Kanuni’nin paşalarından Sinan Paşa, Beşiktaş’ta bir cami yaptırmaya karar verir. Bu, bizim Sinan Paşa Camii olarak bildiğimiz camiden başkası değildir. Caminin yapımı esnasında paşanın gerekli parayı devlet kasasından aldığı, yani çaldığı iddia edilir. Söylentiler o kadar yayılır ki Paşa’nın idamına karar verilir ve karar infaz edilir. Ancak daha sonra ortaya çıkan bulgular Sinan Paşa’nın bu cami için kendi parasını kullandığını, devlet hazinesinden bir kuruş dahi almadığını kanıtlar. Bu duruma çok içerleyen Kanuni Sultan Süleyman, yarım kalan caminin pencerelerinden içeri ışık girmemesini ister; cami, Kanuni’nin Sinan Paşa için verdiği ölüm emrinden duyduğu pişmanlığın ve hüznünün sembolü olacak şekilde tasarlanır.
Tarihi eserler, arkalarında bir hikaye olduğu için değerlidir. Ancak geçtiğimiz yıllarda yapılan bir restorasyon çalışması Sinan Paşa Camii’nin hikayesini katletti. Muhtemeldir ki, bu caminin kasvetine neden olan hikayeyi hiç duymamış olan ‘şirket’, pencerelere vitraylar ve renkli camlar ekleterek kendince iyi bir iş yapmıştır! Sadece Sinan Paşa Camii mi? Ortaçağ askerî mimarisinin muhteşem örneğini oluşturan Diyarbakır surları, 800 yıllık Divriği Ulucami, Doğubeyazıt’taki İshak Paşa Sarayı, İmparator Justiniaus tarafından yaptırılan ve fetihten sonra camiye dönüştürülen Küçük Ayasofya Camii, Bizans döneminden günümüze gelen Tekfur Sarayı, İstanbul surları...
Hepsi aynı problem ile karşı karşıya. Yok olup yıkılmaktan kurtarılmak için restoratörlere teslim edildiler; fakat geçirdikleri restorasyonlar umulduğu gibi onların kurtuluşu olmadı ve hiç kimsenin gücü onları ‘restorasyon mağduru’ olmaktan kurtarmaya yetmedi.
Bu dosyada ‘neden böyle oluyor?’ sorusunu masaya yatırıyoruz. Sahiden bir kurtarma çalışması nasıl oluyor da bir katilam sürecine dönüşebiliyor? Bu başarısızlığın ardında ne tür ‘başarılar’ var?
Bilim adamları, mevcut İhale Kanunu’nun bu tahribatlardaki en önemli etken olduğuna sürekli vurgu yapıyor ve mevcut yasa değişene kadar tarihî yapılara dokunulmaması gerektiğini söylüyor. Söylenenler birer uyarı olmaktan öteye geçmiyor; tüm bu olumsuzluklara rağmen yurdun değişik yerlerinde tarihî eserler kısa zamanda, ucuz fiyata restore eden firmalara teslim ediliyor. Korunması gereken en nadide yapılar ihaleyi kazanan inşaat firmalarına teslim ediliyor. Mevcut işleyiş işi iyi yapmak isteyen kişilerin önünü de kesiyor. Küçük Ayasofya Camii’nin restorasyon projesini üstlenen mimar Mehmet Alper’in gerekli çalışmaları yapabilmek için beş yıl süre istemesine rağmen iki yılda çalışmayı bitirmesi isteniyor. Alper de bilimsel ahlaka ters düştüğü gerekçesiyle istifa etmesine rağmen caminin restorasyonu devam etti. Ortaya çıkan sonuç, ‘bir kültür ve tarih katliamı’ diye özetlenebilecek haldeydi.
