Dünya küçüldü. Bir ucundan bir ucuna yolculuk alelade işlerden oldu. Bilinmeyenden çekinmeye hiç gerek yok. Kitapçıdan bir rehber edinmek yeter. 'Patagonya'nın ücra bir köyünde hangi aşevinde, ne, hatta (kaça) yenir'i bile önceden bilmek mümkün. Uzak Asya ve Hind Okyanusu'nun ıssız plajları turistle dolup taşıyor. Tura çıkmak isteyen kalabalıklara havaalanı eziyetleri, hazırlıklar her şey vızgeliyor. Afrika'da, akıllı işletmeciler saman damlı yerli kulübelerini 'andıran' ilkel tesislerde nefes kesen safariler vaat ediyor. Yolculuk en kolay, risksiz yapılan işlerden biri.
İranlı şair Sohrab Sepehri'nin kitabının adı 'Misafir'. Bildiğimiz misafir demek değil. Misafir Farsça sefere çıkan demek. Yani yolcu. Yeninin, farklının peşine düşen yolcunun gittiği yerde misafir olduğu bir gerçek. Ama kendini oraya tam olarak 'bırakıyorsa'. Gerçek yolculuk, (seyahat) bilinmeze doğru merakla, keşfetme heyecanıyla kendine ait yeri terk edip başkasının yerine gidenin macerası.
Venedik Bienali'nin İstanbul'daki lansmanında öğrendim. Bu yıl, dört sanat olayının Kassel'daki Documenta'nın, Münster'deki Heykel Projesi'nin, Basel'daki Sanat Fuarı'nın ve Bienal'in açılışı peşpeşe. Dört etkinliğin patronları kafa kafaya verip bunu ortak bir 'tur'a çevirmeye karar vermişler. Adı da Grand Tour 2007.
Grand Tour (tüm dillerde böyle) bugün bilinen turizmin başlangıcı. XVII. yüzyılın sonlarından XIX. yüzyılın başlarına kadar. Avrupa'daki varlıklı insanların öğretici, merak dolu, harikulade macerası. İlle de genç İngiliz asilzadelerinin. Rönesans ve hümanizmin rüzgârıyla. Manş Denizi'nde başlayıp Vezüv'ün karşısında saygı duruşuyla sona eriyor. En kısası birkaç ay sürüyor. Kimi zaman yıllarca uzadığı da var. Avrupa'nın kültürünü tanımak isteyen genç yanına hocasını, uşağını da alıp Fransa'ya doğru yola koyuluyor. İlk sınav çalkantılı Manş geçişi. Deniz tutmasından fena olup geri dönenler bile var. Bazen yolda Hollanda ve Almanya'ya uğransa da asıl istikamet Roma.
Gençler alışveriş de yapıyorlar. Hele XVIII. yüzyılda Paris'e ulaşınca Fransız kılığına bürünüp sosyeteye karışıveriyorlar. İtalya'ya geçince Roma uygarlığının ve Rönesans'ın izi sürülüyor. Grand Tour'dan bir İtalyan peyzajı satın almadan dönmek yok. Hatta kimi zaman önemli bir ressama portre de yaptırılıyor. Grand Tour'un ünlü portrecileri arasında Piranesi ile Canaletto da var. 1800'lerde Grand Tour tüm okumuş-yazmışların hac farizasına dönüşüyor. Bir de genç ve varlıklı hanımların.
Avrupa'nın kültürel kültü olup da Grand Tour'u yapmamış olan yok. Mozart'tan Nietzsche'ye, Goethe'den Byron'a ve Dostoyevski'ye. Grand Tour yeniden moda oluyor. Geçen yıl Torino Kitap Fuarı Grand Re-tour (geri dönüş) adı altında Sicilya'dan Torino'ya doğru çıkan bir tur düzenlemişti.
Şimdi de Grand Tour düzenleme sırası sanat etkinliklerinde. Belki de Amerika ve bir ucunda ateşler yanarken öbür uçunda peş peşe bienaller açılan Ortadoğu'nun zenginleri Grand Tour'a katılıp çağdaş sanattan feyz alacaklar. Grand Tour nevi turistik joint venture'ların sanat kurumlarının sorun ve ihtiyaçlarına ne kadar cevap olacağı tartışmalı. Sanatı ise bir tür paket program ürünü haline getirdiği kuşkusuz. Buna sanatın cevabı ne olur bilinmez. Bazı şeylerin tekrarı nostaljik dahi olamıyor. Sadece kabak tadı veriyor.