Yurt Gazetesi'nden Hakan Akpınar'ın sayıları artık binlerle ifade edilen hidroelektirk santralleri ile 'suyun metalaştırılması ve ticarileştirilmesi' konusundaki sorularını yanıtlayan JMO İstanbul Şube Başkanı Prof. Dr. Yüksel Örgün'ün açıklamaları şöyle:
Küresel su siyaseti ve Türkiye'deki su politikalarıyla ilgili JMO’nun değerlendirmesi hangi yönde?
JMO olarak ortak görüşümüz “HES'lerin bilimsel kurallar ölçüsünde ve kesinlikle çevresel etkilerininde dikkate alınarak yapılması” yönünde. Her derenin üzerine HES projesi inşa edilmez. Bugün gelinen nokta ne yazık ki, bir miktar sermayeye sahip olan herkes gözüne kestirdiği bir dere yatağı üzerine santral kurmaya çalışıyor ki böyle bir anlayış dünyanın hiçbir yerinde yok. Suyun ticari bir meta olarak kabul edildiği ülkemizde bırakın şehirlerde suyun ücretsiz halka ulaştırılması, yerel yönetimler yasasında yapılan değişiklikle, mahalle statüsü verilen köylerde bile suya para ödemeye başlandı.
1601 HES projesi
Son yıllarda ülkemizde suyun metalaşması süreci ve hızı nedir? Nasıl bir değerlendirme ortaya çıkarıyor?
Doğal yaşamın sürekliliği için su kanyaklarının, kullanım önceliğine göre planlaması zorunlu olmasına rağmen, ülkemizde nerdeyse enerji üretim amacıyla “Su Kullanım Hakkı Anlaşması” yapılmayan dere kalmamıştır. Bunun sonucu olarak 4628 sayılı “Elektrik Piyasası Kanunu” çerçevesinde özel sektör tarafından gerçekleştirilecek hidroelektrik santral (HES) projelerinin toplam sayısı 1601’e ulaşmıştır. Bakan Veysel Eroğlu’nun verdiği bilgiye göre, 2014 itibariyle 320 adet HES özel sektör, 141 HES DSİ tarafından tamamlanarak işletmeye alınmıştır. İnşaat çalışması süren 162, plan ve proje aşamasında 823 proje bulunuyor. Şuan en çok HES Maraş (33), Trabzon (31), Giresun (26), Adana (21) ve Sivas’ta (18) bulunmaktadır. Yapımı devam eden HES dikkate alındığında Trabzon’da 42, Erzurum’da 40, Artvin’de 35, Giresun’da ise 31 HES olacak.
HES'lerin insan ve doğa üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri nelerdir?
Hidroelektrik santrallerin yapım ve işletim sürecinin insan ve doğa üzerinde muazzam etkileri var. HES'ler yapım aşamasında; nehir havzalarında topografyada, nehir yataklarında, orman ve bitki örtüsünde yaşanan tahribatın yanısıra inşaat tozlarının da yaprakların fotosentez hızını yavaşlatıp, bitkilerin ve ağaçların çeşitli hastalıklara karşı direncini düşürdüğünü ve mantar hastalıklarının yayılması için uygun ortamı hazırladığı bilimsel raporlarla kanıtlanmıştır.
ÇED raporları hatalı
Aynı nehir havzasına birden fazla ardışık HES inşa edilmesi ve herbiri için ayrı ayrı ÇED raporları hazırlanması bilimselsel olarak ne kadar doğru bir karardır?
Evet! Üzerinde durulması gereken bir diğer önemli husus da bir nehir havzasında birden fazla ardışık HES inşa edilmesi ve her biri içinde ayrı ayrı Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporları hazırlanmasıdır. Oysa bir havzada ardışık HES yapılarının her biri için ayrı ÇED değil, bütünleşik değerlendirme yapılması, komşu havza veya havzalar arasında etkileşim söz konusu ise bu havzalarda ortaya çıkacak olası etkilerinin de değerlendirmeye alınarak toplam etkinin ortaya çıkarılması gereklidir. Ülkemizde hazırlanan çoğu ÇED raporunda bütünleşik yaklaşım göz ardı edilirken HES’lere sadece enerji üreten tesisler olarak bakılıyor. Bu koşullarda herhangi bir ön araştırma yapmadan, bilinçsizce yapılan her HES projeleri bir yıkım fermanıdır.
Akarsu havzalarının bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmesi zorunludur. “Su Kullanım Hakkına Dair Yönetmelik” gereğince, hidroelektrik üretim tesisi kuran şirketler, doğal hayatın sürdürülmesini sağlayacak miktarda suyu “can suyu” olarak dere yatağına bırakmakla yükümlüdür. Bu miktar da yeterli kontrol olmadığı için şirketin insafına bırakılmıştır. Ancak, yapılan bilimsel çalışmalar, can suyu uygulamasının nehirlerin sağlığını korumak için yeterli olmadığını; nehir ekosisteminin bütünlüğünün korunması için, can suyu uygulaması yerine, “çevresel akış” adı verilen uygulamaların tercih edilmesi gerektiğini ortaya koymuştur.