Bu Tapuyu Sahibine Verin

1979'da Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün açtığı davayla Kilise Vakfı'ndan alınan Tuzla Yaz Kampı şimdi işadamı Mustafa Kösedağ ait. İmar izni çıkarsa kamp özel okula çevrilecek ve Dink'in vasiyeti yerine getirilemeyecek. İş hukuken olmasa da vicdanen devlete düşüyor.

Bugün Ermeni geleneklerine uygun olarak siyahlar giyip Hrant'ı yolcu edeceğiz. Cenazede ne kadar çok kişi olursak demokrasi düşmanlarına yanıtımız o kadar güçlü olacak.Çünkü yine yıllardır aşina olduğumuz o "basit" senaryo sahneleniyor. Senaryonun sonunu tahmin etmek için artık "komplo" teorilerine bile gerek yok.
Senaryonun yeni bölümleri de herkesin kafasında açık.
Kendilerini ülkenin sahibi gören "milliyetçiler" ise Hrant'ın arkasından "vahşi çığlıklar" atmaya devam ediyor.
Bu nedenle bugün yüksek sesle duyuracağımız "Hepimiz Hrant'ız" sloganı önemli.
Hrant'ın anısına yapılması gereken sadece cenazeye katılmak da değil. Bunlardan birini Referans gazetesinin dün manşetine taşımıştı.

Tuzla Yetimhanesi'nin yeniden açılması dileğiydi bu.

Hrant'ın arkasından yazılanlar da ortaya koyuyor ki Tuzla'daki yetimhane onun hayatında nirengi noktalarından biri.

Yetimhanenin öyküsü vicdanları sızlatacak kadar hüzünlü...

İnsan Hakları Derneği'nin 2000 yılında Orhan Pamuk'un önsözüyle yayınladığı "Tuzla Ermeni Çocuk Kampı, Bir El Koyma Öyküsü" kitabı yetimhanenin "acıklı" öyküsünü şöyle anlatıyor: "Gedikpaşa'daki Kilise bahçesinde beton üzerinde sıcak yaz günlerinde kavurucu yaz güneşi altında koşuşan çocuklara yazları iyi vakit geçirecekleri uygun bir mekan yaratılmak istendi. Kilise Vakfı'nın yöneticileri Tuzla'da kamp için bomboş, yemyeşil bir alan buldular. 1962 Kasım’ında Tuzlalı Sait Durmaz'dan araziyi satın alarak kilise adına tescil ettirdiler.

Kilise 1936 Beyannamesi'ne dayanarak Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Valiliğin verdiği özel izin belgelerini de tamamlayarak arsayı aldı. Sonra temel kazıldı. Çocuklar temel için gereken taş ve kumu el arabalarıyla deniz kıyısından taşıdı. Hepsi arı gibi çalışıyordu. O yaz boş araziye kavak ağaçları dikildi. Önce çadırlarda kaldılar, sonra binalar bitti.

Aralarında Hrant Dink ve sonraları eşi olacak Rakel'in de bulunduğu 1500 yetim çocuk, kışları Gedikpaşa'da yazları da Tuzla'da günlerini geçirdi...
Taa ki 23 Şubat 1979'a kadar... Vakıflar Genel Müdürlüğü Kartal 3'üncü Asliye Hukuk Hakimliği'ne başvurdu. Kilise Vakfı'nın elinde tapunun iptal edilmesini ve eski sahibine geri verilmesini istedi. Dava dört yıl sürdü.

Mahkeme kamp arazisinin vakfın elinden alınarak eski sahibine verilmesine karar verdi. Böylece Sait Durmaz boş olarak sattığı araziyi beş kuruş ödemeden kamp tesisleriyle birlikte geri aldı."

