Cezaevindeki Neşeli Kalabalık



Yüksek duvarın içinde küçük bir kapıdan başınızı eğerek giriyor ve geniş bir avluya ulaşıyorsunuz. Tek başına yükselen eski, terk edilmiş, yarı metruk bir yapının üzerinde birkaçı düşmüş kocaman harflerle Sinop Bölge Çocuk Islah Evi yazıyor.

Sinop Cezaevi'nin çocuk koğuşlarında hafta sonu bir çağdaş sanat sergisi açıldı. Melih Görgün'ün üçüncüsünü düzenlediği Sinop Bienali'nin bir parçası olan sergi, yabancı sanatçıların bu kentte yaşayarak ürettikleri işlerden oluşuyor

Yüksek duvarın içinde küçük bir kapıdan başınızı eğerek giriyor ve geniş bir avluya ulaşıyorsunuz. Tek başına yükselen eski, terk edilmiş, yarı metruk bir yapının üzerinde birkaçı düşmüş kocaman harflerle Sinop Bölge Çocuk Islah Evi yazıyor. Bu avluda yeni, yaşama dair ve umut verici olan tek şey, binaya asılmış Sinopale afişleri ve o afişlerin oraya topladığı kalabalık.

Sinopale, Sinop’un bu yıl üçüncüsü yapılan bienalinin adı. Bienalin ana mekanı tabii ki tarihi Sinop Cezaevi. Siyasi mahkûmlarıyla ünlü bu cezaevi masallardaki karanlık zindanların Türkiye tarihindeki temsilcisi gibi. Son yıllarda Kapadokya’nın, Mardin’in terkedilmiş konaklarına benzer biçimde bir dizi kahramanı olarak da ayrıca ün yaptı. İnsanların ceza ve acının tarihine duyduğu merak, ‘Parmaklıklar Ardında’ dizisinin cazibesiyle birleşmiş olmalı ki, Sinop Cezaevi’ni geçen yıl yüz binlerce kişinin gezdiği söyleniyor...

Gizli anılar kayıp izler...

Geçen Cumartesi açılan Sinopale ise kente ve cezaevine yeni bir anlam katmaya çalışıyor. Özellikle uluslararası katılımla, Sinop için üretilmiş işlerin sergilendiği bir etkinlik Sinopale. Bu yıl bienale büyük çoğunluğu yabancı, 30 sanatçı katıldı. Cezaevi’ndeki ana sergiye katılan sanatçıların tamamı Sinop’ta zaman geçirip, işlerini bu kent için üretmiş. Teması ‘Gizli Anılar Kayıp İzler’ olan serginin belki de en iyi işi, daha Islahevi binasına yaklaşırken kendini gösteren ‘Aynaların Şarkıları’. Avusturyalı sanatçı Georg Klein, cephedeki tüm pencereleri ortasında birer hoparlör olan aynalarla kapatmış. Sanki bina, duvarlarına işleyen utançla yüzünü kapatmış. Aynalar hem onun yüzünü gizliyor hem de dışarıdaki hayatı bu binanın cephesine yansıtıyor. Hoparlörlerden gelen çocuk şarkıları da, gaipten gelen kötü anılara dair tedirgin edici bir ses gibi. Georg Klein bu kadar çok anlamı olan bir binanın altında ezilmeden onu dönüştürmeyi başarmış.

Maria Ikonomopoulos’un kaybolan Sinop bitkilerinin kağıt kesiklerinden gölgelerini ürettiği ‘Anıları Yetiştirmek’ çalışması, Jelena Vasiljev’in Sinoplu kardeşlerin fotoğraflarından oluşan işi, Joel Andianomearisoa’nın kapaklı ucuz aynalarla demir parmaklıkların ardında gerçekleştirdiği ‘Melankoli’si ilgi çekici.

