Çevre şartları ve estetik açısından Boğaz Köprüsü

Köprünün Türkiye mekanında oturduğu yer, Türkiye ve belki dünya ölçüsünde müstesna bir topografyaya olan Boğaziçi’dir. Tabiatın ender güzelliklerini korumak, belki de insanlığın dünyadaki en büyük görevidir. Dünyayı her şeyden önce yaşanılabilir, zevk alınabilir yapmak zorundayız.

Boğaz Köprüsü büyük bir yapıdır. Altından bazı özel gemiler geçsin diye şimdi daha da yükseltiliyormuş. Bu yapının Boğaziçi’nin yumuşak topografyası, bununla dengeli rahat dinlendirici mimarisiyle bir ilişkisi yoktur. Bu köprü, Boğaziçi’ni, bütün İstanbul’u, bütün yaşama nizamıyla, görünüşüyle ve insanlarının psikolojisiyle küçültecektir.

İstanbul’un her noktasından asimetrik bir silüeti, buna uygun bir tarihi mimarisi vardır. Bu çevre içinde mekanik bir simetriye haiz bu büyüklükte bir yapının göze çirkin görünmesi ve rahatsızlık vermesi bir yana, insanların doğal estetik kıymet hükümlerini de dejenere etmesi, giderek yeni çirkinlikleri fark edilmez kılmasından korkulur.

Boğaz Köprüsü, Boğaz kıyılarında yoğun iskan yerleşmeleri teşvik edecektir. Bu baskıya imar planlarıyla karşı konulabileceğine, hatta karşı konulmak isteneceğine inanmak zordur. Bu demektir ki, kısa bir süre içinde ne tarihi yalılardan, ne de bizim olan bu panoramadan eser kalacaktır.

Boğaziçi’nin iki yakasının New York örneği yüksek binalarla dolduğunu, torunlarımızın bir Türk Boğaziçi’nin varolmuş olduğunu bilemeyeceklerini düşünmek ürküntü vericidir.

Şu muhakkaktır ki, Boğaz Köprüsü’nün olumsuz şehircilik etkilerini, ekonomik ve teknolojik sömürü niteliğini bilmese de, bu estetik sömürü özelliği dolayısıyla bu yapıya karşı olacak pek çok Türk, pek çok İstanbullu bulunmaktadır.

Bu konuda son söz olarak şunu söylemekle yetinelim: Çirkinliklere alışılabilir; fakat bu hiçbir zaman çirkinlikler yaratmak için sebep olamaz.