Güçsüz çoğunluğun aleyhine tutumlar sergileyerek ya da sessiz kalarak adeta
güçlü azınlığın ‘tarafında’ olmakla eleştirilen Birleşmiş Milletler’in en
tarafsız ünitelerinden olan Kalkınma Programı (UNDP), geçtiğimiz hafta
yayımladığı bir rapor ile dünyada göçe ilişkin kimi kaygıların ne kadar yersiz
olduğunu çok mantıklı bir biçimde ortaya koydu. Göçün yer değiştiren insanla,
göç alan toplumlar ve göç veren ülkelerde kalanlar için insani gelişimin önünü
açabileceğine dikkat çeken ‘Engelleri Aşmak: Göç ve İnsani Gelişme’ adlı raporun
en önemli değeri ise göçün insan özgürlüğünün temel unsurlarından biri olduğunun
‘resmî bir ağızdan’ dillendirilmesi olmuştur.
Ancak raporda Batı’nın hazırdaki göç politikasının izlerini de görmek mümkün.
Özellikle çözüm önerilerinin sıralandığı bölümde, iç göçün kolaylaştırılmasına
yönelik ifadelerde Batı’nın insan hareketlerini bir yere hapsetme ve sorunla
yüzleşmekten kaçma tavırlarının esamisi okunmamaktadır. Ayrıca raporda,
dünyadaki eşitsiz düzenin varlığının büyüyerek devam ettiği dillendirilse de
gelişmiş Kuzey ve Batı’nın insanların vatanlarından ayrılmalarına neden olan
sorunlar konusundaki sorumluluklarının ortaya konmamış olması da kabul
edilemez.
Rapor tatmin edici değil
Raporda, insanların göç etmesinin temel gerekçesi olarak, salt ekonomik
sebeplere dayalı biçimde daha iyi hayat yaşama arzusunun öne sürülmesi,
savaşlar, çatışmalar, işkenceler nedeniyle ülkesini zorunlu ve zorlu biçimde
terk eden ve yollarda hayatını kaybeden onbinlerce umut yolcusunun kemiklerini
sızlatıcı bir önerme. Ayrıca arka planda bu, Batı’nın yüzbinlerce mültecinin
sığınma başvurusunu kabul etmemesini meşrulaştıracak bir zihinsel tavrın
tezahürü.
Öte yandan, göç veren ülkelerde göçün kalkınma stratejilerine bir bileşen
olarak eklenmesi gerekliliğinin önerilip de gelişmiş ülkelerin özellikle
çevresindeki gelişmekte olan ülkeleri başlangıçta cömert vaatlerle teşvik edip
sonradan birer göçmen kampına çevirmesini eleştirmek bir yana, buna hiçbir
şekilde değinilmemesi de hayal kırıklığına uğratıcı ve meselenin asıl veçhesini
gizleyici ifadelerden biri. Göç alan ülkelerin göçmenlerin entegrasyonu
konusundaki sorumluluğu da “göç alan toplumlarla göçmenlerin yarar sağlayacak
işbirliğine dayalı çözümlerin bulunması” olarak ifade edilmiş ki, bu da Batı’nın
“Biz zaten bunu yapıyoruz” diye kolaylıkla geçiştirebileceği bir öneri.
Kısacası rapor, pek çok konuda çok değerli tespitleri dillendirse de göçe
ilişkin yanlış pek çok kanıyı yanlışlasa da, sorunun asıl veçheleri açısından
hiç de tatmin edici değil. Gelişmiş ülkelere, sınırları içerisindeki göçmenlere
düzenlemeler yapmalarını ve daha fazla vasıfsız göçmene kapılarını açmalarını
önermiş olsa da geçtiğimiz yıl AB’nin sadece 4,500 kişiye sığınma hakkı verdiği,
Yunanistan’ın, Fransa’nın sığınmacıları elektriksiz, susuz kamplarda tuttuğu,
iltica başvurularının bile alınmadığı ve dünyadaki göçün çok az oranının
gelişmiş ülkelere yönelik olmasına rağmen ‘yük paylaşımı’ konusunun hiç de ifade
edilmediği düşünülürse, raporun aslında ‘kadük’ kaldığı dahi söylenebilir.
