Cumhurbaşkanının 'Yakınma'sı

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca 2007 yılı "Kültür ve Sanat Ödülü" için Prof. Dr. Metin Sözen'in seçildiği açıklandığında, aynı ödülün 29 yıldır verildiği de vurgulanmıştı.

Biz de Metin Hoca'nın neredeyse yarım yüzyıldır süren "özverili" çalışmalarına değinerek, bu soluksuz direnişinde nice zorluklarla birlikte, özellikle "kültür yoksunu imar politikaları"nı da nasıl göğüslediğini anımsamıştık. (Cumhuriyet-26 Aralık 2007)

Nitekim geçen cuma akşamı (18 Ocak) Ankara'daki ödül töreninde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün konuşması, bir bakıma aynı gerçeği yansıttı.

"Tarihi eserlerimize sahip çıkarken bu konuda büyük bir uyanışın, daha büyük bir şuurun oluşması, şehirlerimizi, caddelerimizi kurarken aynı estetik, güzellik, zarafet içerisinde de 'yeni bir akım' ın başlayacağını ümit ediyorum" diyen Gül, Ankara'yı bezeyen "Cumhuriyet mirası" yapılardan Türkocağı Binası'nın görkemli salonunda şöyle devam etti:

"Ancak en büyük arzum, bunun 'kent bilinci' uyandırması, bir taraftan eski eserlere sahip çıkarken, yeni kurduklarımızın da ileride övünülecek güzel, estetik bir şekilde olmasıdır." (19 Ocak-ajanslar)

Gül daha sözünü bitirmeden içimden haykırasım geldi...

Bu "akım" hiç "yeni" olabilir mi? Çağdaş binalarımızın da tarihtekiler gibi güzel ve zarif olması, "Cumhuriyet"le başlamadı mı? O unutulmaz "kent bilinci", 1950'lerden itibaren Cumhuriyet karşıtlarınca terk edilerek, tüm ülke tekdüze apartmanlar ve gecekondularla donatılmadı mı? Ormanlar, su havzaları, tarım alanları, aynı anlayışın " işgal"ine açılmadı mı? Şimdi de kentlerimiz küresel sömürgecilikle bütünleşen devasa rant yapılarıyla ezilmiyorlar mı?

O halde Gül, bütün bunlardan yakınarak, acaba o "efsanevi devrimci dönem"imizi mi özlüyordu; siyaseten , "yeni bir akım" diyerek gizlemeye çalışsa bile. "Siyaseten" diyorum; çünkü Cumhurbaşkanı, son 50 yılın en "imar düşkünü" liderleri olan Menderes ve Özal'ın takipçisi kadrolardan geliyor...

Bu nedenle aynı muhafazakâr politikaların, mimarlık ve şehircilik alanında ülkeyi estetik, güzellik ve zarafet "yoksun" u kıldığını da bir anlamda itiraf etmiş oluyor.

CUMHURİYET MİRASI

Gül'ün sözleriyle, işte bu düşüncelere dalarken, Metin Sözen de "teşekkür" konuşmasına törenin yapıldığı Cumhuriyet binasıyla başlamasın mı?

Atatürk'ün isteği üzerine eski Ankara evlerinden esinlenilerek mimar Arif Hikmet Koyunluoğlu tarafından tasarlanan bina, 1930'da hizmete girmişti. Muhteşem mekânla sanki bütünleşircesine kürsüye çıkan Sözen diyordu ki: "Ben de Cumhuriyetin ürünüyüm; günümüze de örnek olması gereken böylesine özgün bir Cumhuriyet mirasında ödül almam kadar anlamlı ne olabilir?"

Aynı "özgün"lüğün tarihsel esin kaynaklarını oluşturan "Anadolu uygarlıkları"nın ise "bu ülkenin geleceğini karartmak isteyenlerin en güçlü engeli" olduğunu anımsatan Sözen, bu nedenle yeni anayasa için, siyasilere şunu öneriyordu: "Bir kültür ve uygarlık ülkesi olma gerçeğimiz, ilk maddeler arasında yer almalıdır..."

