Yaptığı sunumda Taksim projesinin arkeolojisini ortaya koyan Gümüş, Gezi olayları sırasında yaşanan süreci kamusal alan tartışmaları çerçevesinde değerlendirdi. Milli rejimler içerisinde mekânın sürekli bir temsiliyetler statüsünde olduğunu söyleyen Gümüş, mekânın kendi semantiğini oluşturan ve mekâna bakışımızı koşullandıran durumun bu merkeziyetçi rejim tarafından tanımlanmış olduğunu vurguladı. Profesyonel bakışın da bu semantiğin içinde olduğunu belirten Gümüş, “Cumhuriyet’in ilk gecikmiş müdahalesinden başlayarak burada gerçekleşmiş olan programın böyle bir kültürel bölünme yaratarak sürdüğünü biliyoruz. Buradaki temel mesele; buradaki ilk müdahale olan 19. yüzyıl kapitalizminin dönüştürmüş olduğunu Pera’yla 20. yüzyılın modern semtlerinin olduğu Şişli arasındaki bu kamusal alanı yeniden tanımlama çabası aslında bir tür gecikmiş de olsa Cumhuriyet’in manifestosu. Burada bir çağdaşlaşma, modern bir Avrupa kentinde olması gereken bir alt yapı oluşturma girişimi var. Daha sonra modernleşmenin yarattığı sınıfsal asimetri kültürel bölünme yoluyla birbirini dengelemeye başlıyor ve devlet siyaseti iki gerilim hattı arasında bu yerel mekânı dönüştürmeye çalışıyor” şeklinde konuştu.
"Kenti bütün deneyselliğinden arındırarak savunan bir kesimin varlığını ilk defa o zaman fark ettim"
Bunun izlerinin ilk defa Dalan zamanında görüldüğünü aktaran Gümüş süreci şöyle aktardı; “O zaman altyapısı iyi oluşturulmamış bir yarışma yapıldı. Bu yarışmanın sonucunda da tünelli, üzerindeki alanı yeniden tanımlayan bir takım projeler ortaya çıktı. Ondan sonra Nurettin Sözen zamanında yine bu yarışmada ikinciliği elde etmiş bir proje grubunun, belediyedeki yönetim kadrosuyla olan ilişkisinden dolayı, üniversite adına bir altyapı projesi şeklinde kurgulanmış bugünkü tünelli projenin ana fikrini oluşturan çalışmayı tamamladıklarını gördük. Maketiyle uygulama projesiyle İstanbul Teknik Üniversitesi hocalarının hazırlamış olduğu projeyi gördük. Nurettin Sözen zamanında bu proje ciddi biçimde tartışılmaya başlandı. Bununla ilgili toplantılar yaptık. Yapılan toplantıya davet edilen kesimin projeyi tartışmasını bekliyorduk. Ancak genellikle ulaşım projesinin tartışılmaz olduğuna ve bunun bilimsel bir konu olduğuna belediye başkanını ikna etmeye çalışan güçlü bir bilim çevresi vardı. Bu bende hayal kırıklığı yarattı. Kenti bütün deneyselliğinden arındırılmış, fikir üretiminden, düşünceden arındırılmış, ulaşım meselesini bir bilimsel gerçeklikmiş gibi savunan bir kesimin varlığını ilk defa o zaman fark ettim. Bir alışveriş merkezi tasarlıyorlardı meydanda, o da metroyu finanse edecekti. Seçim dönemi gelmişti. Nurettin Sözen de projeye pek sıcak bakmıyordu. İtirazların olacağını o da fark etmişti. Bu proje bu şekilde geçiştirildi”.
"Proje Erdoğan'ın kucağına geldi"
Başbakan’ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu zaman çevresinde henüz deneyimli bir ekip olmadığını belirten Gümüş, Erdoğan’ın bu projeyi kucağında hazır bulduğunu söyledi ve şöyle devam etti: “Projenin üzerine çekingen üç tane çember çizdi. Bu çekingen çemberler aslında proje niteliğini taşımayan, sadece burada olabilecek cami fikrini ifade ediyordu. Kıyamet koptu tabii o zaman. Biz de Mimarlar Odası’nda bu Taksim meselesini tartışıyorduk. Belediyeyi bile davet etmiştik o zaman. Bu tartışmalar sonucunda bizim asıl dikkat çekmek istediğimiz şey, o çemberler değil, bu tünellerin açılması sonrası Gümüşsuyu ve Sıraselviler’de oluşacak durumdu. Şehrin tarihsel topografyasının nasıl değişeceğine dikkat çekmeye çalışıyorduk. Tuhaf bir şekilde, bazı profesyonel çevreler bu çemberlere bakmayı daha çok önemsediler. Daha fazla öne çıkardılar. 28 Şubat sürecinde de bu çemberler ana konu oldu. Ali Müfit Gürtuna çemberleri kazıdı projeden ve şimdi neden hala itiraz ediyorsunuz diye sormaya başladı. Daha sonra kaldırım projesine döndü iş ve bu noktaya kadar geldik”.
"Profesyoneller krizleri dönüştürmemeli"
Yaşamın değerlerini keşfetmekle yaşamın yerine geçmek bazen birbirinin aynısı gibi gözükebiliyor diyen Gümüş, aslında bu iki durum arasında taban tabana zıtlık olduğunu vurguladı. Gümüş; “Yaşamın yerine geçmekle, yaşamın kendi dinamikleri içinde kamusal alanın özgürleşmesi meselesi camilerimiz, müzelerimiz neo-klasik bir kamusal alandan özgürlükçü bir kamusal alana nasıl geçeceğimizi anlamak önemli. O çemberler çizildiğinde o zaman, meselenin özü anlaşılmış olsaydı Türkiye’deki demokratik gelişme çok daha farklı olabilirdi. Mekân bu görüş içinde sürekli bir temsil edilen bir yerde durdukça, biz bütün sınıfsal çelişkileri gidip merkezi siyaset üzerinden tartışıyoruz. Oysa mekânın kendisi bu sınıfsal asimetrinin oluştuğu yerdir. Gezi gibi birkaç tane kamusal yarık açıldı toplumda. Depremden sonra bir yarık açıldı mesela. Habitat sırasında da farklı bir kamusal yarık açıldı. Biz profesyoneller krizleri dönüştürmesek yerine geçmeye çalışmasak inanın yaşam enerjisiyle dolu hayat fışkıracak. Muhalefet biçimimizle kentin üretmiş olduğu bu çelişkiyi sürekli olarak siyasetin semantiği içinde yeniden üretiyoruz. Onun yapısını çözmüyoruz. İstersek değiştirebiliriz” diyerek sözlerini noktaladı.