Son dönemde fonların artması ile birlikte restorasyon çalışmalarına da hız verildi. Kötü restorasyonların önünü açan en önemli etken, mevcut İhale Yasası olarak görülüyor. Mevcut İhale Kanunu’na göre tarihî yapılar, eski eserler en düşük fiyatı veren firmalara teslim ediliyor. Yasa değiştirilmediği takdirde tarihî yapıların hepsinin zaman içinde restorasyon kurbanı olacağı sık sık uzmanlar tarafından vurgulanıyor. Her ne kadar ihale şartnamesinde restorasyon sırasında uzman bulundurma gibi bir yükümlülüğü olsa da bu çoğu zaman yerine getirilmiyor. Mimarlar Odası Başkanı Oktay Ekinci, sayısız restorasyon incelemelerinde uzmanların bulunmadığını bizzat tespit ettiğini belirtiyor. Yüksek mimar Muharrem Hilmi Şenalp, koruma kanununun değişmesi kadar mevcut koruma anlayışımızın da yeniden oluşturulması gerektiğini söylüyor. Aksi takdirde yirmi sene sonra ucube restorasyonların korunması gündeme geleceği uyarısında bulunuyor. Sanat tarihçisi Haluk Dursun, Cumhuriyet döneminden itibaren başlayan tarihî yapıları korumak için alınan önlemlerin aslında tam tersine onların yok olmasına zemin hazırladığına dikkat çekiyor. Artık bir restorasyon çalışmasından söz edildiğinde acaba hangi eser yine yok olup gidecek kaygısına kapıldığını söyleyen Dursun, restorasyonun, bir eserin eski halinin belli olmadan yenilenmesi olduğunun unutulduğunu belirtiyor.
Herkes hatalı restorasyonlardan bahsediyor. Hiç mi iyi bir örnek yok? diye uzmanlara soruyoruz: Aldığımız cevap “aslına uygun yapılmış örnek aklımıza gelmiyor” şeklinde oluyor. Durum böyle olunca da uzmanlardan bazıları tarihî yapıların, eski eserlerin kötü restore edilip tarihî özelliğini yitirmektense hiç dokunulmaması gerektiğini düşünüyor. Eski eserleri Osmanlı coğrafyası olarak görmek gerektiğini söyleyen Haluk Dursun bu isimlerden biri. Emanetin ehline tevdi edilmesi gerektiğini söyleyen Dursun, “Ehli yoksa hiç dokunulmamasından yanayım.” diyor.
Restorasyonların işin ehline verilmediği için bugün birçoğunun başarısız olduğu noktasında uzmanlar birleşiyor. Diğer yandan tarihî yapıları derinlemesine projelendirip işçiliğinin hakkını vererek iyileştirme çalışmalarını yapabilecek uzmanların olmadığına dikkat çekiliyor. Divriği Ulucamii’nin restorasyon çalışmalarında gündeme gelen tartışmalar; caminin restoresinde dönemin malzemelerini, tekniklerini, dekoratif detaylarını bilen restoratörlerin olmadığıydı. Orhan Ekinci, caminin 13. yy’a ait oymalı taş cephelerinin taş ustaları tarafından onarılması gerektiğini, fakat bunları yapacak ustaların günümüzde yetişmediğini hatırlatıyor. Ustaların ihtiyaca göre yetiştiğine, fakat bunlara görev verilmediğine dikkat çekiyor, uzun zaman alsa dahi usta ve uzmanların yetişmesi için gayret sarf edilmesi gerektiğini söylüyor. Muharrem Hilmi Şenalp de restorasyon çalışmalarının sürdürülebilmesi için sayıları oldukça azalan usta ve sanatkarların, mesleki bilgi ve tecrübelerinden mutlaka istifade edilmesi gerektiğini ifade ediyor.
Tarihî yapıların hatalı restorasyonlara kurban verilmemesi için yapılması gereken sadece mevcut İhale Yasası’nı değiştirmek değil. Aslında çok daha derinlerde tamir edilmesi gereken sorunlar yatıyor. Mimarlık fakültelerinde İngiliz, Fransız, Japon mimarisinin öğretildiğini söyleyen Muharrem Hilmi Şenalp, Osmanlı dini ve sivil mimarisi hakkında araştırma yapılmadığını, mukarnasın, penci, hemze ve mümas kemerlerin nasıl çizildiğini bilmeyen öğrencilerin fakültelerin mimarlık ve inşaat fakültelerinden mezun olduğunu savunuyor. Şenalp, Kültür Bakanlığı bünyesinde başta İstanbul’da olmak üzere, muhtelif merkezlerde ‘Tatbiki Restorasyon Enstitüleri’ kurulmasını istiyor.
Son olarak İshak Paşa Sarayı’nın yanlış restore edilmesi ile gündeme gelen restorasyon ciddi boyutlardaki restorasyon hataları, gerekli önlemler alınmadığı takdirde bundan sonra da başka yapılarda kendini gösterecek. Eğer uzmanların söylediklerine kulak tıkanmaya devam edilip, çalışmaları eksik, aslına uygun yapmayan firmalara verilmeye devam edilirse belli bir süre sonra restore edilecek tarihî yapı da ortada kalmayacak.