"Değişen Dünyada Mimarlık ve Eğitime İlişkin Genel Yaklaşımlar"
* Bu sunum, Mimarlık ve Eğitim Kurultayı I'in açılışında Kurultay Başkanı Prof. Y. Mimar Hakkı Önel ve raportör Arş. Gör. Ayşen Ciravoğlu tarafından yapıldı.
1. Ulusal - Evrensel Ölçekte Mimarlık ve Eğitime İlişkin Genel Yaklaşım ve Açılımlar
Bilindiği gibi "MİMARLIK", bilim ve teknikten yararlanan bir "sanat" koludur. Le Corbusier mimarlık için tüm sanatların ağababası diyor ve meslek olarak da sosyal, teknik ve sanatsal bir örgütlenme biçimi olarak tanımlanıyor. Mimarlık eylemi kim tarafından yapılırsa yapılsın, insanlık tarihinin her döneminde vardı. Tasarım ve yapı üretiminde rol alan aktörler ve roller, toplumun içinde bulunduğu koşullara göre de sürekli değişim içinde olmuştur. Kuşkusuz bundan sonra da böyle olacak ve yapı üretiminde yer alan aktörler ile roller daha sık aralıklarla değişecektir. Ancak, meslek olarak mimarlık çok yakın bir süreçte, önce ayrıcalıklı ve elit (sanatçı) mimarlık dönemi ve kimliği, daha sonra da özellikle 20. yüzyıldaki toplumsal değişimlerle birlikte toplumsal ve teknisyen mimarlık kimliğine dönüşmüştür. İçinde bulunduğumuz dönemde de mimarlık mesleği, toplum katmanlarında, gerek düşünsel, gerekse işlevsel ve eylemsel olarak bu iki kimliğin çelişkili bütünü ile tanınmaktadır. Evrensel ölçekteki mimarlık ve eğitimine ilişkin yaşanan gelişmelerle, ulusal ölçekteki mimarlık uygulamaları ve eğitimi acaba örtüşüyor mu? Dünyada mimarlık alanındaki çalışmaları her ölçekte izleyip, ulusaldan evrenselliğe, yerellikten çağı yakalamaya ilişkin hangi düzeyde bir çabanın içindeyiz?
Bu düşünceden hareket ederek, Türkiye'ye özgü özellikleri olan mimarlık mesleği ve eğitimini, evrensel ve tarihsel bağlarla birlikte değişen dünya ve küreselleşmeyle de bağlamlandırarak bir analiz yapmamız gerekmiyor mu? Ülkemizde yakın zamana değin altıyı geçmeyen kurumda mimarlık eğitimi verilirken, gerekli altyapı hazırlanmadan her yıl yeni mimarlık okullarının açılması ve bu sayının altı yeni açılacak okul ile birlikte otuzsekize ulaşacak olması, ülke gerçekleriyle de örtüşen sevinilecek bir yaklaşım mıdır? Avrupa Birliği'ne girme çalışmalarının yapıldığı bu süreçte, tüm yükseköğretim ile birlikte mimarlık eğitiminde de bazı uyarlamalar yapmasının zorunlu olduğu bilinmesine karşın, tüm kesimlerin (başta YÖK olmak üzere üniversiteler, meslek odaları, meslek elemanları, işveren ve uygulayıcılar ile kamu kurumları ve kuruluşları) mimarlık eğitiminde toplam kalitenin yükseltilmesi için ivedi ve çok ciddi bir çalışma içine girmesi gerekmiyor mu? Mimarlık kuramı ve felsefesinden günlük konuşmaya değin her şeyini aldığımız Batı'nın mimarlık alanındaki çabalarını görmezlikten gelmemiz ya da tümüyle kabuğumuza çekilmemiz acaba ne derece doğru? Bu umursamazlıkla, yeni yetişecek mimarlarımız evrensel ölçekteki yapı üretimi sürecinde yeterince yer alıp, yeni roller yüklenebilecek mi? Ya da uluslararası meslek örgütümüz olan UIA'nın bir üyesi olarak yerimizi ve konumumuzu daha ne kadar koruyabileceğiz? Giderek mezunlarımız, sadece ulusal sınırlar içinde ve marjinal konumda kalarak mı mesleklerini yürütecekler?
Son dönemde hızlanan ve evrensel boyutlar kazanan toplumsal değişimler bağlamında "mimarlık sanatı" ve "mimarlık mesleği" dünyada olduğu gibi ülkemizde de yeniden sorgulanmakta ve özellikle mimarlık alanında verilen eğitimin yeterliliği konusu UIA'nın da gündeminde önemli bir yer tutmaktadır. Bir yandan mimarlığın "sanat" boyutundan giderek uzaklaşılarak sadece "teknisyen" düzeyine indirgenerek eğitimin sürdürülmesi, diğer yandan mimarlık mesleğinin bütünsellikten uzak ve birbirinden kopuk parçalara ayrılması, uygulamada üzerinde önemle durulması gereken çok karmaşık sorunları da beraberinde getirmektedir. Çağdaş yapı tasarımında, mimarlığın tarihten ve geleneklerden gelen birikimlerini yeterince değerlendiremeyen "modern anlayış"ın eğitimde giderek sadece grafik düzeyde egemen olması, buna koşut olarak da mimarlık ve şehircilik ile diğer tasarım kolları arasına örülmekte olan duvarın yarattığı kimliksiz yeni fiziksel mekanların üretilmesi ve bütün bunların "daha iyi mimarlık" adına yapılar oluşu oldukça düşündürücüdür.
Yaklaşık 10.000 tasarımcının katılacağı UIA 2005 Kongresi'nin ülkemizde yapılmasının kararlaştırıldığı ve hazırlık sürecinin başladığı bu dönemde, yaşadığımız son depremlerin ardından getirilmek istenen yasal düzenlemelerin de oluşturduğu ortam ile 1990'larda başlayan "Mimarlık Meslek Yasası"na ilişkin tartışmalar, mimarlık alanında eğitimden-uygulamaya yeni açılımları ve yeniden yapılanma arayışlarını gündeme getirmiştir. Deneyimlerden geçerek gelinen bu ortamda, mimarlık mesleğinin eğitimden uygulamaya değin her ölçekte niteliğini yükseltip, gerçek ve geçerli düzeyde dünyaya açılmasını, seyircilikten çağdaş ve katılımcı bir eyleme profesyonelce dönüştüremememiz durumunda; "değişen dünya"da aktörler ve rollerin süratle değişmesi nedeniyle mesleğimizin marjinalliğe düşme ve toplum içindeki etkinliğinin giderek azalma tehlikesi bulunmaktadır. Bu da, Türkiye'deki "Mimarlık Kültürü"nün çağın gerisinde kalmasını beraberinde getirecektir.