Eleştirilere sadece rapor açısından değil BM’nin kimliği açısından da
yaklaşılabilmektedir. Bu en çok da sorunlar karşısında tarafsız kalamayan BM’nin
bu temel sorunlar konusuna da eğilerek aslında sorunların asıl gerekçelerini ve
boyutunu gizlediği, kimi zaman da nedenlerin ve sonuçların yer değiştirildiği
şeklindeki eleştirilerin haklı olup-olmadığını akla kaçınılmaz biçimde
getirmektedir.
Batı’daki çatırdama, Doğu’daki yarılmışlığın basit bir prototipi. Sadece
günümüz açısından değil gelecek açısından da oldukça hassas bir konuma sahip
olan göç sorununda Batı, bencil ve umursamaz tutumları nedeniyle bu meselenin
totolojik boyutunu gör(e)miyor. Batı’nın sorunları hapsetme politikası –ki bu
raporda da bariz biçimde okunabilmektedir- içinde bulunduğumuz küresel düzende
hiç de etkili olamamaktadır. Çünkü sınır kavramı, sınırsızlıktan başka bir şey
değil. Göçle ilişkilendirmek için konuyu bumerang etkisiyle de açıklayabiliriz.
Gelişmiş ülkelerin, dünyadaki sorunlu bölgelere kimi zaman katkıları olmuşsa da
esasen sorunları görmezden gelmeleri artık kendilerini teğet geçmiyor. Şu
rahatlıkla ifade edilebilir ki zengin Kuzey ve Batı’daki sarsıntılar, fakir
Güney ve Doğu’daki depremin artçılarından başka bir şey değil. Küresel düzenin,
bağımlılıkları arttıran boyutunun acı bir tezahürü olan bu sonuç, bir birikim
ürünü olması hasebiyle de bunu haklı çıkarmaktadır.
Öte yandan Kuzey ve Batı’nın zenginliğinin ve refahının, Güney ve Doğu’nun
çilesinin ve gözyaşının üzerinde yükseldiği bir dönemde patlak veren küresel
ekonomik kriz, bu ‘dengeyi’ telafi edilemez biçimde sarstı. Devreye “yeni sürüm”
ekonomik modeller sokulmaya çalışılsa da sorun esasen küresel bir dengesizlik
halinin bir tezahürü olduğu için bunlar hiç işe yaramadı. Ayrıca küresel krizde
bu kez zenginlerin daha fazla etkilenmesi alarm seslerinin daha net duyulmasına
mahal verdiyse de atılan adımların küresellikten yoksun olması sebebiyle
yapılanlar, sorunun halının altına süpürülmesinden başka bir şey
değil.
Sorun teğet geçmiyor
Kabullenilmesi, en çok da gelişmiş ülkelerin lehine olacak bir gerçek de
şudur ki dünyanın çeşitli bölgelerindeki bir sorunun hiç ilişkisi olmayan bir
ülkeyi etkilemesi kaçınılmazdır. Buna somut örnekler vermek gerekirse;
bölünmeden beslenen düzensizliğin ve çatışmaların hâkim olduğu Birmanya, Somali
ve Sri Lanka, Batı’ya göçte en başta gelen kaynak ülkelerdir.
50 milyonluk ülkenin hemen hepsinin siyasi tutukluluğu olduğu Birmanya’da,
Batı’nın görmezden gelen tavırlarının da katkısıyla istikbal vaat eden cunta
rejiminin gittikçe sertleşen tutumları neticesinde mağdur kalanların yönünü yine
Batı’ya dönmeye devam ettiği aşikâr. Küresel suç örgütleriyle işbirliği
içerisinde ülke doğal kaynaklarını kontrollerinde tutan düzensizlik taraftarı
Habar-Gidir ve Majerteen aşiretleri tarafından paylaşılmış durumda olan
Somali’de ülke nüfusunun neredeyse 8’de 1’i gelişmiş ülkelere göçmüş durumda.
Ayrıca, bu ülkede göçmen olmayanın tek çıkar yolu da korsanlık olarak
görülüyor.
