Dubai’nin borcunun derdi, “herkesi” gerdi. Ama Dubai denen şeyin, serbest
piyasası, köle emeği, feodal üst yapısıyla, insanlık onuru açısından ne anlama
geldiğini pek düşünen yok. Esas skandal da burada…
Bir kötülük üretme makinesi: ‘Küreselleşme’
Küreselleşme, geleceğe açılan aydınlık bir yol değil adeta bir kötülük üretme
makinesiydi. 1980’lerde yeni bir “kriz yönetim” modeli olarak başladı;
“Neoliberalizm” yoluyla öncelikle işçi sınıfının geçmiş kazanımlarını hedef
aldı. Sonra da sermayenin aşırı üretim/birikim sorununa cevap olarak, aşırı
(işlevsel değil hazza dayalı) tüketimi, bunu destekleyecek finansallaşmayı
körüklemek için piyasalar üzerindeki kısıtlamaları, denetimleri kaldırdı.
Bu sürecin, en azından, üç kötülük ürettiğini kolaylıkla söyleyebiliriz.
Kredi kartlarının ve bedensel hazların “hemen şimdi” tatminine dayalı tüketim
tarzının şekillendirdiği, benmerkezci kısa dönemci öznellikler. Mega
zenginlerle, sefil yoksulları, gökdelenlerle, teneke damlı mahalleleri birlikte
üreterek hızla büyüyen “küresel kentler”. Aşırı tüketimin, mega kentlerin
gereksinimleri üzerinde hızla geri dönülmez bir noktaya doğru koşan küresel
ısınma dinamikleri.
Dubai, bu üç kötülüğün çakışmasıyla şekillenen bir “kötülük” merkezi olarak
karşımıza çıkıyor. Bir buçuk milyon nüfuslu, 1.6 milyar dolarlık iç pazarına
karşılık, Dubai’de, 30 yılda New York’tan üç kez daha çok, gökdelen, alışveriş
merkezi oluşmuş. Dünyanın en yüksek iki gökdeleni, en büyük iki alışveriş
merkezi Dubai’de.
Dünyanın en sıcak bölgelerinden biri olan Dubai’de dünyanın en büyük kapalı
ski slalomu, suyun 100 metre altına kadar inen, denizaltı oteli, bir dinozor
parkı, sahilinde yapay ada kompleksleri var. Dubai dünya haritası biçiminde bir
adalar kompleksi de inşa etmekteydi.
Bunların küreselleşmeyle ne ilgisi var? En büyük miktarda sermayeyi, en küçük
alana, en kısa sürede nasıl gömersiniz? Oraya bir gökdelen dikerek… Peki,
tüketimin en yoğun biçimde, en kısa sürede gerçekleşmesini nasıl sağlarsınız?
Kendi bedenine odaklanmış, genç kalmak için her türlü fiyatı ödemeye hazır
öznellikleri yaratma sürecini, biraz zaman aldığını düşünerek bir kenara
koyarsak, geriye, çekici bir alışveriş merkezi inşa etmek kalıyor. Bir yanda
yoksulluğun, öbür yanda en üst gelir diliminin servetinin hızla arttığı bir
dönemde, en gerçekçi strateji, bu gökdelenleri, alışveriş merkezlerini ve
dünyanın en yüksek gelirli kesimlerini bir araya toplayabilecek bir mekân
oluşturmak değil mi?
İşte size Dubai..
İşte, süper zengin turistlere, Irak’tan tatile gelen kiralık askerlere, kara
para mafyasına hizmet veren Dubai, bir gecelik oda ücreti 5 bin dolardan
başlayan, müşterilerini havaalanından Rolls Royce’larla getiren, isteyene
uşaklarıyla, özel mutfağıyla, aşçısıyla (hatta Rusya’dan, sarı saçlı, uzun
bacaklı uzmanlarıyla) birlikte gelen “suit”ler sunabilen otellerle, dünyanın en
pahallı markalarını, en zengin altın, elmas tacirlerini, eğlence parklarını
içeren alışveriş merkezleriyle, böyle bir mekân.
Peki sermaye, petrol gelirleri önemsiz, sanayi, tarım üretim kapasitesi sıfır
olan Dubai’yi neden seçti? Birincisi Dubai sermaye için, Hayek’in, Friedman’ın
bile rüyalarında göremeyecekleri olanaklar sunuyor: Vergi yok, mülk edinmek,
kârını alıp gitmek serbest. Sendikalar, siyasi partiler gibi istikrarsızlık
unsurları yok.
Emir Dubai’yi özel bir işletme gibi yönetiyor. Diğer bir değişle,
Neo-liberalizmin, “piyasa devletinin” en saf biçimi burada.
İyi de, 1.5 milyon nüfuslu bir ülkede tüm bunlar nasıl mı gerçekleşti?
Öncelikle, 300 bin yabancı işçinin sırtından.
Şöyle: Çoğu diğer Müslüman ülkelerden, büyük vaatlerle işçi ithal edeceksin,
gelmelerini kolaylaştırmak için borç vereceksin. Sonra kapıdan girerken
pasaportlarına el koyacaksın, kamyonlara (pardon, görüntüyü bozduğu için çelik
kasalı otobüslere) doldurup, kentin dışında, havalandırması olmayan, beton
binalarda bir odaya 10-15 kişi olmak üzere tıkacaksın.
Bu işçileri, 45-50 °C sıcağın altında günde 14 saat, sürekli terleyerek bir
işçinin deyimiyle, bazen günlerce çişe gitmeye gereksinim duyurmayan koşullarda,
çalıştıracaksın.
Bunlardan, örneğin yalnızca Hindistanlılar arasında bir yılda 900’den fazlası
intihar ederse, kazalarda ölürse, saymaktan vazgeçeceksin. Maraba gibi
çalıştırabilmek için borçlarını ödemelerine olanak vermeyeceksin; eğer ölürlerse
borçlarını ailelerinden istemeyi ihmal etmeyeceksin…
Dün Dubai Emiri’ne ev sahipliği yapan “demokratları” düşündüğünüzde, yarın,
“biz Dubai’de çok iş yaptık” diye böbürlenen “mütedeyyin” vatandaşlarla
karşılaştığınızda umarım bunları anımsarsınız.