Ülkemizde mimarlık eğitimine alınan öğrencilerin seçiminden başlayarak, bir yandan eğitim altyapısı gözetilmeden açılan ve sayıları her yıl artan mimarlık okulları ve öğrenci sayıları ile toplumun beklentilerine yanıt veremeyen lisansüstü programları, diğer yandan yeterli formasyon kazanamamış meslek elemanlarının yasa gereği başkaca bir koşul aranmadan mimarlık uygulaması içinde yer alarak, meslek yaşamları boyunca güncel bilgileri kazanma konusunda da meslek içi eğitim gibi bir sistemin bulunmayışı nedeniyle, ülkemize özgü mimarlık sorunlarının çözümü daha da güçleşmektedir. Meslek örgütü olarak ülkemizde ilk defa düzenlenen bu Kurultay'da; başta eğiticiler (öğretim elemanları) ve öğrenciler olmak üzere, mimarlık alanında rol alan tüm kesimlerin (tasarımcılar, uygulayıcılar ile kamu kurum ve kuruluşların yetkilileri) bir araya getirilerek ve güncel koşullarda mimarlık eğitiminin mesleği uygulama bağlamına ağırlık verilerek, her ölçekte tartışılmasını ve eyleme yönelik kazanımlar elde edilmesi amaçlanmaktadır.
Burada oluşturulan özgür tartışma ortamı ve katılımcı platform ile mimarlık mesleğinde eğitimden uygulamaya değin her ölçekte toplam kalitenin sağlanabilmesi için çıkış yolları bulunup, bir sonraki kurultaya ve meslek odasının yetkili karar organlarına taşınabilir diye düşünüyoruz. Bu söylemle mimarlık mesleğinin "eğitim", "yetki kullanımı" ve "sorumluluklar" bağlamında ulusal ve evrensel ölçekteki uygulamaları masaya yatırarak sorgulamak ve çıkış yollarını birlikte oluşturmak için açılımlarda ve saptamalarda bulunmak istiyoruz.
2. Kurultay'da Ele Alınacak Konular ve Açılım
Kurultay'da öncelikle mimarlık mesleğinin ulusal ve evrensel ölçekte ve yasalar bağlamında kurumsal-örgütsel yapısı ele alınacaktır. Daha sonra mimarlık eğitimine alınan öğrencilerin durumu ve mesleğe hazırlık sürecinden başlayarak mimarlık lisans (bachelor) ve lisansüstü (yükseklisans-master ve doktora-phD) eğitimi ile eğitim sürecinde kuram-kılgı bağlamında meslek pratiğinin kazandırılması (stajlar) konularının yanında, eğitim kurumlarının niceliği ve niteliğiyle eşkredilendirme (akreditasyon), mesleğe kabul (registration), mezunların durumu ve yetki-sorumluluk kavramları tartışılacaktır. Bu bağlamda mimarlık ve eğitim ile ilgili uluslararası standartlar, UIA'nın meslek eğitimine yönelik yaklaşımları, çıkan yeni yasalar bağlamında getirilmeye çalışılan sistem, meslek elemanlarının sürekli eğitimi (meslek içi eğitim), eğitim kurumları ile meslek örgütünün değişimlere koşut olarak yeniden yapılanma sorunları tartışmaya açılacaktır.
2.1. Yasalar Bağlamında Ülkemizde Mimarlık Mesleğinin Örgütsel Yapısı
Bir meslek, yasalarla örgütlü bir yapıya kavuşmadıkça, o meslekten söz edilemez. Buna koşut olarak kendini ve çalışma alanını etik değerlere göre dayanışma ve paylaşma içinde izlemeyen, denetlemeyen ve eleştirmeyen bir meslek de ülkesine, toplumuna ve tüm insanlığa karşı görevini yapamıyor demektir. İstediği kadar örgütlensin, istediği kadar yasal güvencelerle korunsun, sürekli marjinal kalır ve gelişemez.
Batı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de "mimarlık mesleği ve örgütü" temelde Anayasa'nın güvencesindedir. Mimarlar Odası, bir meslek örgütü olarak Anayasa'nın 135. maddesine göre "Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşu" olarak tanımlanmış olup, özel kanunları ile "Kamusal Görev" yapan bir Anayasal organdır (Tablo.1). 1938 yılında yürürlüğe giren 3458 sayılı "Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Kanun" ve 1954 yılında yapılanan 6235 sayılı "Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu" ile yasal örgütlenmesini tamamlamıştır. Mesleğin uygulamasına yönelik yetki kullanımı ise, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 38. maddesine göre mimar ve mühendislere verilmiş olmasına karşın "sorumluluk" kavramı ile "ihtisas" ayırımının yasalarda yeterli açıklıkta yer almaması nedeniyle uygulamada "kamu yararı" açısından çok ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bu konuda, yaşadığımız iki deprem sonrası çıkarılan iki kararname (595 ve 601) ve 4708 sayılı yasa da mevcut sorunu çözmekten çok, daha da karmaşık biçime sokmuştur. 1990 yılından bu yana yeni bir "meslek yasası"nın oluşturulması Mimarlar Odası'nın sürekli gündeminde yer almasına karşın, Batı'daki örneklerde görülen yeni bir "Mimarlık Meslek Yasası" (örneğin: Finlandiya Mimarlık Yasası gibi) gerçekleştirilememiş, ya da yürürlükte bulunan bu iki yasa da ülke sorunlarına yanıt verecek biçimde güncelleştirilememiştir. Meslek Odalarını üyelerinin çıkarlarını koruyan, onların hatalarını ve yetersizliklerini görmezden gelen statik kuruluşlar olmaktan çıkarıp, sorunları her ölçekte sorgulayan, izleyen, denetleyen, toplum ve doğa ile kentleri ve yapılı çevreyi, kültürel mirası çok uluslu ve çıkar odaklarından (kendi üyeleri olsa bile) koruyan duyarlı, aydın, bilgili, gücünü "Anayasa ve meslek dayanışması"ndan alan saydam, demokratik ve daha da önemlisi "dinamik" birer sivil toplum kuruluşu (STK) olma konumuna ivedilikle getirmeliyiz.
2.2. Mimarlık Eğitiminin Gelişimi
Batı'da mimarlığın meslek olarak örgütlü bir yapıya kavuşması ve yasallaşması 19. yüzyıldan başlayarak her ülkede farklı biçimde gelişmiştir. Bilindiği gibi, tüm ülkelerde bu gelişim süreci ve öğrenme düzeni önceleri "usta-çırak" ilişkisi biçiminde başlayarak ve daha sonra da giderek okullaşarak (Ecole de Beaux Arts'ta olduğu gibi) ve Mimarlar Odası'nın da kurulması ile (örneğin: Royal Institute of British Architect-RIBA, UIA vb.) mimarlık eğitiminin sadece "üniversite"lerde yapılabileceği ve "akademik" bir eğitim olduğu benimsenmiş, "denetim-seçme (validation)" ve "mezunların yeterliliği ile onay yetkisi, mesleğe kayıt (registration/licensing)" gibi işlem ve eylemler "Meslek Odaları"nın da içinde etkin olarak yer aldığı, yasalarla kurulmuş bağımsız kurumlarca (örneğin: İngiltere'de ARB gibi) yapılır biçime dönüşmüştür.
Mimarlık eğitimi açısından genel olarak üniversitelerde, Avrupa Mimarlık Okulları Birliği ile Amerikan Mimarlık Okulları Birliği arasında farklı iki model uygulanmaktadır. Avrupa'da mimarlık okullarının eğitim süresi 5 yıldır (lisans ve yüksek lisans eğitimi birlikte). Ancak bilindiği gibi hiçbirinde 5 yıl sürede mezun olunamamaktadır ve ne öğrenciler, ne de toplum bundan şikayetçi değildir. Yetenekleri nedeniyle bu mesleği yapamayacağını anlayan mimarlık öğrencilerinin önemli bir bölümü eğitimlerini yarıda bırakarak ayrılmalarına karşın, "öğrenci affı" vb. nedenlerle "isteksiz ve yeteneksiz" olanlar "zorla mimar" yapılmamaktadır. Yine aynı ülkelerde, üniversitelerin dışında 3 yıl ya da 4 yıl süreli mimarlık eğitimi veren kurumlar (teknik okullar) bulunmasına karşın; buradan mezun olanlar, üniversitelerde gerekli eğitimlerini tamamlayıp "eşdeğer" hale gelmeden ya da belli "koşul"ları sağlamadan (akreditasyon, özel sınav vb.) mimar olamamakta, meslek uygulaması içinde "ara eleman" olarak görev yapmaktadırlar. Amerika'daki mimarlık eğitimi ise genel olarak, 4 ya da 5 yıl süreli lisans (bachelor's degree) ve 2 yıl süreli yükseklisans (master's degree) olmak üzere iki kademelidir. Burada da üniversiteler dışında 3 ya da 4 yıl mimarlık eğitimi veren kurumlar bulunmasına karşın, bu tür elemanlar ek bir eğitimden geçip eşdeğer hale gelmeden ve üniversitelerden mezun olanlar da çok iyi işleyen ve yasalarla da desteklenmiş bir "akreditasyon (eşdeğerlik, geçerlik ve tanıma)" sisteminden sonra bir hafta süre ile yapılan "özel sınav"dan geçmedikçe mimarlık alanında "yetki" ve "sorumluluk" (büro açma, şantiye sorumluluğu, kamusal görev vb.) alamamakta, meslek uygulaması içinde ara eleman olarak hizmet yüklenebilmektedir. Güncel gelişmeler karşısında özellikle mimarlık alanında ara eleman sorununu çözmek için bazı Avrupa mimarlık okullarında da (örneğin: Hollanda Delf Üniversitesi) lisans ve yüksek lisans eğitimi olmak üzere iki aşamalı mimarlık eğitimine geçiş konusunda çalışmalar başlamıştır.
Ülkemizdeki mimarlık eğitimi de yukarıda belirtilen sürece koşut olarak gelişme göstermiş, önceleri "usta-çırak" ilişkisi biçiminde yürüyen öğrenme düzeni ilk olarak 1883 yılında Sanayii Nefise Mektebi'nde (şimdiki MSÜ) okullaşma sürecine girmiştir.
5 yıl süreli ve doğrudan yüksek lisans düzeyinde eğitim veren bu kuruma ek olarak, 1942 yılında o dönemde Milli Eğitim (Maarif) Bakanlığı'na bağlı olarak eğitim veren İstanbulTeknik Okulu'nda (şimdiki YTÜ) her zaman rahmetle ve şükranla andığımız Prof.Dr. Emin Onat başkanlığında 4 yıl süreli lisans eğitimi veren ikinci bir Mimarlık Okulu açılmıştır. 1945 yılında da Onat, İstanbul Teknik Üniversitesi'ne geçerek o güne değin inşaat mühendisleri ile birlikte öğretim gören birimi, beş yıl süreli ve yine doğrudan yüksek lisans eğitimi veren Fakülte'ye dönüştürerek üçüncü bir mimarlık kurumu açılmasını sağlamıştır. 1956 yılında da Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde dört yıl süreli lisans ve bir yıl süreli yüksek lisans olmak üzere iki kademeli eğitim veren dördüncü mimarlık okulu hizmete girmiştir. 1981 yılında YÖK'ün yürürlüğe girmesinden sonra tüm yüksek öğretim kurumları, üniversiteler içindeki fakültelere bağlı olarak dört yıl süreli lisans eğitimi veren mimarlık bölümleriyle, Fen Bilimleri Enstitüsü'ne bağlı iki yıl süreli yüksek lisans eğitimi veren yeni bir yapıya dönüştürülmüştür. Mimarlık alanında Doktora Eğitimi (philosophy degree-phD), Batı'da olduğu gibi yüksek lisans eğitiminden sonra iki yıl hazırlık ve iki yıl da "tez hazırlama" süresi olmak üzere dört yıldır. Bugün YÖK şemsiyesi altında yarısı Bakanlar Kurulu'nun belirlediği yıllık harçlarla, diğer yarısı da paralı eğitim veren ($ karşılığı) 32 mimarlık eğitimi (sekizi yurtdışı) kurumu bulunmakta olup, altı mimarlık okulunun daha açılması için girişimler sürmektedir.
2.3. Mimarlık Lisans Eğitimi
Bilindiği gibi, ülkemizde YÖK şemsiyesi altında eğitim veren kurumlara her yıl merkezi sistemle yapılan Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) ile öğrenci alınmaktadır. Yaygın bir öğrenci söylemi şöyledir: "Türkiye'deki yüksek öğretime girmek zor, ama giren herkes mutlaka mezun olur, Batı'da ise yüksek öğretime girmek çok kolay, ancak bilen ve yetenekli olan yüksek öğretimi tamamlayabilir." Mimarlık alanında da durum böyledir. Türkiye'de son birkaç yıldır yaklaşık 1,5 milyon adaydan 60 bini mimarlık mesleğini değişik sıralarda (oldukça geniş bir yelpaze içinde % 1 ile % 99 tercih dilimi arası-18 seçenek arasında 1. sıra ile 16. sıralar arasında) tercih etmektedir. İlk üç sırada mimarlığı tercih eden aday sayısı yaklaşık 30 bin civarında olmasına karşın, mimarlık okullarına ilk üç tercihi içinde giren öğrenci sayısı 100'ü geçmemektedir (Tablo.2). Mimarlık için 2001-2002 öğretim yılında YÖK tarafından belirlenen öğrenci kontenjanı 1891 olup, son beş yıl içindeki öğrenci ortalama kontenjanı ise 1700'dür. Bilindiği gibi YÖK sistemine göre, kurumlardan kontenjan artış istemi gelmese dahi her yıl en az % 10 oranında kontenjanlar artırılmaktadır (yeni açılan bölümler hariç). Söz konusu tablodan aşağıdaki sonuçlar çıkmaktadır.
