BP bugüne kadar hiç kâr etti mi? Soru, biraz tuhaf geliyor. Şirket geçen yıl
26 milyar dolar kâra geçtiğini açıkladı. BP'nin, hisse sahiplerinin ceplerine
para pompaladığına şüphe yok. Burada asıl sorulması gereken şey şu: Bu para,
gerçekten şirketin söylediği şey mi? BP buna "kâr" diyor, bense
şirketin gelecekte neden olabileceği zararların karşılanması için bir fon
diyorum.
BP'nin, Meksika Körfezi'nde neden olduğu çevre felaketinin olası maliyeti
hakkında kesin bir bilgi sahibi olmaksızın, ABD'li iki senatörün öfke dolu
mektubuna ve Başkan Obama'nın uyarısına rağmen, kıyı kentlerindeki halka sadece
ucunu 'koklattığı' paranın çok daha fazlasını hissedarlarına kâr payı olarak
dağıtmayı planladığı anlaşılıyor.
Bu "kâr" payının 10 milyar doları bulacağı konuşuluyor. ABD'li iki senatörün
de tespit ettiği gibi, BP'nin, paraları şirketin kasasından çıkarıp
yatırımcıların cebine koyması, ABD yönetimine ve yerel halka tazminat ödemesini
iyice zorlaştıracak.
Çevre kirliliği, 'kaynakların yanlış yerde bulunduğu durumdur' diye tarif
edilir; bu, BP'nin kârı için de gayet yerinde bir tanım. Her yıl kasasından
fışkıran para da aslında BP'nin dağıtması için değil, kısmen ya da tamamen,
ödemediği ve toplumun geri kalanının yüklenmek zorunda kaldığı dışsal
maliyetlerdir.
Bu durum size tanıdık geliyor mu? Bankalar, çökmeden önceki 10 yılda
dağlar kadar kâr ilan edip bunları dağıttılar. Riskli yatırımları amacına
ulaşmadığı anda, gelecekte oluşabilecek maliyetlere karşı yeterli ve gerekli
kaynağı bir kenara ayırmadıklarını fark ettiler.
Bunun üzerine, gidip devletten para dilendiler. Faaliyetleri sonucu ortaya
çıkan artı değeri "kâr" olarak sınıflandırıp, bunu yapmanın emniyetli olacağı
tarihten çok erken bir şekilde hissedarlarına ve çalışanlarına dağıttılar.
İngiltere hükümeti geçen hafta, gelecekte ortaya çıkacak maliyetlerin hesaba
katılmamasının yol açtığı başka bir 'sonuca' -deyim yerindeyse- tosladı. Enerji
ve iklim değişikliği dosyalarından sorumlu yeni bakan Chris
Huhne, önümüzdeki üç yıl için devletin karşılamak zorunda olacağı
nükleer atıkları bertaraf etme maliyetinin, tahmin edilenden 4 milyar sterlin
daha fazla olacağını ilan etti. Bu miktar, bakanlığın bütçesinin büyük bölümünü
silip süpürüyor.
Huhne'nin belirttiği gibi, "Bu kısa vadeli bakışın klasik bir örneği, kısa
vadeyi düşünerek karar alma basiretsizliğinin uzun vadede vergi mükelleflerine
çok daha büyük bir külfet yüklediğine bundan daha iyi bir örnek
düşünemiyorum."
Fosil enerji endüstrisi ile karşılaştırıldığında, nükleer enerji alanındaki
faaliyetlerin ortaya çıkardığı atıkları bertaraf etmek için ayrılması
gereken fonların topluma olan maliyeti devede kulak kalıyor. Bu maliyet iklim
değişikliği alanını da kapsıyor, ama tabi ki bununla sınırlı değil.
Bu miktar, Birleşmiş Milletler'in tahminlerine göre, 50-170 milyar dolar
arasında, ama İngiliz araştırmacıların geçen yıl yayımladığı bir rapora göre,
olası pekçok 'etkiyi' hesaba katmadığı için bu miktar, üç katı daha az.
Birleşmiş Milletler, dünyanın en büyük üç bin kamu şirketinin çevreye
yüklediği maliyeti hesaplaması için Trucost adlı bir
danışmanlık şirketiyle anlaştı. Trucost, bu konudaki raporunu Ekim ayında
yayımlayacak, ancak Guardian, geçtiğimiz aylarda ara raporun ayrıntılarını
yayımladı.
Trucost'un tahminlerine göre, söz konusu şirketlerin çevreyle ilgili yol
açtıkları zararların maliyeti 2008 yılında 2.2 trilyon doları buluyor. Bu
miktar, bu şirketlerin aynı yıl içinde elde ettikleri kârın üçte birine denk
düşüyor.
Büyük olasılıkla, bu tahmin bile gerçek zararı tam olarak yansıtmıyor, zira
ara raporda iklim değişikliği ile ilgili zararların dışında bir konuya
bakılmıyor. Aynı şekilde, söz konusu olan bu ara raporda, çevre koşullarındaki
değişikliğin daha geniş anlamdaki sosyal maliyetleri de hesaba katılmıyor.
New Economics Foundation (Yeni Ekonomi Vakfı) adlı kuruluş,
Shell ve BP şirketlerinin yol açtığı olası zararları hesaplamak
için, devlete ait karbon salımı tahminleri kullandı. Vakıf, iki şirketin 25
milyar dolar kâr ettiğini, aynı sene içinde çevrede yol açtıkları zararın
maliyetinin ise 46.4 milyar dolar olduğunu tespit etti.
