Danıştay’ın Rücu Hakkında Son Kararı



Siyanürle altın işletmeciliğine yönelik yargı organlarınca verilen iptal kararları Türkiye’de on yılı aşkın zamandır uygulanmıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi üç ayrı kararında, kesinleşmiş yargı kararlarını uygulamamaktan dolayı Türkiye’yi 1 milyon Avro’dan fazla tazminat ödemeye mahkûm etmişti. Bu konu ile ilgili geçen haftalarda yayımlanan yeni bir kararında Danıştay, bu tür tazminatlar için ilgili kamu görevlilerine rücu edilmesi gerektiğini hüküm altına almış bulunuyor.

Bu kararın verilmesine neden olan olayların seyri şöyle: 1996 yılında Çevre Bakanlığı Bergama’da siyanürle altın madeni işletilmesine izin verince, bir grup Bergamalı bu iznin iptali istemi ile idari yargıda dava açtı. İki yıllık yargılama sonunda mahkeme izni iptal etti. İptal kararının anlamı şu idi: Siyanürle altın madeni işletilmesinden doğan tehlikeler göze alınamayacak kadar büyüktür; bu yöntemle maden işletilemez.

Yargı kararı bu denli açık olmasına karşın, maden, devlet görevlilerinin “himayesinde” fiilen çalışmaya devam etti. Bunun anlamı, yargı kararını “tanımamak”tır. Bu suçtur; yargı kararını yerine getirmeyenler ve buna göz yumanlar suç işlemiş olurlar. Bergama olayında bu suç dolayısıyla hüküm giyen olmamıştır; ama 2003 yılında devrin Başbakanı, bazı bakanlarla birlikte, kendi ceplerinden tazminat ödemiştir. Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesi bu gibi haller için bir “rücu” mekanizması da öngörmüştür. Öte yandan, 2577 sayılı yasanın 27. maddesine göre, yargı kararlarının gereğini yerine getirmeme halinde doğan zarardan, bunu yapmayan görevli kişisel olarak sorumlu tutulmuştur. Kökleşmiş içtihatta, öteden beri bu davranışın kişisel kusur oluşturduğu karinesi kabul edilmektedir. Yani, bir devlet görevlisi, görev alanına giren bir konuda verilen mahkeme kararını uygulamıyorsa, bu davranışının kişisel olarak kusur oluşturduğu varsayılır ve kusurlu sayılan görevli bundan doğan zararı kendi öder.

Prensip kararları

Bergama altın madeni olayında ise bu konu ile ilgili “gelişim” şudur: Ortada apaçık bir yargı kararı varken, bu kararın gereğini yerine getirecek olan yetkililer ısmarlama raporlarla, tavsiyelerle, talimatlarla, “gizli” genelgelerle (29.3.2002 tarihli “prensip kararı” gizli olduğu gerekçesiyle uzun süre açıklanmamıştır) madenin işletilmesine devam edilmesini teşvik ederler. Hatta yeni ruhsatlar verip hukukla alay edercesine açılış törenlerine katılırlar. Bunun üzerine izni iptal ettiren Bergamalılar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvururlar. Yargı kararının uygulanmamasından şikâyetçi olurlar. Bu mahkeme yargı kararının uygulanmamasının adil yargılanma hakkının parçası olduğuna hükmederek Türkiye’yi tazminata mahkûm eder. Üç ayrı kararda, 1 milyon Avro’dan fazla tazminat ödenmesi hükme bağlanır.

Hazine ödeyecek

Ortada bir sorun vardır: Devletçe ödenecek bu tazminatlar kimin sırtına yüklenecektir? Mahkeme kararının gereğini yerine getirmeyenler, madeni kapatmayanlar isim isim bellidir. Ama uluslararası hukuka göre bu tazminatı Hazine ödeyecektir.

Kısaca, on beş-yirmi kamu görevlisinin hukuk tanımazlığının yol açtığı zararı, yetmiş milyon kişi ödemiş olacaktır. İşin en tuhaf tarafı da, davacılar bu ülkenin vergi ödeyen yurttaşları olduğuna ve Hazine bu vergilerle oluşturulduğuna göre, kendi kendilerine tazminat ödemiş olmaktadırlar.

Bunun üzerine Bergamalı davacılar, kusuru bulunan kamu görevlilerine tazminat için rücu edilmesini; yani Hazine’nin ödediği paranın, kararı uygulamayan hukuk tanımaz kamu görevlilerinden geri alınmasını isterler. Ama bu talepleri kabul görmez. Sonuçta konu tekrar yargıya intikal eder.

İşte, Danıştay Beşinci Dairesi’nin 3.6.2008 tarihli 3234 sayılı kararı, bu konu ile ilgili yeni bir içtihattır. Yüksek Mahkeme bu kararında “yargı kararını uygulamama eyleminin idare adına yetki kullanan kamu görevlilerinin kişisel kusurundan doğduğuna ve kamu görevlilerinin kusurlarından doğan bu zararın toplum tarafından ödenemeyeceğine” hükmetmiştir. Bu karar kesinleştiğinde, öncelikle dava konusu olan meblağ kusurlu kamu görevlilerinden geri alınacak, sonra da uygulanmayan diğer kararlardan doğan zarara sıra gelecektir.

Yargı kararlarının yerine getirilmemesi, savsaklanması, hukuk devletinde aslında tartışmaya kapalı bir konudur. Yargı kararları derhal ve gecikmeden uygulanır, uygulanmalıdır. Aksi halde, yargı işlevsizleşecektir. Çünkü yargı organlarının elinde, kararlarını uygulatacak somut araçlar ve yaptırım olanakları yoktur; yargı kararı gücünü niteliğinden alır.

Tavırları aynı

Türkiye ne yazık ki, yargı kararlarının uygulanmamasına öteden beri “alışık” bir ülkedir. Siyasi iktidarlar özellikle kamu hukukuna ilişkin yargı kararlarını kendilerine yönelik tehdit olarak algılamışlardır. Bergama altın madeni davasında ise bu tavır görülmedik boyutlara ulaşmıştır. Gerçekten ilk günden beri altın madeninin işletilebilmesi için hükümetler (o günden beri beş hükümet değişmiş, ama tavır aynı kalmıştır) “akla ziyan” çabalarla, önlerine çıkan hukuk kurallarını çiğneyerek, karşılarına çıkan herkesi düşman belleyerek tuhaf bir kararlılık içine girmişlerdir. Bu “kararlılığın” madenci şirketlerin gücü ve devlet görevlileri ile girdikleri ilişki biçimlerinden başka bir açıklaması olabilir mi?

Danıştay’ın kararının önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Danıştay, rücu mekanizmasının en yüksek düzeydeki devlet görevlileri için de işletilmesinin önünü açmıştır. Yasama dokunulmazlığı da bu alanda geçerli değildir. Şimdi şu soruyla karşı karşıyayız: Hukuk tanımaz devlet görevlileri, işin ucu kendi ceplerine dayanınca, acaba, akıllarını başlarına toplayacaklar mıdır?

Ahmet YAĞLI / Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi