2009 yılında, iklim değişikliği ile ilgili tek gündem
Kopenhag İklim Zirvesiydi. Hepimiz tek bir ağızla 2009 yılının
son fırsat olduğunu, Dünya’yı kurtarmak için son şans olduğunu
anlatıyorduk. Kopenhag toplantısı bu anlamda tam bir felaketti. ABD –
Çin ve diğer kalkınmış / kalkınmakta olan ülkelerin çıkar atışması,
Dünya’yı göz göre göre ateşe atmıştı. O günden bu güne 2 yıl geçti. İklimi
kurtarma giderek kabusa dönüşürken, Kyoto bitiyor korkusu
herkesi sarmıştı. Evet, Kyoto belki işlemiyordu ama 2012’de bitecek olan bu
anlaşma yine de kötünün iyisiydi.
Durban toplantısı bu kaos ortamında, bitmek üzere olan tek yasal bağlayıcı
anlaşmanın korkusu sarmıştı. Zirve yine klasik bir kuzey / güney tartışması ile
başladı. ABD ve Çin masaya kalkmak için oturmuş gibiydi. İki ülke ve
temsil ettikleri ekoller (Kalkınmış / Kalkınmakta olan ülkeler) iklim mücadelesi
için finansmanın nasıl sağlanacağı konusunda ve hedef verme konusunda
anlaşamıyorlardı. Hatta Çin bir ara, 2020 yılına kadar her hangi bir metne imza
atmayalım, gönüllü olarak emisyon indirelim noktasına gelmişti. Umut fakirin
ekmeğiydi, ama artık o ekmek de bayatlıyordu. Böyle geçti ilk hafta. Zaten
masanın altına ittiğimiz umutlarımız iyice sönüyordu.
İkinci hafta, umutsuzlukla iyice gerilen ve kızan halklar, sivil toplum
temsilcileri ve fakir ülke liderlerinin giderek dozajı artan tepkilerinin,
baskılarının ve eylemlerin altında ülke liderlerinin katılımı ile başladı.
Halkın da yoğun tepkisi ile ilk gardını indiren beklenmedik bir biçimde Çin
oldu. 2020 yılına kadar emisyon azatlım hedefi verebileceklerini ve anlaşmaya
hazır olduklarının açıkladılar. Müzakerelerin rengi bir anlığına değişti,
umutlar bir anlığına arttı, ancak yine de ABD'nin ve Kanada’nın anlaşmaya
taş koymaları devam ediyordu. Hatta Kanada, her hangi bir anlaşmaya imza
atmayacaklarını açıkça belirtiyordu. Artık Güney anlaşma istiyor,
ABD ve Kanada ise ayak sürmeye devam ediyordu. Toplantıda gerginlik giderek
arttı. Özetle son güne anlaşma olup olmayacağı belli değilken girildi.
Ancak, özellikle toplumsal baskı ile sıkışan ABD ve Kanada grubunun eğilimi de
günü kurtaracak çözümleri hayata geçirmekti.
Toplantı Cuma bitmesi gerekirken, Pazar sabahına kadar sürdü. Birleşmiş
Milletler İklim Zirvesi sekreteryası “Müjde”yi verdi. Kyoto’nun gelişmekte
olan ülkelerin de emisyon azaltmak zorunda olacağı bir model ile 2015 yılına
uzatılacağını ve 2009 yılında Kopenhag’da kurulan ve Yeşil İklim Fonu olarak
bilinen fonun da harekete geçirileceği bilgisini paylaştı. (Hatırlarsanız Yeşil
İklim Fonu, fakir ülkelere iklim değişikliğinden korunmak üzere Kalkınmış
Ülkeler tarafından 100 milyar Dolarlık bir fon sağlaması için kurulmuş olan bir
fondu). Ayrıca ülkeler 2020 yılından itibaren hayata geçecek bir hukuki
bağlayıcı anlaşma için müzakere etmeyi de kabul ettiklerini “müjde” olarak
paylaştılar.
Anlaşma detaylarına birkaç gün içinde ulaşabileceğiz ve görünce tekrar yorum
yaparız ama bu anlaşmanın dünya’yı ölümden kurtarmak değil, sadece ölüm ilanını
ertelemek olduğunu düşünüyorum. İklim değişikliğinin artık eşiğinde değil, tam
da içindeyiz. Bu yüzden daha hızlı ve daha yüksek miktarda emisyon azaltmaya
ihtiyacımız var. Yükselen emisyonu azaltma hızlı bir şekilde gerçekleşmez ise
artık geri dönülemez bir uçurumdan yuvalanacağız. Durban’da varılan anlaşma,
böyle bir çözüm önermiyor, sadece günü kurtarıyor ve şirketlerin oldukları
gibi kirletmeye devam etmesine göz yumuyor. Adil, bağlayıcı, yaptırımları olan
ve etkin önlemler içeren bir anlaşmanın yapılmaması demek, benim için “hiç
anlaşmadılar” demek ile aynı şey. Durban’da olan da ne yazık ki buydu.
Durban’da aynı zamanda 2015 ve 2020 gibi iki “yapay tarih” oluşturuldu. Bunun
anlamı aslında bizden 2015’e kadar bir şey yapmamızı beklemeyin, sonra da 5 yıl
müzakere zamanı verin, ancak anlaşma çıkar, 2020’ye kadar her hangi somut bir
şey yapamayız biz” demekti. Kimse artık 2020 taraflar konferansına kadar bundan
sonraki hiçbir iklim zirvesinden bir şey beklemeyin demek. Kaybettik gibi
geliyor bana, dünyayı kurtarma şansımızı seçilenler elleri ile itti.
2020’ye kim öle kim kala bilemiyoruz ama, iklim değişikliğinin çok canlar
yakacağını biliyoruz. Umarım, yanlış çıkarız da 2020’ye kadar o dönülmez
uçurumdan aşağıya yuvarlanmayız.