarının Türkiye’deki yapı üretimine ne gibi katkıları oldu? Yapı Fuarı’nın Türkiye’deki üretime birkaç bakımdan katkısı oldu. Bir kere yapı kültürümüz açısından çok önemli bir adımdı. Bugün yapı yaptırmayanlar bile fuara geldikleri zaman, ileriye dönük olarak bir takım bilgiler edinebiliyorlar. Fuar, kullanıcıyla üreticiyi bir araya getirdi. Bunun yanı sıra üreticiyle üreticiyi bir araya getirdi. İlk ya da ikinci fuardaydı sanırım, günün sonunda çelik mobilya alanında çok önemli bir yere sahip olan Nafiz Bey’in hatırını sormak için yanına gittim. Sohbet ederken “İyi siparişler aldınız mı?” dedim. O da bana; “Siparişi bir yana bırak, yıllardır çözemediğim bir sorunumu çözdüm dedi. Bu yüzden benim için artık bu fuar tamamdır” dedi. Yani; üreticiyle üreticiyi biraraya getirmek de son derece önemli idi. Firmalar birbirlerinin ürettiklerini görüyorlar.

Sayın Turgut Özal o zamanlarda cumhurbaşkanıydı ve bir gün fuarı ziyaret etmişti. Bana yeni serbest bırakılan ithalatın yararlı olup olmadığını sordu. Kendisine ithalatın yararlı olduğunu söyledim. Çünkü bir fuarda görülen yabancı ürün ertesi fuarda bizim üreticilerimiz tarafından üretilmiş oluyordu. Bizim sanayicilerimiz gördükleri bir şeyi hemen tekrarlamayı becerebiliyorlar. Bu sayede Türkiye piyasasında olmayan pek çok şey yeniden üretilmeyle başlandı. Bunları böyle izah ettikten sonra bir de zararının olduğunu söyledim. Zararı da şu idi; gelen ithal ürünler son derece pahalı oluyordu ve bizim üreticilerimiz de madem ki onlar satışta yer bulabiliyorlar, biz neden o fiyatlarda satmayalım diye düşünerek fiyat artırıyorlardı. Firmalar fuarımızda buluştular. Birbirleriyle bilgi alışverişinde bulundular. Gördüklerinden kendilerine pay çıkardılar. O ürünlerin rakiplerini yaratmaya çalıştılar ve böylece ürün çeşitliliği ve ürün sayısı arttı. Türk yapı malzemeleri endüstrisi bu alanda çok büyük gelişmeler kaydetti. Bu gelişmelerde Yapı-Endüstri Merkezi olarak karınca kararınca bir payımız vardır dile düşünüyorum.

Yapı fuarı nasıl bir gelişim gösterdi?

Yapı fuarı çok gelişti. Bugün yaklaşık 60 bin m²’lik bir alanda fuarımızı yapıyoruz. Spor ve Sergi Sarayı 6 bin m²’lik bir alandaydı. Ayrıca Spor ve Sergi Sarayı’nın sergileme için bir altyapısı yoktu. Standlara elektrik getirmek problem oluyordu. Telefon ve su çok ciddi sorundu. Basınçlı hava getirmek düşünülecek bir şey bile değildi. Biz tribünleri söküp, boş alana standlarımızı kuruyorduk. Birinci yıl az önce de bahsettiğim gibi çok ilkel koşullarda standları kurduk. İki yıl sonra bir gelişme oldu; Vedat Orhun başka bir arkadaşla birlikte bir firma kurdu. Onlar alüminyum profil kullanmak suretiyle ciddi bir stand sistemi hazırladılar. İlk müşterileri de biz olduk. Fuarımızın getirdiği yeniliklerin arasında yeni bir stand sistemini de sayabiliriz aslında. Nitekim 1978’de standlarımızda plastik boyalı, sunta panolar, demir kutu profiller kullanırken, bir sonraki fuarda şık alüminyum profiller ve onların arasına konmuş plakalarla fuarımızı düzenledik. Zaman içinde firmalar da zaten daha özgün standlar yapma yolunu seçtiler. Sonraki yıllarda İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’na ilişkin bazı sıkıntılarımız oldu. Fuarımızı gören bazı kuruluşlar yine İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’nda bizim ardımızdan fuarlarını yaptılar. Beden terbiyesiyle yapılan anlaşmaya göre tribünleri monte etmeleri gerekiyordu. Fakat onlar tribünleri monte etmekten kaçıntılar. Çünkü onların bir daha fuar yapıp yapmayacakları da belli değildi. Bazı yıllar böyle kötü sürprizlerle karşılaştık. Biz ise her yıl tribünleri takma giderlerini üzerimize alarak tribünleri monte ettiriyorduk. Bir yıl Basketbol Federasyonu, uluslararası bir turnuva olduğunu ileri sürerek salonun bize verilmesini engelledi. Oysa biz öyle bir turnuva olmadığını öğrenmiştik. Zaten turnuva da yapılmadı. Maalesef Türkiye’de her şey çok keyfî. Böyle olunca o yıl fuarımızı Taşkışla’da yaptık. İstanbul Teknik Üniversitesi fuardan çok memnun kaldı ve her yıl fuarı Taşkışla’da düzenlememizi istediler. Fuarlarımızı yıllarca İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’nda ve bir kez de Taşkışla’da gerçekleştirdik. Profesyonel fuar alanlarının açılmasıyla da fuarlarımızı oralarda düzenlemeye başladık.