Bu haksız iadenin gerekçesi ise aynı kitapta şöyle anlatılıyor:
"1936'da azınlık vakıflarından mevcut mallarını beyan etmeleri istenir. Bu beyannamelere 1936 Beyannameleri denir. Bu tarihten sonra da vakıflar mal edinmeyi sürdürürler. 1974'te (Kıbrıs Harekatı'nın olduğu yıl) Yargıtay'dan azınlık vakıflarının mülk edinmelerinin yasadışı olduğu kararı çıkar.Yapılan yoruma göre de 1936'ya kadar olan mallar vakıf senedi olarak kabul edilir. 1936 sonrası ise vakıf senedi sayılmaz. Vakıflar Genel Müdürlüğü de peş peşe davalar açarak azınlık vakıflarının 1936'dan sonra edindiği tüm mallara el koyar. Bu mallar ya eski sahiplerine geri verilir ya da Milli Emlak'a devredilir."

Ermeni çocuk kampı bugün ıssız ve harabe halinde
Arazinin tapusu Abdullah Fatih Ulusoy'a ait görünse de işadamı Mustafa Köseoğlu arazinin kendisine ait olduğunu söylüyor.
Köseoğlu, 2000 yılında "Ağlayanın malı hayretmez. Yetim malı yemem. Devretmeye hazırım" demişti.
Dün Köseoğlu o günlerde Hrant'la da bu konuyu görüştüklerini ama bir gelişme olmadığını söylemiş muhabir arkadaşım Feray Akşit'e. Köseoğlu araziyi "benim de çocuklarım var" diyerek iade etmeye niyeti olmadığını da eklemiş.

Paralı kolej oluyor
Yetim çocukların emeği üzerine kurulan kamp, artık paralı bir kolej olma yolunda imar izni bekliyor.
Köseoğlu'nu suçlamak tabii ki doğru değil. Parasını ödemiş almış.
Ama yapılabilecek hala bir şeyler var.

İş devlete düşüyor

Hrant'ın anısına bizim dileğimiz şudur:Devlet araziye haklı olmayan gerekçelerle el koyduğuna göre bunun çözümünü de kendisi üretmelidir. Arazinin rayiç bedeli çıkarılmalı, arsanın yeni sahibine gerekli ödeme yapılarak arsa geri alınmalıdır. Alınan tapu da Kilise Vakfı'na iade edilmelidir.
Eğer itiraz olursa da kamulaştırma yolu bile mümkündür.
Üstelik bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidilmeden yapıldığı için Türkiye uluslararası alanda da çok prestij kazanır.
Dünya kamuoyunda zedelenen Türkiye imajı biraz olsun düzelir.
Devlet azınlık mallarına yaklaşımı konusunda da ciddi bir mesaj vermiş olur.
Bunun çok daha önemli bir anlamı ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve son olaylarla "korku ve kaos" ortamında kalan azınlıkların nefes alacakları bir pencere açılmış olur.

Patrik Mesrob II Vakıflar Yasası görüşülürken başta Ahmet Necdet Sezer olmak üzere üst düzey isimlere mektup göndererek "Bizlerin ‘eşit vatandaşlık’tan öte hiçbir talebimiz yok. 'Yabancı' yerine konmamız ve görüşümüzün alınmasının gereksiz görülmesi bizleri ziyadesiyle üzmüş bulunuyor. Bizler bu ülkenin vatandaşlarıyız, dolayısıyla sorunlarımızı bizim de Meclisimiz olan TBMM’ye ve size sunmamızdan ve çözümünü istemememizden daha doğal bir şey olamaz diye düşünüyoruz" demişti.

Belki Hrant'ın ölümü onların bu ülkenin vatandaşı olduğunu bir kez daha hatırlatır.

Yetimhanenin yeniden kiliseye verilmesi mümkün mü?

Ahtamar Kilisesi restorasyonu mimari sorumlusu Zakaryan Mildanoğlu, "Böyle bir şeyi sevinçle karşılarız. Çok değerli bir şey olur ve Hrant'ın ruhu huzur bulur. Hepimiz seve seve çalışırız. Ama hayal" yorumunu yapıyor.
Belki bu kez hayaller gerçek olur!