GÜNÜMÜZÜN 'ÇİRKİN'LİKLERİ

Hocamızın bu dileği eğer gerçekleşirse, Gül'ün bile yakındığı! "çirkin" uygulamalardan da kurtulmanın önü açılmaz mı? "Bile" diyorum; örneğin, artık hemen her fırsatta yinelediğimiz, şu tek tip (yani "tip" siz) TOKİ apartmanlarına duydukları hayranlık!

Tarihsel sivil mimarimiz, iklim, çevre ve kültür farklarından ötürü her yörede, oraya uygun özelliklere sahipken TOKİ'nin ülkedeki tüm kentleri aynı türden kişiliksiz bloklarla donatmasına nasıl alkış tutabilirler?

Üstelik "Türkçe" bile olmayan, sözde "çekici"! yabancı site isimlerine de aldırmadan...

Benzer şekilde, ülkenin her yöresinde yinelenen zarafet ve estetik yoksunu "tip" kamu binalarının ille de soğuk yüzlü ve kaba kütleler halinde gerçekleşmesinde ısrar edilmesi; kültür öncelikli bir anayasayla mümkün olabilir mi?

Ya şu olur olmaz yerlerde izin verilen devasa binaların; kenti ezen heyula iş merkezlerinin ve dünyada eşi olmayan pazarlama gökdelenlerinin "çağdaşlaşma" adına teşvik edilmesi;Ankara'nın kimi semtlerindeki sözde "Selçuklu motifli apartmanlar"la Anadolu uygarlıklarına "hakaret" edilirken kentlerimizin siluetini bezeyen, çağların tanığı anıtsal yapılarımızın sözde modern rant kuleleri arasında bırakılarak geçmişe "saygısız "lık örnekleri yaratılması; Ve daha nice, geçmişimize, kimliğimize yabancılaşmış pespaye uygulamalar...

Acaba Cumhurbaşkanı, Sözen'e ödülünü verirken paylaştığı arzusuna bir an önce ulaşabilmek için, bütün bu uygunsuzluklara da son verecek "kentsel ve kültürel sorumluluklar"ın yeni anayasada tanımlanmasını sağlayabilir mi?

'SİVİL DİRENİŞÇİ'

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bakanlığına bağlı Devlet Çoksesli Korosu'nun, şef İbrahim Yazıcı yönetimindeki mükemmel konserinden sonra yaptığı konuşmada dedi ki: "Hemen tüm bilim ve sanat çevreleri, basın kuruluşları ve kamuoyundan gelen olumlu tepkilerden, ödülün yerini bulduğu en iyi biçimde anlaşılıyor..."

Bakanın, bu saptamasına neden olan "Sözen duruşu"nu da çok iyi bildiğinden eminiz.

Çünkü Metin Hoca, bir yandan evrensel değerlerimize ulusal sahiplenmenin; bir yandan da Cumhuriyet devriminin "kişilikli ve çağdaş kentleşme" hedefini yok eden şımarık, bilim dışı ve ayrıcalıklı imar hakkı yapılaşmasına karşı "sivil direniş" in yurtsever heyecanını simgeliyor. Aynı heyecan önce ÇEKÜL'ün, derken Tarihi Kentler Birliği'nin yelkenlerine "Anadolu uygarlıklarının rüzgârı" nı doldururken; devleti yönetenlerse doğayı ve tarihi otel arsalarına dönüştürmekten; tarlalara, hatta göl ve deniz kıyılarına bile fabrika kurdurmaktan; kentlerin ortasına "kat kat satılık gökdelen" izinleri sağlamaktan hâlâ vazgeçmediler...

Şimdi böylesi bir aymazlık için de sanki "özeleştiri" sayılabilecek bu "devlet ödülü"nün, asıl aynı devleti yönetenler üzerinde yeni bir "şuur" yaratıp yaratmayacağını, bakalım ne zaman görebileceğiz...