Fuarın diğer kentlere sıçraması nasıl oldu?

Diğer kentlerde fuar yapma fikri bir ihtiyaçtan doğdu. Ankaralı mimar ve mühendislerden ve firmalardan böyle bir talep geldi. Biz de zaten Ankara’ya gitmek istiyorduk. O zamanlar ulaşım olanakları da bu kadar gelişmiş değildi. Bugün fuara Türkiye’nin hatta dünyanın çeşitli yerlerinden ziyaretçiler geliyor. O tarihlerde insanlar hizmetin ayaklarına getirilmesini bekliyorlardı. Yapı Fuarı’nı Ankara’da yaptık. İzmir’de, Uluslararası İzmir Fuarı’nın içinde bir pavyonumuz vardı zaten. Her yıl Mimar Ünal Sunuk’un gözetiminde o pavyonda yapı malzemelerini sergilerdik. Ankara’dan sonra da İzmir’de Yapı Fuarı’nı düzenledik. Birkaç kez de Gaziantep’te fuar yaptık. Fakat hala oralarda yer sorunu var. Fuar kültürünün olmasından dolayı İzmir biraz daha yer sorununu çözmüş durumda. Aslında İstanbul’da da yer sıkıntımız var ama bu, gördüğümüz büyük ilgiden kaynaklanıyor.
Yapı'78, 26 Eylül – 8 Ekim tarihleri arasında 13 gün süreyle açık kaldı.


Diğer kentlerdeki sanayiciler tanıtım etkinliklerine katılma alışkanlıklarını edinemediler. Biz yine oralarda gerçekleştirdiğimiz fuarlara İstanbul firmalarını taşıyoruz. Böyle bir terslik var. İzmir Fuarı’nda İzmir firmalarının yarısı yok. Oysa onların fuarda bayrak göstermeleri gerek, mutlaka oralarda olmaları gerek. İş bağlama ve iş bitirme noktasında Türkiye’deki fuarların Avrupa’dakilere yetişemediği görüşü var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Ben o kanıda değilim. İstanbul Yapı Fuarı’nı Avrupa’da açılan herhangi bir fuarla kıyaslayabilirsiniz. Yıllar önce bir dostum İngiltere’ye gidiyordu ve İngiltere’deki Yapı Merkezi’ni ziyaret etmek istediğini söyledi. Ona tavsiyelerde bulundum ve bir takım adresler verdim. İngiltere’deki merkezle bizim aramızda nasıl bir farkın olduğunu sordu. Ben de İngiliz sanayisi ve Türk sanayisi arasındaki fark kadar bir farkın olduğunu söyledim. Aynı şekilde bizim fuarımız 60 bin m²’lik gerçekleştiriliyor. Batı’daki fuarlar 300 bin m²’lik alanlarda yapılıyor. Fransız sanayisinin boyutuyla Türk sanayisinin boyutu arasındaki fark kadar bir fark var yani. Onların fuarına sekiz küvet üreticisi katılıyor, bizimkine iki üretici katılıyor. Fark boyut farkı aslında. Kalite anlamında, nitelik anlamında ve altyapı anlamında hiçbir fark yok. Hatta biz Avrupa’daki fuarlardan daha iyi hizmet veriyor olabiliriz. Bunu da belirtmek gerekir.

Söyleşi, 20 Nisan 2007 tarihinde, 30. Uluslararası Yapı 2007 İstanbul Fuarı öncesinde gerçekleştirilmiştir.