1. Her yıl yurt içi kurumlara 1100 ve yurt dışı kurumlara da (altısı KKTC'de) 600 olmak üzere toplam 1700 mimarlık lisans öğrencisi kayıt oluyor (son beş yıl ortalaması). 2001-2002 öğretim yılında öğrenci kontenjanları 1891 olmasına karşın, ilk defa Devlet üniversitelerinde bile kontenjanlar dolmamıştır (kurumlara göre bir ile beş öğrenci). Vakıf üniversitelerinde krizin de etkisi ile kayıt yaptıran öğrenci oranı % 30, KKTC'de ise % 20 oranında gerçekleşmiş, daha sonra ek kontenjanlarla öğrenci alımına gidilmiştir.
2. Lisans öğrenci kontenjanlarının yarısından fazlası yurtdışı ve Vakıf üniversitelerine ilişkindir. Türkiye yüksek öğretim sistemi içinde vakıf ve özel üniversitelere ilişkin okullaşma oranı % 2,8-3 iken, mimarlık için bu oran yaklaşık % 62'dir.
3. Her yıl mimarlık eğitimine giren 1700 öğrencinin % 50'si (% 1 ile % 12'lik tercih dilimi ile) parasız eğitim veren kurumlarda, diğer yarısı da (% 21 ve % 23 tercih dilimi ile) Vakıf üniversiteleri'nde ve % 78-99'luk tercih dilimi ile de yurtdışı özel üniversitelerde kayıt yaptırmakta ve birbirleri arasında belirli koşullarla yatay geçiş yapılabilmektedir.
4. YÖK sistematiği ve yürürlükte bulunan "öğrenci affı yasası" bağlamında (5 derse kadar başarısız olan öğrencilere sonsuz sınav hakkı var), kaydolan tüm öğrenciler 4 yıl sürede olmasa bile mutlaka mezun olmaktadır. Ayrılanlar her yıl çıkarılan yeni af yasaları ile tekrar üniversitelere dönmekte, isteksiz ve yeteneksiz mimar adayları da meslek elemanı olabilmektedir.
5. Ülkemizde değişik nitelikte ve çok sayıda mimarlık eğitimi veren kurum bulunmasına karşın; öğrenci ve öğretim elemanlarının niceliği ile niteliği, öğretim planları ve ders içerikleri, eğitim ve öğretimde izlenen yöntem (metod), mekan standartları, mezunların durumu ve benzeri konularda kurumlararası eşdeğerliliğe (akreditasyon) ilişkin bir standart ve ölçme bulunmadığından, her kurum kendine özgü ve denetlenemeyen (yeni açılan kurumlar, daha önceki kurumların öğretim planlarını kendi koşullarına uyarlayarak) bir uygulamanın içindedir. Sadece bir akademisyen öğretim üyesi ile açılan mimarlık okullarındaki eğitici açığı, kamu kuruluşlarında çalışan meslek elemanları ile giderilmeye çalışılmaktadır. Kuşkusuz bu yaklaşım biçimiyle üniversitelerden beklenen "bilgi üretme", üretilen bilgileri test ederek uygulama alanında "bilgiyi kullanma" ve sınanmış bilgileri meslek elemanlarına "yeni bilgi" olarak "aktarma" (eğitim ve öğretim) işlevlerinden sadece öğretimin verilir oluşu, üniversiteleri birer meslek okuluna dönüştürmektedir.
6. Bu nitelikte ve kesinlikte eşdeğer eğitim verilemeyen kurumlardan mezun lisans diplomalı yaklaşık 1000 mimar ile 200 yüksek lisans diplomalı uzman meslek elemanı (y.mimar) her yıl Meslek Odalarına kayıt olarak, doğrudan mimarlığın her alanındaki yetkilerini sınırsız olarak kullanabilmektedir. Buna koşut olarak mimarlık lisans programları incelendiğinde, en nitelikli öğretim kurumlarımızda bile mimarlığın sadece tasarım yönüne ağırlık verilerek (son yıllarda bu konu da sadece konsept ve grafik anlatıma dönüşmüş durumdadır), meslek elemanlarının çoğu, şantiyelerde istihdam edilmesine rağmen yapım ve uygulamaya ilişkin konulardan giderek uzaklaşma, oldukça düşündürücü ve üzücü sonuçlar doğurmaktadır.
7. Mimarlık öğrencileri ve mezunlar arasında yapılan bir araştırmada; mimarlığa yüksek puanla ve ilk sırada giren öğrenciyle mezuniyeti ve mesleğin uygulanma sürecindeki başarısı arasında bir korelasyon bulunmamıştır. Ancak adayın "mimarlığa istekli" oluşu, meslekteki "başarı"yı olumlu yönde etkilemektedir. ÖSS sisteminin de içinde bulunduğumuz koşullara göre, mimarlık için şu anda doğru öğrenci seçtiği ve yerleştirdiği söylenemez. Özellikle mimarlığa % 99 tercih diliminden öğrenci alınması (mimarlığa isteksiz), % 1-5 arasında tercihi ile giren istekli adaylar için haksızlık yaratması yanında çok sayıdaki isteksizlerin nitelikli bir meslek elemanı olarak yetiştirilmesi güçlüğü de eğitim kurumlarının temel sorunlarının başında gelmektedir. Ayrıca; sürekli aflarla diploma almaya yönlendirilen ve sonunda da alan bu nitelikteki elemanların mesleği doğrudan uygulama yetkisini yasalarla kullanır oluşu, ülke gerçekleri ile de örtüşmemektedir.
8. YÖK şemsiyesi altındaki mimarlık okullarının % 50'sinde (16) zorunlu yabancı dil hazırlık sınıfı (1 yıl süreli) bulunmaktadır. Bu durum, mimarlık eğitimi gören öğrencilerin yarısının eğitim süresini 5 yıla çıkarmış olmasına karşın bu sürenin, mesleğe hazırlık niteliğinde kullanılmayıp orta öğretimin bir eksikliğinin üniversitelerde giderilmesine yöneliktir. Bu sürenin mesleğe hazırlık olarak programlanması ve daha verimli kullanılması kaçınılmaz bir zorunluluk olarak görülmektedir.
2.4. Mimarlık Eğitimi Sürecinde Meslek Pratiği (Stajlar)
Kuram-kılgı bağlamında meslek adaylarına, gerek üniversitelerdeki eğitim sürecinde ve gerekse meslek yetkisi kullanmadan önce staj ve benzeri uygulamalarla akademisyenler dışındaki diğer profesyonellerce, "usta-çırak" ilişkisi biçiminde meslek deneyiminin kazandırılması ve mesleğe hazırlanması kuramsal bilgilerin kazanılması kadar önemlidir. Daha sonra ayrıntılı olarak ele alınacağı gibi, Batı'da eğitim sürecindeki stajlarda altı ile bir yıl süre ile ülkelere göre farklı uygulamalar bulunması yanında, meslek elemanlarının yapı sektörü içinde yetkilerini kullanıp sorumluluk almadan önce ve diplomadan sonra, yaklaşık iki yıl süreli bir meslek deneyiminden geçmesi (bizdeki avukatlık ve hakimlik stajı gibi) yasalarla da zorunlu hale getirilmiştir. Bazı ülkelerde bu koşullar da yeterli görülmeyip, bu deneyimlerden sonra adayların özel olarak sınanması düzeni getirilmiştir.
