Büyük Şehirlerin Ezansız Semtleri



''Bugün İstanbul'un çevresinde mabetsiz, minaresiz, ezansız semtler, uydukentler kuruluyor. İçim kan ağlıyor. Binlerce konutun bulunduğu Acarkent'te, Beykoz Konakları'nda, Ataköy Konakları'nda ve daha başka benzerlerinde bir tek cami yok." bu açıklama geçtiğimiz hafta İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı'dan geldi. Tabii hemen Yahya Kemal Beyatlı'nın "Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve Kandil günleri hissedilmez." sözleriyle başlayan "Ezansız Semtler" yazısını akla getirdi. Açıklamanın sebebi müftülüğün ezan sesini belli bir noktada sabitleme çalışmalarına, "ezanımı susturmam" tarzında eleştirilerin gelmesi. Çağrıcı'ya göre bu tür eleştiriler yersiz. Ezan sesinin sabitlenmesi ezanı susturmak değil, özellikle yeni yerleşim yerlerinde tamamen susturulmasının önüne geçmek için gerekli. Çünkü yeni yapılan lüks konutlarda cami inşa edilmiyor, bahane olarak da yüksek ezan sesinin verdiği rahatsızlık öne sürülüyor.

Çağrıcı'nın bu görüşleri İstanbul'da şehirleşmeye dair sosyolojik bir gerçeği gündeme getirdi. "Uydukent" olarak ifade edilen, şehir merkezine uzak yerleşkelerde bir tane bile cami bulunmuyor. Eskiden şehirlerde her evin yakınlarında yürüyerek gidilecek bir cami varken, bu semtlerde oturan insanlar camiye gidebilmek için arabalarını kullanmak zorunda kalıyor. İşin bir diğer can alıcı yanı da söz konusu konutlarda cami dışında yüzme havuzuna kadar her türlü sosyal faaliyet alanının bulunması. Örneğin Halkalı'da, üç yıl önce yapılan Ihlamur Evleri 77 bin metrekarelik bir alana kurulu. 1120 kişi yaşıyor konutlarda. Ancak Ihlamur Evleri'nde cami yok, sadece bir mescit var. Hemen karşısındaki Güneşpark Evleri'nde de durum aynı. Üç etaptan oluşan sitede hiçbir etapta cami ya da mescit yok. Halkalı'daki Atakent konutlarında ise 2. ve 3. etaplarda birer cami var. 1. etabın ilk camisi olacak olan "Atakent Eda Camii"nin inşası ise dört yıldır tamamlanamamış.

Halkın ne düşündüğünü öğrenmek istiyoruz. Ancak konutlara girişte güvenlik engeli olduğu için ev sahiplerinden yalnızca birkaçıyla konuşabiliyoruz. Cami olmamasından şikayetçi olanlar olduğu gibi "İçeride cami inşa edilecek yer yok, hem yakınlarda çok fazla cami var, onun yerine okul yapılsın." diye düşünenler de yok değil. Tabii söz konusu yerleşim yerlerinde cami olmaması konutlardan ev almak isteyenleri de düşündürüyor. "Namazlarımızı cemaatle kılmak istesek her vakit camiye arabayla mı gidip gelmek zorunda kalacağız?" diye soruyorlar.
 
Neden cami inşa edilmiyor?

Bu soruyla ilgili sosyologların, mimarların, din âlimlerinin görüşleri hafta içinde medyada yer aldı ve hepsinden birbirinden farklı görüşler geldi. Mesela Sosyolog Doç. Dr. Mazhar Bağlı, kentleşmeye bağlı modernleşmenin sekülerleşmeyi de beraberinde getirdiğini, uydu kentlerde dini kavramlardan bir uzaklaşma olduğunu söylüyor. Ama Bağlı'ya göre bu, tamamen dinden uzaklaşma olarak da algılanmamalı. Çünkü insanlar ibadetlerini kamusal alana taşımadan evlerinde de yapıyor olabilir.

Din adamları, her ne olursa olsun, bunun İslam kültürü adına üzüntü verici olduğunu söylerken, mimarlardan daha farklı görüşler geliyor. Mimar Dr. Sinan Genim'e göre bu bir arz talep meselesi. Çünkü şehir planlamalarında ibadethaneler için belirli bir yer ayrılıyor. İnsanlar; hastane, okul gibi temel binalara ihtiyaç varken cami inşasına sıcak bakmıyor. Mimar Korhan Gümüş ise konuya farklı bir açıdan bakıyor. Ona göre bu yerleşim yerlerinin planları çizilirken cami konusu devlete bırakılıyor ve devlet yapsın diye projeye alınmıyor. Çoğu yerlerde ise sivil toplum imkânlarını zorlayarak ibadet yerleri yapıyor. Ama Gümüş'e göre bu yerler proje dahilinde olmadığı ve kıt kaynaklarla faaliyete geçirildiği için kamusal işlevleri eksik kalıyor.

Manevî değerler piyasa koşullarına terk edilemez

Korhan Gümüş (Mimar): Bu tür alanlarda mimari planlama piyasa ilişkileri içinde gerçekleşiyor. Böyle olunca da kültürel boyut eksik kalıyor. Sadece piyasa mekanizmalarıyla kamusal işlemler yerine getirilemez. Kente enerji veren en önemli şey kültürdür. Kültür, sanat, manevi mekanizmalar piyasa koşullarına terk edilemez. Aksi takdire toplumsal hayat felç olur. Başka bir model bulmak lazım. Yeni yapılan konutlar tıpkı otomobil üretilir gibi üretiliyor ve satışa sunuluyor. Bir yerleşim alanı yapılıyorsa orada yaşayan insanların daha satın alma aşamasına gelmeden katılabilecekleri, kendi yaşam alanlarına müdahale edecekleri modeller de denenmeli. Bu sadece kentlerdeki ibadet yapılarıyla ilgili değil, doğrudan doğruya kentlerin kendi gelecekleriyle ilgili söz sahibi olup olmamasına değiyor bu konu.

Sanal bir hayat kuruluyor

Vehbi Başer (Sosyolog): Uydu kentler metropolün kaotik etkilerinden yalıtılmış bir yaşama ortamı oluşturma kaygısından ortaya çıkıyor. Ancak bu yerler sanki bir internet sitesinde geziyormuşsunuz hissi verecek kadar sanal, insanın doğrudan ilişki kurmadığı mekânlar. Havuzları var, her şeyi var, beş yıldızlı otelde yaşıyor gibi yaşıyorsunuz. Ancak gerçek bir doğa yok. İnsanın gelgeç arzularının realize edilebildiği, sanal, yapay bir hayat kuruluyor. Tümüyle her şeyi para ödenerek kullanılabilen bir dünya. Bu çok büyük tehlike. Mabet olup olmaması olduğu gibi, olayın bir diğer boyutu daha var. İnsani anlamda gerçekliğini çizdiğimiz bir yaşam alanı kurgusallığı içinde kaybolma söz konusu.