'Dilim Benim Yurdumdur'

Bu yılki Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü'nü "Dün Bugün'' adlı son şiir kitabıyla kazanan Cengiz Bektaş'la keyifli bir söyleşi yaptık. Şiirinin köklerinden başlayıp mesleği mimarlığın şiiri üzerindeki etkisine, Türkçe sevgisine kadar uzandık.

- Şiirin doğadan, topraktan, Anadolu'dan günümüzün dünyasına, bu dünyanın ezen ezilen çelişkisine, tüketim hırsına, bütün bunların doğurduğu acıya, öfkeye uzanan bir çizgide konuşuyor.. diyorum. Sen ne diyorsun?

Cengiz Bektaş - Bu doğaçtan böyle. Başlangıçta ölçüp biçerek bu yolu seçmiş olduğumu söyleyemem. Ama çocukluktan, yetişmemden, özellikle anamın etkisinden böyle oldu. Yaş aldıkça da bu çizgi kalınlaştı. Çünkü yazdıklarımla yaşadıklarım hep çakıştı. İnanıyorum ki sanat insanlara aydınlık, mutlu, barışla belirlenmiş bir geleceği sunmak için yapılmalı.

- Şiirinde Anadolu'nun, doğanın yanı sıra halk şiirinin sesi, etkisi de seziliyor...

Bektaş - Bu da doğal. Ninemin çocuk öykülerinden Yunus 'u, halk şiirini öğrendim. Hatta Yunus'u bir gün kitapta gördüğüm zaman şaşırdığımı anımsıyorum. Özellikle, karışık bir dünyaya doğmuş olan Yunus, her yönüyle sevgiyi söylerken beni çok etkiledi. Bunda doğduğum yörenin etkisi de var. Bu yöre, eskil çağdan beri doğa sevgisini, insan sevgisini dillendirip gelmiş bir yöre. Buna da şaşmıyorum desem yalan olur. On yaşımda ayrıldığım Denizli beni böylesine nasıl etkileyebildi diye.

Önce şiir vardı

- Aynı zamanda mimarsın. Ya da önce şair misin, mimar mısın? Şiirinde mimar olmanın etkisi nedir?

Bektaş - Doğal olarak önce şiir vardı. Ona, bana göre, en yakın uğraş da mimarlıktı. Çünkü ikisi de yoktan var etmektir. Saptama sanat olamaz. Sanat yaratmadır. Şiirde de, mimarlıkta da bilinen sözcüklerle ya da bilinen gereçlerle daha önce var olmamış bir şey yaratıyorsun. Ben bunu üstelik her türlü süslemeden arındırarak, elden geldikçe yalın yoldan yapmaya çalışıyorum. Kısacası, ikisini birbirinden ayırt edemiyorum. Mimarlık açısından coşkulu olduğum sıralar şiir birlikte geliyor ya da tersi. Her ikisi de birbirini etkiledi. İlk yapıtlarımdan birine yazdığı sırt yazısında Tahsin Saraç şiirlerinde sağlam bir yapı görülür demişti. Gerçekten öyle. Şiirimde taşıyan, taşınan bellidir.

- İlk şiirlerin Dağlarca 'nın Türkçe dergisinde çıktı diye biliyorum. Bu da şu soruyu getiriyor: Dilimiz, Türkçe üzerine ne diyeceksin?

Bektaş - Adı üstünde, Türkçe. İstanbul Erkek Lisesi'nde bütün bir kuşak dil duyarlığıyla yetiştirildik. Dilimi hem çok seviyorum, hem de onun konuşulduğu ortamı gerçek yurdum olarak duyumsuyorum. Tüm şiirlerimde yabancı sözcük hemen hemen yoktur. Dağlarca'nın yolladığım ilk şiirde bundan etkilendiğini sanıyorum. Sonra tanıştığımızda, ilk kez konuştuğuyla yazdığı birbirini tutan biriyle karşılaşıyorum demişti. Ayrıca, sen de, başkaları da, hepimiz orda buluştuk. Çünkü bu duyarlık hepimizde vardı.

Yürekten sevindiğim ödül

- Mimarlık ödüllerin ayrı. Şiirde de bu ilk ödülün değil, değil mi? Bir Dil Kurumu Ödülün olduğunu anımsıyorum.

Bektaş - TDK Ödülü deneme-inceleme dalındaydı. İlk şiir ödülüm, Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki, Bedri Rahmi 'nin seçici kurulunda olduğu bir yarışmadadır. İkincisi TRT Tek Şiir Başarı Ödülü'dür. 1971. Üçüncüsü Romanya Uluslararası Edebiyat Gün ve Geceleri etkinliğinde verilen Ovidius Şiir Ödülü. Bu ödül çok güçlü bir seçiciler kurulunca belirleniyor. Ceyhun Atuf Kansu Ödülü sonuncusu. Özellikle çok sevdiğim, benden çok daha genç bir ozan ile dilimizin iki büyük ustasının seçici kurulunda olduğu bu ödülün bana verilmesi beni gerçekten gönendirdi. Ama yürekten sevindiren Ceyhun Atuf Kansu adına verilen bir ödül olması.