Ülkemizde de meslek adayları mimarlık eğitimi sürecinde, kuramsal bilgilerin yanında uygulamalı dersler, atölye ve stüdyo çalışmaları ile kurum içinde, stajlarla da kurum dışında mesleğe hazırlanmaktadır. Ancak staj süresi ve uygulama biçimi Batı'daki eşdeğer kurumlardaki gibi olmayıp, meslek elemanlarımız eğitimde olduğu gibi diploma sonrasında da bir deneyim ve hazırlık sürecinden geçmemektedir. Özellikle ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sorunlar, yatırımların azlığı, üretilen yapıların yaklaşık % 65'inin yasadışı ve ruhsatsız olarak meslek elemanları dışında gerçekleştirilmesi (Başbakanlık Raporu), öğrenci sayıları ile öğretim kurumlarının hızla artışı, öğretim elemanlarının nicel ve nitel olarak kurumlar arasında homojen dağılmış olmaması nedeniyle, meslek elemanlarının eğitim sürecinde yeterli meslek pratiği yapamamaları sonucunu doğurmaktadır. Ayrıca mimarlık eğitiminde "uygulamalı dersler" ve "atölyeler"de öğretim üyesi başına düşen standart öğrenci sayısı 12 olmasına karşın, bu sayı, bir çok mimarlık okulunda 35'lere kadar yükselmektedir. Ülkemizde mimarlık eğitimi veren "Staj Komisyonu Temsilcileri" ile yapılan ortak çalışmada, aşağıdaki saptamalarda bulunulmuştur.
1. Tüm kurumların staj yönergeleri farklı olup, ortak yaklaşımlar içermemektedir. Bu farklılıklar sırasıyla:
o Kurumlarda öğrenci stajı, 60 ile 120 gün arasında olmak üzere değişik sürelerde yapılmaktadır;
o Zorunlu stajlardan biri büro, diğeri de şantiyede olmak üzere iki kümede programlandığı gibi, bazı kurumlarda staj yeri bulamama ve eğitimde verilemeyen bilgi eksiklerini gidermeye yönelik "Topoğrafya" ve "Rölöve" uygulamaları ile "Arkeolojik Kazı" gibi alan çalışmaları biçiminde gerçekleştirilmektedir;
o Staj yerleri ile stajların daha nitelikli yapılabilmesi ve denetlenmesi konusunda, eğitim kurumları ile Mimarlar Odası arasında yeterli bir işbirliği kurulamamıştır.
o Öğrenci fazlalığı ve nitelikli staj yerinin azlığı nedeniyle meslek adayları yeterli ölçüde "meslek pratiği" kazanamamakta ve stajlardan beklenen amaç gerçekleşememektedir.
o Öğrencilerin çoğunluğu nitelikli bir yerde staj yapma yerine, zorunlu olan staj sorununu çözmek için günü kurtarmaya yönelik bir tutuma yönelmektedir.
2. Şu anda YÖK çatısı altındaki 32 mimarlık okuluna her yıl giren meslek adayları için (iki zorunlu staj nedeniyle) yaklaşık 4 bin yeni staj yeri gereksinimi vardır. Mevcut sistemde öğrenciler staj yerlerini kendileri bularak "serbest bürolarda" ve Kamu kuruluşları'nda (bakanlıklar, belediyeler, vb.) meslek pratiği yapmaktadır. Kamu kuruluşlarındaki staj kontenjanlarının çok yetersiz olmasına karşın (her yıl yaklaşık 200 staj yeri), öğrenciler buralarda staj yapmak istememekte ve bu kontenjanlar dolmamaktadır.
3. Meslek Odaları'nın bir bölümünde "yaz çalışması", "mimari stajda rotasyon", "Galata Grubu" gibi usta-çırak ilişkisi biçimde sorunu hafifletmeye yönelik denetimli ve oldukça duyarlı programlar yürütülmesine karşın, staj yönergelerindeki eksiklik nedeniyle, bu nitelikteki çalışmalara katılan adayların stajlarının kurumlarınca uygun görülmemesi oldukça yadırganmaktadır.
4. Staj sorunlarının bir bütünsellik içinde ele alınması ve çözümü için kurumlar arası eşgüdüm, staj niteliği ile denetiminin daha sağlıklı bir işlerliğe kavuşturulması için de eğitim kurumları ile ona en yakın meslek odasının (gereğinde Şube ve Temsilcilikler) ortak bir eylem planına yönelmesi kaçınılmaz bir zorunluluk olarak görülmektedir.
2.5. Mimarlık Mesleğinde Yetki ve Sorumluluk
Daha sonraki oturumlarda ele alınacak bildirilerde de tartışılacağı üzere (özellikle Mimarlık Vakfı Eğitim Komisyonu çalışması); içinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle tüm dünyada olduğu gibi, ülkemiz mimarlık eğitiminin "içerik" ve "hedef"leri bağlamında eğitimde kuramla uygulama (staj) arasındaki bağlantılar, lisans ve lisansüstü (yükseklisans ve doktora) arasındaki "bilgi istifleri" ve "amaç"lar, meslek elemanlarının üniversitelerdeki eğitimleri ile "meslek sonrası eğitim"leri (meslek içi eğitim) arasındaki organik ilişkiler yeniden kurgulanma ve yapılanma durumundadır.
Uluslararası Mimarlık Örgütü'nün (UIA) son yıllarda yaptığı çalışmalar, gerek meslek ve gerekse eğitim standartları açısından salt yerel ya da Batı ölçeğinde değil, özellikle küreselleşme bağlamında ve evrensel çerçevede ele alınmaktadır. Mimarlar Odası'nın da aktif rol aldığı bu çalışmalarda, yerelliği dışlamayan bir evrenselliğin ipuçlarını ve üyelerinden çok, yerküre ve toplumun çıkarlarını bütünsel olarak korumaya çalışan bir eyleme dönüşmüştür. Mesleğin sıkı denetiminin yerleşmiş olduğu toplumlarda bile eğitim "özerk", ama başta içinde bulunduğu topluma ve tüm insanlığa karşı "sorumlu" olma yolunda arayışlar içindedir. Bu nedenle ülkemizde de yapı üretimi eylemi açısından, mimarlık mesleğinin örgüt yapısını, kurumlarını, bilgi ve eğitimini süreci izleyen değil, sürece sorumluluk yüklenerek doğrudan "katılımcı" bir konuma ivedilikle getirme durumundayız. Kuşkusuz eğitim kurumları da bir yandan kendi ülkesi için nitelikli ve iyi mimar, iyi vatandaş yetiştirirken, diğer yanda da mimarlığın evrensel dilini çok iyi bilen ve kullanan, etik değerler'i ön planda tutan "evrensel meslek elemanı" yetiştirme durumundadır. Zira, (mesleğimizin duayenlerinden sayın Necdet Teymur'un "Bursa, Yapı ve Yaşam Kongresi"nde önemle vurguladığı gibi), gözardı ettiği ve geçersiz saydığı toplumsal sorunlar karşısında, kendilerinin de gözardı edilme ve geçersiz olma tehlikesi ile karşılaşması kaçınılmaz olacaktır.
