Belediyelerin yeni yasal görevlerinden ''stratejik planlama'' çalışmaları, geleceğe sadece ''imar rantı'' beklentileriyle bakmanın ''talihsizliği''ni yaşıyor. ''Gelişme''nin arsa ve arazileri imara açmadan da mümkün olabileceğini; hatta bunun ''kimlikli ve yaşanabilir bir kentleşme''yi sağlayabileceğini; aklı fikri emlak piyasasına imar hakları sağlamakta olan yerel yöneticilerimize anlatmak belli ki zaman alacak.
''Yatırım'' denince, sadece ''satılık ve kiralık yapılaşma'' ya da yüksek yoğunluklu ''ticaret ve iş merkezleri''ni anlayanlar, örneğin ''kültür ve çevre değerleri''ni yaşatacak projelerin de ''kuşaktan kuşağa yatırım'' demek olduğunu kolay kavrayamayacaklar.
Buna karşılık, kentlerin kaderini ''sürdürülebilir bir yaşam kalitesi'' ve ''tüketilmeyen kaynaklar'' ile güvenceye almayı amaçlayan stratejik planlamanın, ''imar planı''ndan çok farklı değerlendirmelerle hazırlanması gerektiğini ''görebilen'' belediyeler ise ''toplumsal esenliği'' de sağlayan bir yerel demokrasinin örneklerine imza atabilecekler.
Bu gözlemlerimiz, 29 Mayıs 2006 günü Yalova Mimarlar Odası Temsilciliği tarafından düzenlenen ''Stratejik Planlama ve 1/25 binlik Çevre Düzeni Planı İlişkisi'' panelindeki ''izleyici soruları ve katkıları'' bölümünde de doğrulandı.
Özellikle İzmit Körfezi'nin ''Altınova-Hersek'' kıyı kuşağına yapılmak istenen ''tersane'' tesisleri ile Yalova'daki kamuya ait ''TİGEM'' arazisinin ''turizm alanı'' yapılmasına yönelik ''serzeniş''lerden belli ki, bu kentin de ''gelişme stratejisi''ni doğru belirlemek için öncelikle yukarda özetlenen türden ''rant yatırım''larını sorgulamak gerekiyor.
Böylesi ''tahrip edici'' projeler yerine, bu ilimizin, başka hiçbir ilimizde bulunmayan zenginlikteki verimli topraklarını değerlendirmeyi ve bir ''tarım cenneti'' haline getirmeyi sağlayabilecek önlem ve planlamalar ise ''kısa vadede çıkar sağlama''ya dönük, çevreye ve topluma duyarsız kararların önüne geçemiyor.
Farklı kimlik özlemi
Yakın geçmişe kadar ''İstanbul'un özgün ve karakterli bir ilçesi'' olarak ün yapmış Yalova, özellikle ''il'' olduktan sonra adeta ''bağımsız ve farklı bir kimlik'' arayışına kapıldı. 1999 depreminin dramını yaşarken, zaman ilerledikçe yeniden ''inşaat ve emlak düşkünlüğü''ne dönülerek binaların azaltılmış kat sayılarında bile yükseltmeler başladı.
Oysa Yalova'nın en büyük şansı, İstanbul gibi dev bir metropolün ''mücaviri''nde bulunması. 15 milyona giden bir nüfusun devasa meyve, sebze ve her türlü tarımsal ürün gereksinmesi, Yalova'daki tüm imar rantı gelirlerinden çok daha fazlasını kazandırmaya hazır... İstanbul'a Anadolu'nun en uzak ovalarından kamyonlarla ürün taşınırken, ''yanı başı''ndaki Yalova'nın ''kolları sıvamak'' yerine aynı kamyonlara ''feribot iskelesi sunmakla'' yetinmesi ise planlamadan ve ekonomi kültüründen ne denli uzaklaşıldığını kanıtlıyor.
Sözün kısası, Atatürk 'ün de geleceğini tarım ve bahçecilikte gördüğü ve bunda ilerlemesini tavsiye ettiği; dahası aynı amaçla ''çiftliklerin'' kurulduğu Yalova'nın kimliği de belli; stratejisi de.
Eğer Yalovalılar, imar rantından gözü dönenlerin tarımı dışlamalarına karşı bunu, bir ''onur sorunu'' yapabilirlerse; ''kalkınma adına betonlaşmak'' yerine doğanın kendilerine armağanını değerlendirebilirlerse; dünyanın en büyük metropollerinden biri olan ''komşu'' İstanbul'u da sürekli ''müşteri''leri kılabilirlerse; en zengin çevre ve kültür kentini mutlu ve üretken insanlar olarak kuşaktan kuşağa esenliğe de kavuşturmuş olurlar.