2030 yılına kadar dünyanın modern toplumlarındaki "çevre" algısında
devrim yaşanacak. Çevre yakın bir zaman içinde "bizim dışımızdaki"
varlıklara atfedilen elit bir değer olmaktan çıkacak. Giderek
artan bir ivmeyle doğa ve insanın birbirine bağlı olduğu gerçeği kavranacak.
Toplumun küçük bir kesimine atfedilen "çevrecilik" ölecek, onun
yerine herkesin parçası olduğu "doğa kültürü" yeşerecek. İnsan,
yediği her lokmayı, aldığı her nefesi ve içtiği her damla suyu aslında doğadan
aldığını hatırlayacak.
Doğanın sağlığı, insan sağlığının temel koşulu olarak kabul edilecek. Daha
çok insan kendi besinini yetiştirmeye başlayacak. İnsanlar "fittness center"a
gitmek yerine şehrin tarlalarında çapa yapacak ve tohum ekecek. Geleneksel taş,
kerpiç ve ahşap mimari doğayla daha uyumlu olduğu için yeniden yaygınlaşacak,
betonarme yavaş yavaş tarih olacak. Yaşamsal ihtiyaçlar, giyecek, su, enerji,
yerel ölçekte üretilmeye başlanacak. Kırsal yaşam ve kent yaşamı arasındaki
sınır eriyecek. Hastaneler ve hastalıklar azalacak.
Bu dönüşüm, büyük şirketlerin ve devletlerin değil, bir dizi yerel
girişimcinin önderliğinde olacak ve tüm dünyaya yayılacak. İnternet ve iklim
değişikliğinin olumsuz etkileri bu yaygınlaşmada büyük rol oynayacak. Şirketler
"çevreci" görünmek yerine, doğayı koruyan üretim süreçlerinin peşine düşecek.
Doğaya saygılı olanlar değil, onu yok edenler parmakla gösterilecek ve
ayıplanacak. Temel eğitim anlayışı tümüyle değişecek. Eğitim, yalnızca aklın
değil, vicdan ve bedenin de eşit oranda eğitimi üzerine odaklanacak. Bu nedenle
aile içi eğitim daha ön plana geçecek.
Türkiye, kırsaldan kente geçişi henüz tamamlamadığı için dünyadaki bu
değişime büyük katkı koyacak ve belli alanlarda öncülük edecek. 2030 yılında,
"Dünya Çevre Günü"ne ve belki de pek çok özel güne gerek kalmayacak. İnsanlar
mutlu günlerini doğa bayramlarıyla kutlayacak.