Deprem ve Seçim...



Tıpkı bundan önceki genel ve yerel seçimler gibi... 12 Haziran 2011 seçimlerine yaklaşıyoruz. Siyasiler meydan meydan dolaşıyor. Her salı grup toplantılarında heyecanlı nutuklar atıyorlar. Aziz milletim etkileniyor, heyecanlanıyor, geriliyor, hak veriyor. Gündem dolu; demokrasi, özgürlük, baskı, Mısır, Libya, Japon depremi, tsunami, nükleer sızıntı...

İstanbul ve Marmara Bölgesi depremi bekliyor. Saat işliyor. O felaket gününe doğru adım adım yaklaşıyoruz, çaresiz ve hazırlıksız. Hiç kimsenin sesi çıkmıyor. Hiç kimse o gün nelerin olabileceğinin farkında değil. Milyonlarca insanın can ve mal güvenliği bir bilinmeze emanet edilmiş. Korunmak için, zararı azaltmak için kim ne yapıyor, bildiğimiz yok. Ara sıra deprem oldukça korkuyor, sokaklara dökülüyor, televizyonlarda uzmanları konuşturarak rahatlıyoruz. Gerçekten bugüne kadar nelerin yapılıp yapılmadığı, yapılmadıysa niçin yapılmadığı kimsenin umurunda değil. Yetkililere sorarsan bir şeyler yapılıyor. Ama ne miktarda ve hangi hızla?..

İstanbul’un sorunu çok

Seçim yaklaşıyor. Vaatler uçuşuyor, yok yok. Sanki seçimden sonra hiçbir sorunumuz kalmayacak. Alabildiğine özgürlük, çağdaş bir demokrasi, herkese aş ve iş... İstanbullu dinliyor; memnun, mütebessim... Siyasetçi her şeyden bahsediyor ama İstanbulluyu bekleyen deprem tehlikesinden söz etmiyor. Onun can ve mal güvenliğine sahip çıkmıyor. Böyle bir sorun yokmuş gibi davranıyor. Aziz İstanbullum da bundan memnun. Bu konuda hiçbir talebi yok. Belki de kader bellemiş afeti. Kaderine doğru sessiz sedasız gidiyor...

İstanbul’un sorunu çok: Altyapı, yol, park yeri, ulaşım, taşkın yapan dereler, çevre kirliliği, göç, gecekondulaşma, vb. Bunlar elbette çok önemli. Siyasiler bu konuları önemsiyorlar, bunlar üzerinde harıl harıl çalışıyorlar, konuşuyorlar, çözüm üretiyorlar, projeler geliştiriyorlar... Ama iş depreme gelince hiç konuşmuyorlar. Bu konuda vaatleri yok.

Hiçbiri çıkıp da İstanbul’u ve Marmara Bölgesi’ni depreme hazırlayacağız demiyor. On binlerce insanın hayatı bizim için önemlidir demiyor. Halbuki beklenen deprem tüm bu projeleri ve geleceğimizi etkileyebilecek nitelikte. Marmara Bölgesi’nde ve İstanbul’da binlerce parlayıcı, patlayıcı ve zehirli kimyasal üreten, işleyen, depolayan ve nakleden sanayi tesisi ve işyeri mevcut. Bunlar yerleşim alanlarıyla iç içe.

Doğru dürüst kayıt ve envanterleri bile yok. Deprem sırasında bu tesislerin zarar görmesi halinde nelerin olabileceğini düşünmek bile istemiyorum.

Yıkıntı molozlarıyla birlikte bunların neden olabileceği çevre felaketinin boyutları araştırıldı mı? Sanayicilerin ve bu arada TÜSİAD’ın hiç sesi çıkmıyor. Her konuda hükümete rapor sunan TÜSİAD deprem konusunda büyük bir sessizlik içerisinde, sanki en büyük tehdit sanayi tesislerine ve ekonomiye olmayacakmış gibi...

Yöneticileri uyarmaya çalıştım

Son on bir yıl Marmara Denizi’nden kaynaklanacak depremi inceleyen ekibin bir ferdi olarak hem halkımı hem de yönetimleri uyarmaya çalıştım. İtiraf ediyorum ki bunda hiç başarılı olamadım. Bu ülkede kimse deprem tehlikesine inanmıyor. İnansa da göz ardı ederek, bulduğu bilim dışı birtakım düşüncelere dayanarak kendini rahatlatmaya çalışıyor.

İnşallah ve maşallahlarla kendine bir şey olmayacağını zannediyor. Üstelik de bunu Japon depreminin tüm gerçekliğiyle gözler önüne serildiği bir zamanda yapıyor. Buradan aklıselim olan herkese soruyorum: Hangi çağdaş ülkede, seçim arifesinde, siyasi partilerin bir kentin sorunlarıyla ilgili vaatlerde bulunduğu bir dönemde, o kentte on binlerce insanın can ve mal güvenliğini, tüm tarihi ve kültürel mirasını ve ekonomisini yok edebilecek bir sorun göz ardı edilebilir? Gene soruyorum; velev ki böyle bir konu siyasilerce göz ardı edilmiş olsun. Hangi çağdaş toplumda böyle bir yaklaşım tepki duyulmadan kabul görebilir?

Prof. Dr. Naci Görür / İTÜ Maden Fakültesi