Altın madenleri Ege'de, HES'ler Doğu Karadeniz ve Batı Akdeniz'de,
termik santraller ise Batı Karadeniz ve Doğu Akdeniz'de
kümelendi
Ekoloji mücadeleleri kavramı 90’lı yıllarda sözlüğümüze
girdi. Çevreciliğin çöp toplamaktan ve ağaç dikmekten ibaret gibi gösterilmeye
çalışıldığı, sürdürülebilir kalkınmanın icadıyla en kirletici şirketlerin bile
çevreci ilan edildiği ve Çevre Bakanlığı’nın kurulmasıyla meselenin resmiyet
kazandığı bu yıllarda, yerel çevre ve ekoloji hareketleri mücadelenin politik
yanını vurgulamayı ve sisteme muhalif bir ekoloji mücadelesi geleneği yaratmayı
başardı. Ekoloji mücadelelerinin doğuşunda Bergama’da siyanürlü altına karşı
başlayan köylü hareketinin büyük etkisi oldu. Kendi topraklarından kendilerine
sormadan altın çıkarıp zehrini bırakan şirketlerle mücadeleye girişen köylülerin
yarattığı etki, benzeri yatırımların yapıldığı yerlere hızla
sıçradı.
Geçen haftasonu Ankara’da yapılan “Çevre Direnişleri
Buluşuyor” başlıklı toplantı bu ekoloji mücadelelerini biraraya
getirmeyi amaçlıyordu. Buluşma bugüne dek düzenlenen benzeri etkinliklerin en
büyüğüydü. Anadolu’nun 28 yöresinden gelen 40’ı aşkın konuşmacıyı ve katkı yapan
insanları, iki gün hiç kaçırmadan dinlemeye çalıştım. Bu buluşma, hem Türkiye’de
doğayı tahrip eden yatırımların hem de direnişlerin ne kadar çoğaldığını ve
yaygınlaştığını kanıtlıyordu. TMMOB’nin organizasyonuyla
düzenlenen buluşma, yerel çevre ve ekoloji mücadelelerinin kararlılığını
göstermesi açısından da bir dönüm noktasıydı.
Gerçek
insanlar
Konuşmalarda göze çarpan en önemli ortak nokta, canı
yanan insanlardı. Yaşadıkları toprağın veya soludukları havanın
zehirlenmesinden, derelerinin kurutulmasından ya da topraklarının sular altında
bırakılmasından, geçim kaynaklarının ve kültürlerinin yok olma tehdidi altına
sokulmasından endişelenen gerçek insanlardı konuşanlar.
Örneğin Rize’nin
Güneysu ilçesinden, Başbakan Erdoğan’ın “baba ocağından” geldiğini söyleyen bir
konuşmacı, derelerinde zaten az olan suyun HES projesinden sonra tamamen
kuruduğunu anlatıp “derede yüzümüzü yıkayacak kadar su bırakmadılar, Karadeniz
patlama noktasında” diye isyan ediyordu. Çayeli’nden gelen bir başka direnişçi,
Senoz vadisinde mahkeme tarafından durdurulan HES’lerin devam etmesi için
bakanlığın şirkete yol gösterdiğini, hukukun ayaklar altına alındığını
anlatıyordu.
HES projelerinin kuşatması altındaki Karadeniz gerçekten de
içten içe kaynıyor. Sadece Doğu Karadeniz’de 790, Türkiye genelinde 1800’e yakın
HES projesinden söz ediliyor. Bu gidişle kurutulmayan dere kalmayacak gibi. Bu
inşaatlar nedeniyle ağaçlar kesiliyor, yeni yollar açılıyor, Karadeniz’in yaban
doğası elden gidiyor. İki günlük toplantıda HES’lere karşı direniş yürüten 10
hareketin temsilcileri konuştu. Üstelik bunlar varolan hareketlerin sadece bir
kısmıydı.
Bu arada Senoz’da yaşanan hukuksuzluğun tek örnek olmadığı
başka konuşmacılar tarafından da sık sık vurgulandı. Hukuk mücadeleleri her
yerde devlet ve şirketler tarafından yeni projeler veya yeni ÇED süreçleri
denenerek aşılmaya çalışılıyor. Bergama Çevre Platformu sözcüsü
de Bergama’da Danıştay kararı çiğnenerek sürdürülen altın madenciliğinin
sonuçlarını bizlere hatırlattı. Bir de kötü haber verdi. İkinci atık barajı da
kurulan Bergama altın madeni, bölgedeki altın cevheri bitse bile başka yerlerden
taşınacak cevherin siyanürle ayrıştırılacağı bir merkez olmayı sürdürecekti.
