İktidar partisinin “bağımsız yargı”yı hedefleyen anayasa değişikliğine
askeri darbe ürünü olmadığı için “sivil” ve “demokratik” deniyor; oysa bunun
için asıl, “amacı”na ve “içeriği”ne bakılması gerektiğini ise bilmeyen yok; ama
hükümettekilerle ters düşmemek için “söylemeyen” çok... Bunun sadece hukukçular
değil, “herkes” tarafından önemsenmesi ise yine anayasanın toplumda “hukuk ve
demokrasi kültürü”nü geliştirmesiyle mümkün… tıpkı, 20. yy’da dünyadaki en
“demokratik” anayasa kabul edilen; hatta “Habitat’tan 35 yıl önce” hükümet dışı
kurumların “özerk”liğini amaçlayarak “sivil”liğin evrensel öncüsü olan “1961
Anayasası” gibi...
70’lerde Akademi’deki hukuk hocamız Prof. Safa Erkün,
imar yasalarının, önce “anayasal dayanakları”nı öğreterek derdi ki:
“Anayasamızdaki sosyal adalet için mimarların da herkesin ortak çıkarlarını ve
gelecek kuşakların yaşam haklarını savunan bir imar kültürüne sahip olması;
bunun hukukunu savunmaları gerekir.”
Nitekim herkesin değil, belli
kesimlerin çıkarlarını gözeten; kentin ve çevrenin inşaat ve emlak gelirleri
uğruna gözden çıkartıldığı “imar kayırmaları”na karşı “anayasal haklar”la
sürdürdüğümüz hukuk mücadelemiz de o “tarihsel ders” sayesindedir.
Ülkeye
egemen siyasetin bu mücadeleyi etkisiz kılabilmek için “yargı”yı
işlevsizleştirmek istemesi; hatta bunu anayasa değişikliğine dek tırmandırmaları
ise yine o tarihsel derste vurgulanan “sosyal adalet”in terk edilmesinden ötürü
değil midir?
Kitapçığı ‘zula’mızdı
Aynı yıllarda,
halkın “cebinde taşıyacak” kadar anayasasını çağdaş yaşam kültürüyle
“içselleştirdi”ği bir başka örneğe dünyada rastlanmadığı söylenirdi. Hatta
denilmişti ki; “Hiçbir ülkede bu kadar minik anayasa kitapçıkları basılmamıştı”…
Çünkü o küçücük sayfalar, en “yaşamsal” umutların güvencesiydi. 61 Anayasası
tıpkı Ahmed Arif’in şiirindeki mahzun resimlerimiz gibi bizim kuşağın “zula”sı
oldu.
Şimdi de HSYK Başkanvekili Kadir Özbek diyor ki: “61 Anayasası’nın
özgürlükçü ruhu esas alınmalı.” (Milliyet-Fikret Bila/09 Şubat 2010) Bunu
okuyunca hâlâ sakladığım, kendi zulamdaki kitapçığa daldım. Demokrasimizin,
“halkoyuyla kabul edilen ilk anayasa”sında yine “ilk kez” sözü edilen “sosyal
devlet” anlayışı bakın nasıl tanımlanıyor: “İktisadi, sosyal ve kültürel
kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek, bu maksatla, milli tasarrufu
arttırmak, yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltmek ve
kalkınma planlarını yapmak devletin ödevidir.” (Md.41)
Peki, bu her
yönüyle “ulusal esenlik” anlamına gelen “ödev” nasıl bir demokratik düzende
yerine getirilecekti?
