‘Binalar konuşunca mimarlık susar...’
Atatürk Kültür Merkezinde (çarşı-pazarcılar daha yıkmadılar) bir sergi açıldı.
İki hafta açık kalacak sanırım...
Ne yapıp edip görülmeli...
Hele mimarlar,mimarlığa ilgi duyanlar, belediye başkanları, görevlileri, yöneticiler kaçırmamalılar bu sergiyi...
Bundan önce Ankara Serbest Mimarlar Derneği gerçekleştirmişti bu konuda ilk sergiyi.
Ankara’ da Keçiören’ de son yıllarda yapılan kimi apartmanları fotoğraflarla gözler önüne sermişlerdi... Keçiören’e Estergon Kalesi yapan-yaptıran adam ne demek ister ki? Koca koca apartmanları kötü kadınlar gibi allayıp pullayanlar, bunlarla bizden olmayan hangi kültüre bağlılıklarını açıklamağa çalışıyorlardı?
Kültür cücelerinin bu işleri, beğeni düzeylerini, çarpıklıklarını açıklıkla gösteriyordu. Ama yaptıklarının sergilenmesine çok kızdılar. Serginin yapıldığı yerin yöneticilerine, iyelerine (sahiplerine) baskı yaparak ikinci günü kaldırttılar sergiyi...
Bu kez İstanbul Serbest Mimarlar Derneği ele almış konuyu...
“Görün!” dediğim bu derneğin sergisi...
Sergilenen kimi yapılarla siz de karşılaşmışsınızdır sanırım.
Trafo yapılarına, eski evlerimize benzettiklerini sanarak, üzerlerine olmayan kapılar pencereler, kafesler,perdeler boyadıklarından daha önce bu köşede söz etmiştim. Birileri “aferin” demiş besbelli... Her yerde yapar oldular bu rezilliği... Her gördüğümde içim bulanıyor... Plastik palmiyeleri, yapma çiçekleri gördüğümde olduğu gibi...
Kutsal inançlara bile saygıları yok bu kişilerin, yaptırdıkları cami yapıları bunu haykırıyorlar yüzümüze...
Adalet Bakanlığının, elbette devlet bütçesinden yaptırdığı “Adalet Sarayları” hiçbir kültüre dayanmayan yüzleri, biçimleriyle, politikanın nerelere dek bulaştırıldığını kanıtlıyorlar. Kendi kültürünün kıyısından bucağından bilgisi olmamanın, düpedüz kültür yoksunluğunun göstergeleri hepsi...
Onların altına adlarını yazanlar nasıl mimarlar ki, kendilerinden bu yapıları isteyenlerin buyruklarını yerine getiriyorlar? Bunlar nerede yetişiyorlar?
Batılılar buna (bu denli reziline değil) “kiç” diyorlar. Bizde bir süre “arabesk” denildi, bozulan müziğimizden esinlenerek besbelli... Arabesk sözcüğü bile pek yufka kalır, mimarlıkta yapılanlar karşısında. Eciş bücüş üniversite kapıları bile çürümüşlüğün nerelere uzandığını gösteriyorlar.Havada asılı duran kale biçiminde otobüs durakları, 21. yy da, 19 yy daki evlerimizin kopyaları gırla...Güzelim kentinin ışıklandırma direklerini, korkuluk parmaklıklarını, taksi duraklarını, batıdan görüp (anlayamadıkları için) kopyalamağa kalkışanlar neyi kanıtlıyorlar bir düşünseler ya...
Ne denli uğraşsam anlatamıyorum çirkinliklerin kertesini...
Liseden bir arkadaşım Siyasal Bilgiler Fakültesinin giriş sınavına girmişti. “Tanımın tanımı” (tarifin tarifi) sorulmuştu... O da “ efradını cami, ağyarını mani” olmalı diye yanıtlamıştı. (Onunla ilgili olanları içeren, ilgili olmayanları dışlayan demek istemişti.) Yanında oturan biri,ondan kopya çekiyormuş... O da “ etrafında cami öbür tarafında mani” yazmış.
Kopya çekebilmek bile beceri ister... Bilisizliğin bu kertesiyle hiçbir şey kopya bile edilemez!
Görün bu sergiyi!