Çözüm küresel planlamada
Sri Lanka’da, Sinhalların çoğunluk şovenizminin can çekiştirdiği Tamillerin
bırakın kendi hayatlarını kontrol etmelerine izin verilmesini, topyekûn terörist
muamelesi görmeleri büyük kitlesel kaçışların devam etmesini ummak için yeterli
argümanı ortaya koyuyor. Türkiye üzerinden değerlendirirsek, Genelkurmay’ın
yasadışı sınır geçişleri kayıtlarına göre 2006’dan beri düzenli biçimde artan
bir şekilde, Sri Lanka, Somali ve Birmanya uyruklular en fazla yakalanan beş
ülkeden üçü durumunda.
Çözüm müşterek, küresel adımlardan geçiyor. Siyasetçiler ve medya,
toplumların belleğini tayin eden birincil unsurlardır. Yüce bir gereklilik
olarak sivil toplum ise, bir demokrasi refleksi olarak bu tabloda yerini alır.
Ancak göçmenleri ülkelerinde kendilerinin kazandığı refahı bölüşmeye gelen
‘yığın’ olarak gören siyasetçiler ve bu insanlara ‘sel felaketi’ muamelesi
yapan, göçü ‘demografik saatli bomba’ olarak niteleyen Batı’nın ‘duyarlı’
medyası konuyu karamsar ve içinden çıkılmaz bir hale sokmuş durumda. Her zaman
eşitlikten yana tavır alan ‘sivil’ refleksler de dünyanın bütün sorunlarını beş
yıldızlı otel masalarına ‘bir daha kalkmamak üzere’ yatırdılar. Sonuçta fakir
Doğu ve Kuzey’den gelen feryat sesleri, bu hengâmeli ortamda kaybolmuş
vaziyette.
Çok geniş bir kapsamı olan bir sorun olsa da göç, esasen daha makro ve
dünyanın bir müşterek probleminin sonucu. Küresel eşitsizlik hali olarak okunan
bu problem, yukarıda da ifade edildiği gibi küresel etki alanına sahip bir
problem. Sorun sadece Mogadişu’yu ya da Kandahar’ı vurmuyor, Oslo’yu da
Toronto’yu da çatırdatıyor. Sorunlar müşterek yaratıldı ve çözüm yolları
müşterek adımlardan geçiyor.
Sürekli savaşa, çatışmaya hazırlanan, sen nükleer silah üretemezsin diyen
nükleer güçlerin gövde gösterilerinin eksik olmadığı bir uluslararası toplumun,
gittikçe dişileşen ve çocuklaşan bir göç olgusu karşısında takındıkları
tavırlara karşı çıkmak, camdan evde oturan birinin taş atması olarak
görülebilir.
Ancak umutlu olmaktan, küçük titreşimleri mumla aramaktan başka çare de yok.
Denizde kaybolma olasılığının yüksekliğine karşın yine de şunları söyleyelim:
Kısa vadede göçmenlere kapılar açılmalı, yasal göç yolları olanaklı kılınarak
yasadışı göçün önüne geçilmelidir. Orta vadede ise insanların göç etmelerine
gerekçe olan etmenlerin ortadan kaldırılmasına kafa yormak gerekmektedir.
Bitirirken IMF Başkanı’nın birkaç gün önce İstanbul’da söylediklerini
hatırlayalım: Strauss-Kahn ülkelerin biraraya gelerek, ortak zorluklara beraber
çözümlerle karşılık vermeye çalıştıklarını, küresel olarak herkesin iyiliği için
çalışmaya başladıklarını kaydetti.
Bu ifadeler gerçekten umut verici, ancak alınması gereken uzun yol olmasına
rağmen, içinde bulunduğumuz dönemde sorunları daha da tırmandırıcı tavırların
varlığı da bir o kadar umut kırıcı.
Son olarak, son UNDP raporunun da ifade ettiği gibi; engelleri aşmak gerek.
Recep Korkut / Sosyal Çalışmacı, Sığınmacılar ve Göçmenlerle
Dayanışma Derneği
www.yapi.com.tr: Makale, Taraf azetesi web sitesinde 02
Kasım Pazartesi günü yayınlandı.