Els Vanden Meerschtekst’in (Nedense tüm sanatçıların adları böyle zor...) ‘Hoşgeldiniz’ adlı, terk edilmiş Kürt köylerinin yüzlerce fotoğrafıyla yaptığı düzenleme, serginin en sert işlerinden biri. Anne Metzen’in, Sinop’ta bir zamanlar faal olan NATO radar üssüyle ilgili yaptığı küçük anketlerle oluşturduğu ‘Dinleme İstasyonu’ ise harika. Anadolu kentlerinin hafızasında böyle yarı gizemli kurumların nasıl derin izler bıraktığına dair biraz esprili biraz acıtıcı bir iş.

Sinopale’nin ikinci önemli sergisi ise Dr. Rıza Nur Kütüphanesi’nde. (Evet, Rıza Nur da Sinoplu ve gözden düşmeden önce, bakanken burada bir kütüphane yaptırmış...) ‘Gizli Anılar Kayıp İzler’ başlığı altında çoğunluğu İrlanda’dan gelen, bazıları Ferhat Özgür, Gülsün Karamustafa gibi tanınmış Türkiyeli sanatçılara ait videolar, okuma masalarının üzerinde ziyaretçilerini bekliyor. Kütüphanede Sinoplu karikatürist Seyit Saatçi’yle, Sinoplu tonmayster Engin Aksan’ı hatırlatan birer köşe kurulmuş.

Ayrıca, çocuklarla yapılan atölyeler ve oradan çıkan bir sergi, Hülya Karakaş’ın yönettiği bir tiyatro atölyesi, Beral Madra, Emre Zeytinoğlu gibi isimlerin konuştuğu forumlar da var ki, amaç ilgilenen herkesi Sinopale’nin parçası kılmak.

Melih Görgün’ün çılgınlığı

Tabii ki Sinop bienalinin de arkasında, Bayburt’ta Baksı Müzesi’ni açan Hüsamettin Koçan, Afyon’da 10 yıldır caz festivali yapan Hüseyin Başkadem gibi çılgın bir isim var. Bu kez kahramanımızın adı Prof. Melih Görgün. O da yaşadığı kente katkıda bulunmak için altı yıldır en çok dostlarının desteği, daha sonra ufak tefek sponsorlar ve yerel idarenin ‘idare etmesiyle’ bu işi yapıyor. “Bu benim yaşadığım kenti iyileştirme projem” diyor Görgün, “Ben bu kentte çok iyi bilgiyle donandım, iyi koşullarda yetiştim. Şimdi karşılık olarak ona ihtiyacı olanı veriyorum...”

Sinop, Karadeniz’den çok bir Akdeniz kenti gibi. Palmiyeli geniş bir sahil yolu bile var. Sıcağa ve Ramazan’a teslim, iyice ağırlaşmış hayat, biraz Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Hayır’ mitingiyle yerinden kımıldıyor, biraz da Sinopale’yle. Sokaklarda, kafelerde yerli yabancı sanatçılar, sanat insanları geziniyor. Kimisi, Sinoplu sivil toplum çalışanlarının evlerinde kalıyor. Çocuklar, birkaç haftadır düzenlenen atölyelerde, resim yapıyor, yaratıcılıklarının sınırlarını keşfediyor. Doğal olarak, uluslararası sergiyle eş zamanlı açılan çocuk sergisinde de çocuklar, abileri, anne ve babaları hep beraber geziniyorlar. Sanat, hiç de alışık olmadıkları haliyle hayatlarının içine damla damla sızıyor.

İşte, açılış günü Çocuk Islahevi’nin önünde toplanan kalabalığı bu insanlar oluşturuyor. Mutlu ve heyecanlı çocuklar, serginin kıymetini bilen ya da anlamaya çalışan meraklı yetişkinler, yerel yöneticiler, dünyanın ve ülkenin bir ucundan kalkıp gelmiş sanatçılar, küratörler. Geçmişinde ‘deli dalgaların’ yaladığı bir cezaevi, geleceğinde ise bir nükleer santral projesi var Sinop’un. Bu ikisi arasında sıkışmış, bir küçük kentin kaderini bu kalabalık değiştiremez tabii. Ama değişim için bir umut kapısı aralayabilir. Sinop’ta o kapı aralanmış.