Deepwater Horizon petrol platformunun çökmesi sonucunda denize akmaya
başlayan petrolün yol açtığı zarar ve bunun maliyeti, komşu platformlarda
çıkarılıp amacına uygun şekilde işlenip yakılan petrolün yol açtığı zarar ve
maliyetten aslında çok da fazla değil.
Petrol şirketlerinin, -can kaybı ve türlerin yok olması da dahil- yol açtığı,
maliyetin tam olarak hesaplanması mümkün değil; ama hesaplanabilse bile,
şirketlerin bunu karşılamasını beklememelisiniz. Petrolün denize denetimsiz
olarak akmasının önüne geçemiyor olabilirler, ama yol açtıkları zararların
üstünü örtme konusunda oldukça hünerliler.
Deepwater Horizon petrol platformunun sahibi olan
Transocean adlı şirket Marshall Adaları'na kayıtlı. Pekçok
petrol şirketi aynı numaraya başvuruyor: Platformlarını, gemilerini, zayıf
hükümetlerin bulunduğu ve uluslararası erişilebilirliğin zor olduğu küçük
ülkelerde kayıtlara geçiriyorlar, yani, bu şirketlerin faaliyetleriyle ilgili
düzenleme yapmaktan aciz ülkelerde..
İşleri kolaylaştıran bu tür bayraklar, kayıt olunan ülkeyi temsil etmenin
ötesinde bir anlam ifade ediyor: aynı zamanda, şirketlerin sorumluluğun
getirdiği yükün altından çekildiklerine dair şüphe götürmez birer işaret. Güçlü
ülkeler, eğer çevre kirliliği ile mücadele etmeye gerçekten kararlıysalar, ilk
yapacakları şey, petrol şirketlerini, varlıklarını, esas büyük kârlarının
bulunduğu ülkelerde kayıt ettirmeye zorlamaktır.
ABD'li avukatların, aralarından birinin ifadesiyle "ülke tarihinin en büyük
tazminat yükümlülüğü davası" olasılığı nedeniyle ağızları sulanıyor. Kimi mali
analistler, BP'nin, para cezaları ve tazminatların altından kalkamayacağını ve
sonunun geldiğini öngörüyorlar. Ben bunların bir kelimesine bile
inanmıyorum.
ExxonMobil, 1989'daki Exxon Valdez faciası nedeniyle ilk
başta 5 milyar dolar cezaya çarptırılmıştı. Ancak şirket, tavan yapan kârları
sayesinde rekor düzeydeki yargı masraflarını ödeyebildi: 19 yıllık savunma
sonucunda bu cezayı 507 milyon dolara indirtti. Bu miktar şirketin 10 günlük
faaliyetinden elde ettiği kâra denk düşüyor.
Hindistan'da bir mahkeme 25 yıl süren değerlendirmenin ardından, dün (6
Haziran) muzaffer bir şekilde Bopal felaketine ihmal nedeniyle yol açtığı
hükmüyle Union Carbide India şirketini suçlu bulduğunu ilan etti; ama artık
eksik olan birşey var: Union Carbide India şirketi uzun yıllar önce kapandı.
Mahkeme kararının sonucundan kurtulmak için kendisini ortadan kaldırdı; bu
nedenle, üstlenilmesi gereken sorumluluk da -tıpkı binlerce kişinin ölümüne yol
açan zehirli gaz gibi- 'pof' diye yok oldu.
BP'nin prim ödediği sigorta şirketi sarsılacak, keza BP'ye büyük yatırım
yapan emeklilik fonları da; ama zararın 40 hatta 60 milyar doları bulacağı
tahminleri yapılsa da, bir varil ham petrol fiyatına bahse girerim, şirket,
bundan 10 yıl sonra da ayakta olacak. Tıpkı büyük bankalar gibi BP de, kuruttuğu
ekosistemler, balıkçılık ve turizm sektörleri ve yaşanabilir bir iklim son bulsa
bile, 'çökmek için fazla büyük' olarak görülecek. Maliyeti başkaları ödemek
zorunda kalacak.
Aslında bir alternatif var, ama uygulanma ihtimali yok gibi. Topraklarında
petrol şirketlerinin faaliyette bulunduğu ülkelerin hükümetleri, tıpkı Norveç'in
yaptığı gibi, petrolden elde edilen parayı kâr olarak değil, daha zorlu bir
geleceğe yapılacak hazırlığın mali kaynağı olarak değerlendirmeye, şirketleri
olası zararların karşılanması için oluşturulacak fonlara para yatırmaya
zorlamalıdır.
Zorunlu katkı ödemesi, ekonomi uzmanlarının belirleyeceği maliyet hesaplarına
ve henüz göremediğimiz özel durumları dikkate alacak şekilde
belirlenmelidir.
Böyle bir düzenleme petrol şirketlerini küplere bindirecektir, çünkü çoğu
"kâr" eden ekonomik yapılar olmaktan çıkacaklardır, ama şirketlerin bu öfkesini
göğüslemek için verilecek basit bir yanıt var: Kâr olarak tanımlanan para,
aslında hiç de öyle değil. (GM/EÖ)
(*) Guardian gazetesinin 7 Haziran 2010 tarihli sayısında çıkan
yazı, acikradyo.com.tr sitesinde 15 Haziran 2010'da yayımlandı. Yazıyı İngilizce
aslından Timur Demirtaş çevirdi. Koyulaştırmalar bianet'e aittir.