Sorunun yanıtı için yine ilk kez “yargının
bağımsızlığı”nı; siyasetin hukuka uyması için, Anayasa Mahkemesi’nin
kurulmasını; çalışanların grevli, toplusözleşmeli sendikal haklarını ve keyfi
yatırımları engellemek için, Devlet Planlama Teşkilatı’nı ülkeye armağan eden 61
Anayasası’nın demokrasimize kazandırdıkları arasında “özerklik” de var. Hem de
“üniversiteler” ve “TRT”nin yanı sıra “opera”lar, “milli kütüphane”ler, hatta
“konservatuvar”ların bile özerkliği hedefleniyor. Toplumsal aydınlanma
kurumlarının ilk kez “iktidarlara karşı” korunmaları, dünya kültür çevrelerinin
70’lerdeki UNESCO forumlarında da hayranlıklarını açıkladıkları bir anayasanın
efsanevi çağdaşlıkları...
Benzer şekilde “ormanların korunması”nın
“kalkınma” koşulu sayılması da aynı görüşün onaylanmasından ötürü “Dünya Çevre
Günü” olarak kutlanan 5 Haziran 1972’deki (Stockholm) “BM Çevre ve Kalkınma
Konferansı”ndan 11 yıl önce Türkiye’nin anayasasında yer almıştı. Örneğin 131.
Md’deki “orman suçları için genel af çıkarılmaz; ormanların tahribine yol açacak
hiçbir siyasi propaganda yapılamaz” hükmü, 80’lerdeki “kemirme”lerle
yıpratılmasına rağmen, iktidarın “2B” denen “orman talanını paralı tapuya
bağlama” hedefinin hâlâ en güçlü anayasal engeli...
Kaldı ki 61
Anayasası’nın “hazırlanış süreci” bile şimdi izlenen, “biz iktidarız, biz
hazırlarız” anlayışından bin kat daha “bilimsellik, şeffaflık ve katılımcılık”
kültürünü içeriyor.
Önce “kurucu meclis”ten seçilen komisyon ile
yönetimin hukuk bilgelerimizden oluşturduğu “bilim heyeti”, üniversitelerin de
katılımlarıyla bir yıl birlikte çalışarak; sayısız açık tartışma toplantılarıyla
tasarıyı hazırlıyor. 9 Temmuz 1961’deki yüzde 81 katılımlı halkoylamasında,
yüzde 61.5 “evet”le onaylanıyor.
Sevgili Oktay Akbal, 82 Anayasası’na
“hayır” diyeceğini yazdığı için 12 Eylülcülerden 6 ay hapis cezası almıştı.
61’de “hayır” diyenler ise ilerleyen yıllarda iktidar olacak kadar
özgürdüler...
En demokrat devrimciler
Bütün
bunlarla “şimdi”ki duruma baktığımızda, 61 Anayasası için belki en gerçekçi
tanım “demokrasimizin kültür mirası” değil midir?
Öyle bir miras ki,
tıpkı Anadolu’daki mimarlık, sanat ve felsefe tarihimizin birikimleri gibi
“çağdaş uygarlığın” görmüş geçirmiş temellerini içeriyor. Ne var ki bunun da
değerini bilemeyerek, korumak yerine yıpratmışız; geliştirmek yerine de terk
etmişiz...
Mirasımızın baş “yazar”ı Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet
Velidedeoğlu, 1920’de TBMM’nin ilk “kâtip memur”uydu; 61’deki Kurucu Meclis’in
de kâtipleri arasında görev aldı. 1992’de yaşama veda etti...
Atatürk’ün
Söylev’ini günümüz Türkçesiyle yazan; ADD’nin onursal başkanı ve Cumhuriyet
gazetesi yazarı Velidedeoğlu’nun tüm yaşamıyla birlikte “eseri” olan 61
Anayasası, cumhuriyeti kuran ve yaşatan kadroların, hem bağımsızlığımıza hem de
egemenlerin değil, halkın çıkarlarını gözeten gerçek demokrasiye “içten
sevdaları”nın da kanıtıdır.
O kadar ki bugün aynı cumhuriyeti
“demokrasiyi kullanarak yıpratmak isteyenler” bile o büyük devrimcilerin 61
Anayasası’nda sağladıkları olanakları kullanmaktadırlar..
Dünyada hiçbir
“miras” bu denli örselenmemiştir...