Bir Kentin Anatomisi



Balıkçılara eşlik eden ufkun sessizliğini yırtan martılar, saçaklardan balkondan pencereden aşk şarkılarına davet eden kumrular, çocukların kapı önü bağırışlarına çocukça çığlıklarla cevap veren kırlangıçlar, çiçeğe durduğunda sokakları buram buram turunç, portakal, mandalina kokan bir Antalya. Gece rast gele diye denize açılan balıkçı takalarının rıhtımdaki aksine, sabah hasır sepetlerinde gününün bereketi ile dopdolu Akdeniz’in çeşit çeşit gümüşi balıkları tezgahlarda yerini alırdı. Kumruların Serenatıyla birlikte güne emekçiler tarım çalışanları yani üretenler ve kapıları gün boyu açık duran esnaf, zanaatkarlar başlar memurlar eşlik eder, Akdeniz’in sıcak sakin mağrur insanlarının sahil kenti hani şairlerin ilham aldığı konakladığı eşsiz doğası tarihiyle düşlerin kenti yaşamımızın çok değil üç beş yıl öncesinden belleğimizde kalanlar bunlar.

Şimdilerde bir yarılma, yırtılma bir ritim bozukluğuna dönüştü rahatsız edene kokan kirlenene çevriliyor, doğa, çevre, üretim, tarım, insan birbiri ardına yaşamımızdan hızla yitip giden bu değerler, hızla çölleşen bir Çukurova kenti gibi denize paralel, sığ, kocaman hacimleriyle büyük binalar, bir kimliğe oturmayan, insani duyarlılıktan uzak, beton yığınları hala modernizm adına hep bunlar. Modernizm tarihsel dokuya saygılı olandır, modernite, kent yöneticileri için ben öncekinden daha çok harcadım daha çok borçlandım, başbakana yakın oldum yanında durdum, benim elimi kaldırdı, bana göz kırptı veya genel başkan beni işaret etti, kenti önceki yönetenle simdi arasında sürekli tekrarlayan bir sarmal. Örnek batan çıkan, alt geçit mantığıyla trafik sorunu çözümlenebildi mi? Kent yaşayanlarının hangisi söyleyebilir bunu, her gün trafiğe çıkanlar, tıkanan, şimdiden tükenen ulaşımın, sorun olduğunun farkındalar. Hep bir sonraki kavşağı alt geçitleştirerek çözemeyiz, hep bir sonraki kavşakta sorun yaratan, kangren olan bir anlayış.

Yani bu uyumsuzluk oturmayan, eğreti duran bir durumdur. Ritim bozukluğu, hemen her gün bir alt geçidin geometrisinin bozukluğu içinde duvara kafa üstü çakılan, takla atan yüzlerce aracın izine tanıklık ediyoruz. Aksayan yalnızca mimarisi veya çivisi çıkan mekaniği değil sosyalitedir, sosyolojik haldir. Yaşam kangrendir, topaldır cılızdır. Bir kentin yaşamında sirkülasyon önemlidir, ama bu yaşanan ileriye doğru değildir. Bu genelin, sistemin parçası olanın çözebilmesi imkansızdır. Yani şimdi kara kışın yaşandığı Erzurum, Ağrı, Kars, Van, Diyarbakır, Sivas’ta tipinin, boranların, saçaklardan sarkıtlarının yere uzandığı mevsimde, sistem Antalya sahilinde Konyaaltı’nda Lara’da, Belek’te, kumsalda tangasıyla, bikinisiyle, üstsüzü ile cıvıldaşan sarışın turisti yüzlerce televizyon kanallarından toplumsal belleğe taşıyor, bu anlayış Antalya’nın vizyonu, insanımızın değerleri değildir.

Yaratılan çekim gücü yerel yönetimin iktidar ve muhalefetin kentteki devamı, rekabetinin oluşturduğu hırs, iktidar hırsının yerele yarattığı büyük fonların, bütçelerin kullanılarak modern insan odaklı bir kent yaratmaya yeterli olmaz, bu fonlar genel başkanlara kırmızı kurdeleleri ile durmadan köprü, yol, kavşak, üst geçit, WC., çocuk parkları, açılışları sunmadan öteye geçmez, seçime kadar gün aşırı tekrarlanan bir açılış seremonilerine tanıklık edeceğiz, bu anlayışla insan odaklı modern bir kent, mutlu insanlar oluşturamayız, şimdi bu popülerlik sosyolojik bir hal almış durumda, farklı bir alandaki ritim bozukluğuna örnekte Antalya Film Festivali’nde halk festivalin neresindedir?

Neon ışınları, parıltılı görkemli magazinsel ve medyatik bir açılış büyük fonlar paralar, kurulu tüm emekler ve katkılara rağmen ne kadar gerçekçidir. Bir de batıdan bir örnek; Fransa’nın Avingon kasabasında her yıl oluşturulan tiyatro festivali, kasabanın nüfusu 70 bin. Festival boyunca (en az bir buçuk ay) bir milyonu aşan konuklar, tüm dünya ve ulusal tiyatro kumpanyaları, sahne tasarımcıları, ışıkçılar, oyuncular, yönetmenler, yazarlar ve en muhteşemi tiyatro sevenler, mutlu insanlar kasabaya sunulan ekonomik katkı, şimdi kangren olan anlayış, merkezi sistemin parçası olanın kaçınılmazıdır.

Bunu çoğaltabiliriz: Bu kentin ergeni, genci, yaşayanı kent halkı siyasetle sporla, şiirle, öyküyle, edebiyatla, plastik sanatla, müzikle, ne kadar iç içelik taşıyor. Bu kaç tane yüzme lisanslı çocuğu vardır düşünün, çok uzun sahili ile evinin önünden denize girebildiği bir kent olmakla övünen Antalya’nın yakın zamana kadar tek yüzme havuzu yoktu. Kapılarının önüne, herkesin gözüne soka soka, göstere göstere bırakılan birkaç torba kömür ile yığınlara, yoksullara, işsizlere bir arpa boyu kadar mutluluk sağlanamaz, kenardan kıyıda işsiz, evsiz aşsız yığınların çaresizliğine sunulacak katkı en büyük düş iki torba makarna, kenti karabasan gibi kirleten turizm kentinde dışarı çıkılmaz nefes alınmaz duruma getiren üç torba kömür mü olmalı?...

Tabi ki çözüm devrimci özden geçiyor. Yani sevmek değer vermek özgür insanı inşa etmek çevreye saygı gelecek kuşaklara akarsuları kirlenmemiş gölleri bir bir yok olup tarım alanına dönüşmemiş, tarım ilaçları atıklarıyla çevre insan sağlığını tehdit etmeyen hala evinin önünden denize girilebilen, adliyelerinin önünde, trafikte sporda, her hangi bir barın önünde çatışmayan yani ritmi bozulmayan bir Antalya için, önce özgür insan bu temelde mutlu insanlar ve kent yaratmak devrimcileri taklitle çok zor. Niçin bu düş yoksunluğu! İnsanlarımız bir günün yoğunluğundan sonra hafif bir müzik, egzersiz ve belki de en etkilisi ılık su ile doldurulmuş bir iyi bir banyo düşünü niçin kuramıyor, üstelik havayı da kirletmiyor.

Oktay Özaltun / Emlakolog