1999 Ağustos ve Kasım aylarındaki Körfez Depremi'nden sonra 4452 sayılı yetki yasasına dayalı olarak yapı üretim sürecindeki aksaklıkları gidermek için aceleyle çıkarılan KHK'lar (595 ve 601), yaşayarak görüldüğü gibi sorunları çözmekten çok, mimarlık mesleğinde yetki kullanımı ve sorumluluk alma açısından daha karmaşık bir yapının doğmasına neden olmuştur (Tablo.3). Anayasa Mahkemesi, 595 sayılı KHK'yi 127. ve 128. maddelere aykırı bularak (söz konusu maddeler her türlü denetimin kamu kuruluşları tarafından yapılmasını öngörüyor) iptal etmesine karşın, gerekçeli kararın açıklanması beklenmeden aynı nitelikte yeni bir yasanın (4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun) yürürlüğe girmesi de bu bağlamda çözüme yönelik hiçbir yeni içerik getirememiştir. Aynı gerekçelerle bu yasanın da iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurulmuştur. İyice düşünülüp araştırılmadan, benzeri salt iki depremin arkasına sığınarak aceleci ve içerikten uzak, tümüyle "biçimsel yenilikler" getirmenin, sorunu çözmekten çok, daha da kargaşa yarattığını söylemek durumundayız. Bu yaklaşımda, tüm çabalarına karşın Mimarlar Odası'nın etkisiz kalışı ve dışlanmışlığı, mimarlık okullarının ilgisizliği ve Bakanlık'ın da umursamazlığı son derece düşündürücü ve kaygı vericidir. Bu bağlamda uzmanlık gibi bir kavramın çağdaş ve duyarlı karşıtlarını ortaya koymadan oluşturulan yeni meslek tanımlamalarının, uygulamanın yanında eğitim açısından da vahim sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Uzmanlık-ihtisas, yüksek lisans (master), deneyim-beceri, mesleğe kabul, yeterlik-yetkinlik ve denetçi mimar gibi yeni tanım ve kavramlar, eğitim ve uygulama ile bağlamlandırılarak yeniden ilintilenmesi son derece önemlidir. Daha sonraki oturumlarda daha da ayrıntılı olarak ele alınacağı gibi; Batı ülkelerinde, meslek eğitimi sürecindeki stajlar ile mesleğe kabul ve meslek yetkisi'nin kullanılması özel yasalarla desteklenerek meslek odaları içinde ya da onun organizasyonunda bağımsız örgütlerle yapılmaktadır (Tablo 4).
2.6. Mimarlık Lisansüstü (Yüksek lisans ve Doktora) Eğitimi
Lisans eğitiminde olduğu gibi mimarlık lisansüstü (yüksek lisans ve doktora) eğitiminde de genel olarak iki farklı model uygulanmaktadır. Avrupa Mimarlık Okulları'nda uygulanan yaygın model, lisans ve yüksek lisans eğitiminin beş yıl süreyle mimarlığın tüm uzmanlık alanlarının bir bütünsellik içinde (Mimarlık, Şehir ve Bölge Planlama ile diğer Tasarım ve Uzmanlık alanları) yürütüldüğü bir eğitim sistemidir. Doktora eğitimi (PhD derecesi) bizde olduğu gibi yüksek lisans eğitiminden sonra yapılmaktadır. Amerikan Mimarlık Okulları'nda ise; lisans (Bachelor's Degree) eğitiminden sonra iki yıl süreli yüksek lisans (Master's Degree) ve dört yıl süreli de (iki yıl ders hazırlığı ve iki yıl da tez süresi ) doktora eğitimi (Philosophy Degree) verilen kademeli bir model uygulanmaktadır. Her iki modelde de yüksek lisans eğitimi, "mimarlıkta uzmanlık"ı esas alan bir sisteme göre kurgulanmıştır. Lisans eğitiminde mimarlığın temel alanları parçalanmadan (mimarlık, planlama, diğer tasarım ve planlama konuları), bir meslek bütünselliği içinde (tıpta pratisyen hekim gibi) ele alınarak, uzmanlık sadece lisansüstü eğitim ile (başka mesleklere bölünmeden) ve uzmanlığa dönük biçimde yapılanmaktadır.
Ülkemizde mimarlık lisansüstü eğitimi ise; başta dört eski mimarlık okulundan ikisinde (MSÜ ve İTÜ) beş yıl süreli ve Avrupa Mimarlık Okulları Modeli'ne benzer bir sistem uygulanırken, diğer iki kurumda (YTÜ ve ODTÜ) Amerikan Mimarlık Okulları'nda uygulanan sistem gibi, kademeli bir eğitimden sonra (dört yıl lisans ve bir yıl yükseklisans) doktora eğitimi sürdürülmüştür. Ancak, iki aşamalı bir eğitim modeli uygulanmasına karşın, önceleri mimarlık bölümleri içinde lisans eğitiminin devamı gibi sürdürülen yüksek lisans eğitimi, daha sonra mimarlık bilim alanlarına göre uzmanlığa yönelik programlar biçimine dönüşmüştür. Bu model, YÖK'ten sonra (1981) tüm üniversitelerde Fen Bilimleri Enstitüsü içinde Mimarlık Anabilim Dalı'nın programları biçiminde ve her üniversitenin gelişmişliği oranında farklı olarak yeniden yapılanmıştır (Tablo.5). Ancak, ülkemizde lisansüstü eğitimi tüm mimarlık okullarında olmayıp, ilgili kurumun senato kararı ve önerisi ile YÖK tarafından açılabilmektedir. Şu anda 32 mimarlık eğitimi verilen kurumun onunda yüksek lisans eğitimi (ikisi Yüksek Teknoloji Enstitüsü), altısında da doktora eğitimi yapılmaktadır.
Ülkemizde yürütülen yüksek lisans programlarının hemen hepsinin sadece akademisyen yetiştirmeye yönelik olarak tezli yüksek lisans eğitimi sürdürmesi ve uygulamanın eğitim kurumlarından beklediği, alanında iyi yetişecek "uzman mimarlar"ın tezsiz yüksek lisans programlarının bulunmayışı önemli bir eksikliktir. Ayrıca, mevcut programların niteliklerinin de ülke gerçekleri ile tümüyle örtüştüğü söylenemez.
