William Shakespeare "Ne olduğumuzu biliyoruz ama ne olacağımızı bilmiyoruz" diyor. Bu sözü yorumlayınca bizim şirketlerin dönüşümü için tarihi bir fırsat çıktığını görüyorum. Yeteneklerin, yönetim üslubunun, bakış açısının ve lider kararlılığının test edildiği bir sınav bu.
Konunun uzmanları krizlerin liderlik sanatını geliştirdiğini iddia ediyor. Gerçek liderler bireysel düşünceden toplu düşünce aşamasına böyle zamanlarda geçerlermiş. Hem yöntemleri değişirmiş hem de olaylara bakışları. Yeni düşünce egzersizleriyle işe başlamak ise gerçek liderlik kumaşının ilk özelliğiymiş.
Yine de yapılacak ilk işin ne olduğu konusunda ihtilaflar var. En azından Avrupalı yöneticilerle Amerikalılar farklı düşünüyor. Belli ki krizi herkes kendi gerçeğine göre okumakta. Hemen somut bir örnek vereyim: Fütüristik gözlemleriyle ünlenen ve Obama'nın çevre politikalarına yön veren Joel Kotkin ilginç bir iddiayı gündeme taşıyıp şöyle diyor: "Avrupa son kırk yılda doğru dürüst yenilik ve istihdam üretemedi. ABD ekonomisi 40 yılda 83 yeniliğe imza atıp 65 milyon yeni iş yaratmışken Avrupa sadece 22 yeni işle 5 milyonda kaldı". Ve devam ediyor: "Bunun sorumlusu Avrupalı şirketlerin her şeyi toz pembe gören liderleridir!"
Gerçekten de İngiltere başta olmak üzere Alman, Fransız ve İtalyan
şirketlerinin çoğu bu sorunları yaşadı. Peki, bu kadar istihdam hacmi yaratıldı
da kriz neden Amerika'da patladı? Bunu da Apple'ın CEO'su Steve Jobs yanıtlıyor:
"Görünürde olmasa da pratikte ABD Merkez Bankası bağımsızlığını yitirdi. Makro
ekonomik süreçler duygusallığın etkisi altında kaldı. Daha da önemlisi Amerikalı
şirketlerin çoğu 'Yeni Nesil Performans Yönetimi'nin inceliklerini
algılayamadılar. Kriz aslında klasik düşüncelere takılan CEO'ların kendi
ceplerini doldurma telaşından çıktı!"
Performans için sonuç
odaklı olmak
Önemli tespit galiba şu cümlede: Performans yönetimindeki yenilikleri algılayamamak! Bana göre bu süreç Çin ve Japonya hariç tüm dünyada yaşandı. Bilgi teknolojisinin getirdiği başdöndürücü hava "performans yönetimi"nin üzerini örttü!
Şimdi krizden çıkış yolu olarak bu "ufak ayrıntı"nın tekrar öncelikler arasına alınmasını savunanlar var. Ben de aynı görüşteyim. Bırakın dünyayı, Amerika'da bile "Performans Yönetimi" küreselliğin moda olmaya başlayan uygulamalarına kurban edildi! Oysa "Performans Yönetimi" dünyada uzun yıllardır biliniyor. Tam olgunlaşması ise iki binli yıllara dayanıyor.
Peki, "Performans Yönetimi" bugünkü haliyle nasıl bir önceliği ifade ediyor? Bence krizin atlatılmasında ilk adım performans yönetiminin esasını teşkil eden sonuç odaklılık meselesinden geçiyor. "Sonuç Odaklı Performans Yönetimi"ni tam anlamadan değişen trendleri algılamak mümkün değil. Küresel krizlerde "Performans Yönetimi"nin tezgâhından geçmemiş hiçbir fikrin değeri yok.
"Performans Yönetimi" şimdi tek bir tanımı da değil, oldukça karmaşık bir yapıyı temsil ediyor. En basit bileşeni olan "maliyet" sisteminde bile inanılmaz bir evrimleşme var. Parazit ürünler ayıklanıyor, klasik fiyatlandırma modeli terk ediliyor, CRM anlayışı yeniden biçimleniyor ve verimliliğin altında kalan departmanlar yok ediliyor.
Kurum içi organizasyonlar kârlılık üzerinde odaklanmış durumda. Fiziki dağıtımda en kısa yol tercih edilirken piyasa yapısı değişiyor. Bugüne kadar yeterince ölçülemeyen reklam etkinliği ise milimetrik usullerle tartılıyor. Ve en önemlisi kâr getirme işlevini yitirmiş tüm işler -duygusallığı bir kenara bırakarak- tasfiye ediliyor.
Amerikalı ve Avrupalılar bu saydıklarımın çoğunu düne kadar adam yerine
koymadıkları Çinlilerden öğrenmeye başladılar. Bilimsel kuralları ise Japonlar
geliştirip Amerika'ya ihraç etti.
Kentleşmede aşırılık kriz
nedeni
Kentsel politikalar üzerinde de dünyanın sayılı kalemlerinden olan Joel
Kotkin'in bir tespitine daha değineyim: Yazar krizin nedenleri arasında
kentlerin sürekli çekim merkezi haline gelmesinden şikâyetçi. Büyük metropollere
insan yığılmasını krizin sorumlularından biri sayıyor. Joel Kotkin'in
görüşlerine göre dünyanın hızla büyüyen kentlerinde gelir dağılımına ilişkin
acil düzenlemeler yapılmazsa ciddi ihtilaflar çıkacak. Krizin sosyal boyutlarına
ilişkin çatışmalar ise kaçınılmaz. En büyük kaygı hem gökdelenlerin hem de
dermeçatma konutların tezat oluşturacak şekilde aynı hızla genişlemeleri.
Bu
konu büyük ölçüde "Üçüncü Dünya Ülkeleri"ni tehdit ediyor. Topun ağzında
Nijerya, Hindistan, Meksika ve Ortadoğu'nun tamamı var. Dünya nüfusu hızla
artarken insanların büyük metropollerde birikerek patlama göstermesi hayra
alamet değil!