İnay Vicdan Hareketi temsilcisi Uşak Kışladağ, altın madeninin
çevresindeki köylerde doğan iki ayaklı, gözsüz kuzuları da anlatınca hava iyice
kasvetlendi.
Termik santraller
Termik santrallar
ise ayrı bir sorun. Bartın Platformu’nun sözcüsü, Amasra gibi
turistik bir kıyı kasabasına kurulmak istenen 2640 MW’lık dev termik santralden
bahsetti. Yatağan’ın dört katı büyüklüğündeki bu santral, günde 22.500 ton kömür
yakacak. Bu miktar bütün Bartın’da bir yılda her türlü amaçla yakılan toplam
kömür miktarına eşitmiş. Erzin’den gelen temsilcinin Hatay’a dördü Erzin’de
olmak üzere toplam 16 kömürlü termik santral yapılacağını anlatması da dehşet
vericiydi. Halihazırda bütün Türkiye’de bu kadar çok termik santral yok! Neyse
ki Sinop’un termik santral tehdidi altındaki ilçesi Gerze’de 25 Nisan’da 15 bin
kişinin yürüdüğünü ve halkın ayakta olduğunu anlatan Yeşil Gerze
Platformu temsilcisi hepimize cesaret verdi.
Ekoloji hareketinde
yer alan bizler için bütün bu mücadeleleri yanyana izlemekten, insanların
yüzlerindeki isyanı görüp nasıl bir dil kurduklarına tanık olmaktan daha
öğretici bir deneyim az bulunur. Bu buluşmadan yola çıkarak birkaç hızlı tespit
yapabiliriz.
1- Türkiye tarihinde doğayı tahrip eden
yatırımların ulaştığı yaygınlık açısından rekor üstüne rekor kırılıyor. Altın
madenleri Ege’de, HES’ler Doğu Karadeniz ve Batı Akdeniz’de, termik santrallar
Batı Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de kümelenmiş gibi görünüyor. Ama bu bir kural
değil. Ulukışla, Dersim, Artvin gibi yerlerde de altın madeni arayışları ya da
Silopi örneğinde olduğu gibi kıyılarda olmayan termik santraller de var. Doğanın
tehdit altında olduğu yerler gibi direnişler de bütün ülkeye
yayılmış.
2- Ekoloji mücadelelerinde yerel dinamikler
belirleyici hale gelmiş durumda. Artık büyük kentlerden bilinç taşıma dönemi
geride kalmış. Yerel ekoloji mücadeleleri, sadece meslek örgütlerinden,
uzmanlardan ya da büyük kentlerdeki çevre örgütlerinden değil, birbirlerinden de
yararlanıyor ve ağlar oluşturuyorlar. Doğu Karadeniz’in her yerinde yeni
Derelerin Kardeşliği Platformları doğması bunun güzel bir
örneği.
3- Bütün bu tehditlerin bu hükümet zamanında,
özellikle de AKP’nin ikinci döneminde yoğunlaştığı konusunda bir görüş birliği
var. Özellikle de Çevre Bakanı gibi değil, sorumsuz bir müteahhit gibi davranan,
doğayı savunmakla uzaktan yakından ilgisi olmayan Veysel Eroğlu büyük tepki
topluyor.
4- Hareketlerin bütünü tek bir ideolojik
hatta sahip değil. Ama yaşadıkları sorunun tekil ve basit olmadığının herkes
farkında. Tüm hareketler politik bir mücadelenin zorunlu olduğunu, yaşadıkları
yerlere ve geleceklerine yönelik tehdidin doğaya yönelik topyekûn bir saldırının
parçası olduğunu görüyor. Ayrıca insanlar kadar diğer canlıların haklarına da
sık sık vurgu yapılması, hareketin ekolojist bir nitelik taşıması açısından
önemli.
Bütün bu hareketlerin birbirinden güç alarak büyümesi, gerekli
yerlerde birlikte davranması ve başarı kazanması önemli. En az bunun kadar
önemli olan şey ise doğayı, yaşamı ve geleceğimizi korumanın bir bütün olduğunu,
kendi yerelimizi korumanın ve bunu politik bir mücadeleye dönüştürmenin
gezegenimizi ve bütün insanlığın ve diğer canlıların geleceğini korumaktan bir
farkı olmadığını görmek. Artvin’deki Derelerin Kardeşliği
hareketinin sözcülerinden birinin “Çoruh’a baraj yapılırken ses çıkarmadık,
sonra sıra bize geldi” demesi gerçekten ibret vericiydi. Sıranın ne zaman
hangimizin köyüne, deresine, vadisine ya da sokağına geleceğini bilemeyiz.
Meşhur hikâyeyi tekrarlamaya gerek yok. Ekoloji mücadelelerinde de kural
değişmiyor.