2.7. Mimarlık Alanındaki Değişen Sorunlara Karşı Yeni Yaklaşımlar
Mimarlık alanında önceleri "usta-çırak" ilişkisi, daha sonra da okullarda kitle eğitimine göre hazırlanan meslek elemanlarının giderek çoğalması ve farklı niteliklerde yetişerek meslek odalarında örgütlenmesi sonucunda amatörlükten profesyonelliğe, informel ve bireysel eylemden formel ve çoğul uygulamaya geçişin getirdiği zorunluluklar nedeniyle her ülke önce kendine özgü (örneğin; İngiltere'de RIBA ve ARB gibi), daha sonrada uluslararası ölçekte (UNESCO ve UIA gibi) eğitimden uygulamaya bazı standart ve ölçütlerin aranması ve meslek elemanlarının bu doğrultuda yetiştirilmesi görüşü giderek yaygınlaşmıştır (Tablo.6). Her ülke kendine özgü, ulusal mimarlık yasaları ve örgüt yapısı ile meslek elemanlarının belirli standartlarda eğitilmelerinin ve eğitim kurumlarının da belirlenen ortak amaca göre eğitim vermesinin, tanıma ve geçerli olma'nın, bir başka anlatımla eşkredilenme (akreditasyon) sistemine yönelmenin, kurumsal niteliği ve mimarlık mesleğindeki toplam kaliteyi yükselteceği konusunda eyleme yönelmişlerdir. Kuşkusuz bunun öncelikli adımı da ulusal akreditasyon'dur. Öncelikle eğitim kurumlarının öz denetimi yapılıp bu kurumlara hedef gösterilerek niteliğinin artırılması, güvenilir, katılımcı ve (dışlayan değil kapsayan) ülke gerçekleri ile örtüşen bir ulusal sistemin oluşturulması gerekmektedir. Toplam kalitenin yükselmesini amaçlayan "akreditasyon sistemi", birbirini tamamlayan iki temel yaklaşımı içerir.
Bunlar;
o Sürecin izlenmesi, denetlenmesi ve performansının ölçülmesi,
o Ürünün değerlendirilmesi,
olmak üzere iki ayaklı bir kurgudur. Gelişmekte olan toplumlarda özellikle eğitimde "sürecin değerlendirilmesi" yerine, sistemin uç ayağı olan "ürünün değerlendirilmesi"ne geçildiğinde akreditasyon düzeni çalışmamakta, hatta ölü doğmaktadır (Ağa Han Vakfı'nın bazı Afrika ve Asya İslam Ülkeleri'nde uygulamak istediği gibi). Bunun yerine "sürecin değerlendirilmesi"ne öncelik verildiğinde sistem verimli çalışabilmektedir (Batı'da olduğu gibi). Bu nedenle; ülkemiz için "mimarlık alanında toplam kalite"nin yükseltilmesine yönelik bir "performans değerlendirmesi"ne geçilme sürecinde getirilecek sistem, ilk aşamada "kişileri ölçen ve seçen (ürün değerlendirmesi)" yerine, "süreci değerlendiren (öğretim kurumlarının performansını ölçen)" bir yapılanma içinde ele alınmalıdır. Bu yöntem "dışlayan" değil, "kapsayan" ve "hedef gösteren" bir yaklaşımı içermesi nedeniyle, ülke gerçeklerine de daha uygundur. Aksi durumda sistemden beklenen verim sağlanamaz ve amaç gerçekleşemez (Deprem sonrası 601 sayılı KHK'nin getirmek istediği gibi). Mimarlık alanında toplam kalitenin yükseltilmesi için hemen tüm ülkeler UIA çatısı içinde aşağıdaki konularda görüş birliğinde olup, her ülke kendine özgü ama bu doğrultuda bir eylem planına yönelmiştir (Tablo.7).
UIA Mutabakat Metni'nde de açıkça görüldüğü gibi; mimarlık alanındaki yeni gelişmeler, eskiyen bilgilerin yenilenmesi ve güncelleştirilmesi vb. konularda meslek elemanlarınınmeslek yaşamı sürecinde gelişmesine yönelik meslek içi eğitim sisteminin ülkemizde de geliştirilmesi kaçınılmaz bir zorunluluk olarak görülmektedir. Zira; meslek odamıza her yıl Avrupa Mimarlık Okulları'ndan mezun sayısına eşit yeni meslektaşımızın kaydolmasına (yaklaşık 1500 mimar/yıl) ve sayıları çok yakında 38 olacak mimarlık okullarımızda dahi eşdeğer bir eğitim veremezken ulusal akreditasyon sistemi'ni oluşturmamız ve meslek elemanlarına sürekli meslek içi eğitim programları ile güncel mimarlık gelişmelerini aktaracak bir modeli oluşturamamış olmamız, bırakın çağdaş olmayı, ülke gerçekleri ile de örtüşmemektedir. Bu konuda ivedi adımlar atılmazsa, mesleğimizin marjinalliğini de önleyemeyiz düşüncesindeyiz (Tablo.8).
2.8. Sonuç ve Öneriler
Yukarıda belirlenen yaklaşım ve açılımlar ile Kurultay'dan çıkacak kazanımlar ışığında, acaba eğitim kurumları ve meslek örgütü olarak nasıl bir yol izlemeliyiz? Ya da bu aşamada neler yapılmalı?
Eğitim kurumları olarak, belirlenen saptamalar ışığında başta mimarlık fakültelerine alınacak öğrenci sayıları ile seçiminden başlayarak lisans ve lisansüstü eğitimi her ölçekte yeniden ele alınmalı ve mimarlık bütünselliği içinde yeniden yapılandırılmalıdır. Lisans hazırlık sınıfları, öğretim planları, yüksek lisans programları, ders sayıları ve içerikleri ile ders ve atölyelerde izlenen yöntem, stajların durumu, mekan standartları ile eğitici niteliğinin yükseltilmesi ve her türlü kaynağın verimli kullanımı gibi konular özenle yeniden gözden geçirilerek mimarlık eğitiminde toplam kalitenin yükseltilmesi amaçlanmalıdır.
Meslek Odasının aktif rol aldığı yeni bir modelle (Akreditasyon Komitesi), eğitim kurumları güvenilir ve inandırıcı bir ölçme sistemiyle (ulusal akreditasyon) izlenerek, sonuçları her yıl kamuya duyurulmalı ve kurumlara eğitim niteliğini yükseltme konusunda hedef gösterilmelidir. Gerekli altyapıları tamamlanmamış ve standartlara uygun olmayan yeni mimarlık okullarının açılması kesinlikle önlenmelidir.
Bu aşamada meslek örgütü olarak "günü kurtarma" ya da sorunlara yönelik "köklü bir model" arayışına girmek biçiminde iki yaklaşım biçimi söz konusudur. Bunlar sırası ile;
Birinci Yaklaşım Biçimi
A. Mimarlar Odası sadece 601 sayılı KHK kapsamında işlem yürüterek; diploma ile Odaya kayıt yaptırmış meslektaşlarımızdan başvuruda bulunanlara en az iki haftalık "proje ve yapı denetimi" konusunda meslek içi eğitimi verip, bunun sonucunda gereğinde bir sınav yapabilir.
B. Meslek içi eğitim ve sınav sonucunda başarılı olanlara "yapı denetimi" konusunda iki yıl süreli geçici "yetki belgesi" ya da "sertifika" verilebilir.
Bu durumda; Mimarlar Odası, Mimarlık Vakfı (Enstitü Organı) ve üniversiteler ortak bir çalışmaya yönelmelidir. Ancak bu yaklaşım biçimi kanımca çok sığ olup, sorunu temelden çözme yerine günü kurtarmaya yöneliktir ve ülke gerçekleri ile de örtüşmemektedir.
İkinci Yaklaşım Biçimi
A. Son iki deprem sonrası merkezi yönetim; söz konusu kararnamelerle (595 ve 601 sayılı KHK ile 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun), yumak haline gelen sorunlar topunu meslek odalarına attığına ve gerek uzmanlık alanları ve gerekse kurs+sınav yöntemi konusunda Meslek Odası ve Bakanlık arasında bir mutabakat beklendiğine göre; mimarlık mesleği niteliği ve toplam kalitenin yükseltilmesi için, oluşan bu ortamdan acaba yararlanılabilir mi? Eğitim kurumları, mezunlar, Mimarlar Odası ve Mimarlık Vakfı, meslek kalitesinin her ölçekte çoğaltılabilmesi için yoğun bir çalışma ve dayanışma içinde yeniden oluşumun altyapısı oluşturulamaz mı? Bu seçenek daha zor olmasına karşın, meslek örgütümüze yakışan yaklaşım biçiminin bu olması gerektiğini düşünüyoruz ve bu bize bir çıkış yolu sağlar gibi görünüyor.
B. Bu yaklaşımın iki temel ayağı var. Bunlardan birincisi öğretim kurumlarının niteliğinin arttırılması, ikincisi de mezun olmuş meslek elemanlarının niteliğinin arttırılması'dır.
Yapılacak ilk iş:
o ULUSAL AKKREDİTASYON (Eşdeğer) KOMİSYONU ve
o MESLEK İÇİ EĞİTİM KOMİSYONU,
olmak üzere iki komisyon halinde mimarlık diploması sürecine değin standartlar ile mimarlık mesleğinin uygulanması ve yetki kullanmaya ilişkin standartların ulusal ölçekte doğru saptanarak, bunların uygulanması için hazırlanacak yönergenin belirlenmesidir. İkinci iş, bu iki komisyonun yerini alacak kalıcı (üyeleri belirli sürelerle değişen) Akreditasyon Komitesi (AK) ile Meslek İçi Eğitim Komitesi (MEK)'nin sürekli bir işlerliğe kavuşturulmalı, belirlenen standartlara göre kurumlar (Mimarlar Odası ve Mimarlık Vakfı, YÖK ve üniversiteler, bakanlık ve işveren temsilcileri, mezunlardan oluşan komisyon) her dört yılda bir eğitim kurumlarının performanslarını ölçmeli ve sonuçlar kamuya duyurulmalıdır. Meslek elemanlarının da M.O.'dan istediği her yetki belgesi sürecinde ölçülmesi ve değerlendirilmesi sağlanmalı, belge buna göre verilmelidir (UIA'ya göre bu ölçmenin mutlaka sınavla olması da gerekmemektedir). Burada amaç, kurumları ve meslek elemanlarını "başarılı" ve "başarısız" olarak övmek ya da yermekten çok, ulusal ölçeğe uygun saptanmış ve güvenilir "somut ölçütler"e göre, kurumlara ve meslek elemanlarına doğru hedefi göstermek olmalıdır. Uluslararası başarı ya da akreditasyon için öncelikle, ulusal akreditasyon ve meslek içi eğitim programları ile meslek elemanlarının meslek yaşamları boyunca güncel ve yeni bilgilerle sürekli olarak donanması sağlanmalıdır. Getirilecek "akreditasyon sistemi", ürünü (mimarları) ölçen ve seçen bir sistematik yerine, öncelikle kurumların eğitim performansını ölçen ve değerlendiren (süreci izleyen ve denetleyen) bir anlayışla ele alınarak bir yapılanmaya gidilmelidir.
Meslek Odaları, kuşkusuz bir eğitim kurumu değildir. Üniversitelerde eksik bilgi ile diploma almış mimarların eğitimlerini M.O.'nın tamamlanması düşünülemez. Meslek örgütünün görevi uygulamada meslek etiğinin yerleşmesi için her türlü koordinasyon ve denetimi yaparak akreditasyona ilişkin olarak gerek kurumların ve gerekse meslek elemanlarının niteliklerinin arttırılmasına yönelik öneri, uyarı ve eylemde bulunmaktır. Mesleğin doğru uygulanması için yol gösterir ve standart belirler. Yetkin ve yeterli olana "meslek uygulama yetkisi" (meslek elemanının bilgi birikiminin yoğunlaştığı alanda) verir, bu koşulu sağlayamayana hedef ve yol göstererek (üniversiteler, Mimarlık Enstitüsü, mimarlık ile ilgili kurum ve kuruluşlarca düzenlenen sempozyum, panel, konferans, workshop, sertifikalı eğitim programlarını alanlara göre seçerek, katılım Belgesi ve transcript vererek) bu yönde yetişmelerine yardımcı olmalıdır.
Bu yaklaşımlar ışığında, meslek odamızın içinde iki yeni organın kurulmasını gerektiren bu yeni yapılanma (Ulusal Akreditasyon Komitesi ile Meslek İçi Eğitim Komitesi) sistemi;
1. Somut, ölçülebilen standartlar içermeli,
2. Katılımcı bir anlayış ile, meslek örgütü içinde (üniversite, tüm kurumlar, mezunlar) uzlaşma ve konsensüs sağlanmalı,
3. Dışlayan değil, gelişmeye ve yenilenmeye açık, kapsayan bir amaç taşımalıdır. Bu nedenle kişileri seçen değil, kurumların performansını ölçen ve değerlendiren bir yapı içermeli,
4. Rekabete açık, adil ve eşdeğer olmalı,
5. Ulusal gerçeklere uygunluğunun yanında uluslararası kural ve standartlarla da örtüşmeli,
6. İnandırıcı olmalı ve güven vermeli,
7. Mimarlık alanında, toplum ve kamu yararına ile etik değerlere yönelik toplam kaliteyi yükseltecek biçimde kurgulanmalıdır.
Görüldüğü üzere bu çok yönlü ve karmaşık sorunlu yapıdan, bireysel çabalarla kurtulmak, çözüm için de tek bir formül önermek olanaksız gibi görünüyor. Çözüm, hep birlikte bir çabayı başlatıp, dayanışma ve paylaşma içinde olmamızı gerektiriyor kanısındayım. Bu bağlamda sözlerimi, rahmetle andığım değerli hocam Behçet Necatigil'in dizeleri ile noktalamak istiyorum.
" Ya çaresizsiniz ya da çare sizsiniz,
Ya ümitsizsiniz ya da ümit sizsiniz."