Tarihi Kentler Birliği'nce Aralık (2005) ayı başında İstanbul'da yapılan 'Beşiktaş Buluşması'nın konuklarından biri de Avrupa Tarihi Kentler ve Bölgeler Birliği Başkanı Louis Roppe idi. Açılış konuşmasında; geçen eylüldeki 'Göteborg Sempozyumu'ndan söz ederek özetle şu bilgiyi vermişti; ''Kültürel mirasın korunmasındaki başarılı uygulamaları özendirmek için AB kapsamında 3 yıllık bir destek programı başlatıldı... Türkiye de bu çalışmada etkin yer almalı...''
Avrupalı Başkan'ın sözünü ettiği bu program, hemen tüm kentleri AB'dekilerden çok daha derin tarihsel birikimleri olan Türkiye'de gündeme bile gelmemişti. Ne hükümetten bir açıklama yapılmış, ne de AB sürecini yakından izleme yarışındaki medyada kısa da olsa bir habere rastlanmıştı.
Oysa, AB sürecini, örneğin 'Orhan Pamuk davası'na odaklayanların, aslında aynı davanın da temelinde yatan ''tarih bilinci erozyonu''nun bile ''kentsel kimliklerini yitirmiş toplum''larda daha fazla görüldüğünü 'kavramaları' gerekmez miydi?
Göteborg buluşmasının hazırlık metinlerinde, bu gerçek şöyle özetlenmişti; ''Tarihsel tanıklarını yitiren kentlerde, insanların geçmişle bağlarını doğru kurmaları da zorlaşıyor; hatta olanaksızlaşıyor...''
Böyle olunca da örneğin en içten komşulukları yaratan 'ev' yerine birbirlerini tanımayan 'sakin' lerin üst üste yığıldıkları 'apartman' kültürüyle yetişen kuşakların, sözgelimi aynı semtlerde yaşamış 'Türk'lerle 'Ermeni'ler arasındaki tarihsel dostlukları 'algılayabilmeleri' bile neredeyse mümkün olamıyor.
'Küresel ticaretin baskısı'
Benzer şekilde, 2005 boyunca ''AB'li olmak'' adına da savunulan, yabancı sermayenin devasa ''iş merkezleri'' ya da ''en yüksek kuleler'' şeklindeki ''rant yatırımları'' için de Avrupa kentleri uzmanları Göteborg'da bakın neler söylemişler:
''Tarihi çevrelerin karşısındaki en büyük tehdit, kentin ruhunu yaratan mekânların kaybedilmesi ve kimliksizleştirilmesine neden olan 'küresel ticari baskı'lardır... Buna karşı yerel koşulları yansıtan çözümlerin bulunması aciliyet kazanmıştır...''
Avrupa'da bunlar vurgulanırken, aynı günlerde İstanbul'a göz koyan 'Dubai Kuleleri'ne ait reklamlarda da Türkiye'ye 'yeni bir kültür'ün öğretileceği yazılıydı.
Göteborg'dan haberimiz olmadığı halde, bu gibi yatırımların kente ve ülkeye ait 'kimlik değerleri'ni daha da tahrip edeceğini söylediğimizde ise AB tutkunu siyasiler şunları söylüyorlardı: ''Sizlere de yatırımcı beğendiremiyoruz...''
İşte, Türkiye için yaşamsal denebilecek 'uyarıcı' değerlendirmeleri içeren 'Göteborg Bildirisi'nden bazı bölümler...
''Kentlerin fiziksel, ekonomik ve toplumsal olarak yeniden canlanma kapasitesini arttırmayı amaçlayan ve AB desteğinde 3 yıl sürecek programın 'anayasası' niteliğindeki bildiriyi, hem tarihi kentlerimize hem de bu ülkenin AB serüvenini 'kimlikli' sürdürebilmesi için çaba gösterenlere '2006 rehberi' olarak sunuyoruz.''
'Kültürel öz'ün önceliği
15-16 Eylül 2005'te çeşitli Avrupa ülkelerinden 100'ü aşkın delege, İsveç'in Göteborg kentindeki 'Mirasa Yönelik Yeniden Canlandırma - İyi Uygulamaların Özendirilmesi' sempozyumuna katıldılar.
Sempozyumda, karar alıcılar, uygulamacılar, danışmanlar ve akademisyenler, kentlerin fiziksel mirası üzerine yatırım yapılarak yeniden canlandırılması konusundaki deneyimlerini de paylaştılar. Avrupa kentlerinin kimlik ve karakterlerini tanımlamada mirasın önde gelen önemi ve bu konuda elde edilen başarılar kutlanarak şunlar vurgulandı:
''Geçmişi olmayan bir kent, belleği olmayan bir insana benzer'' ...
''İnsanları ön planda tutmanın ve kültürel mirası herkes için erişilebilir, yararlı ve yaşamsal bir unsur olarak korumanın önemi, tüm ilgili kesimlerin, özellikle de yerel halkların sürece katılmasıyla kavranabilir...''
''Bu konuda herkesin ortaklaşa bir düşünce ve anlayış içinde olması, tüm resmi kurumlarda ve tüm ilgili gruplarda 'bütüncül bir yaklaşım' ın sağlanması hedeflenmelidir...''
Göteborg Bildirisi, 2008 yılına kadar sürecek çalışmalar için genel çağrısını ise şöyle yapıyor: ''Tüm delegeler ve proje ortakları, Avrupa Komisyonu'nu mirasın önemi ve değeri hakkında etkilemek için, özellikle kendi ulusal hükümetleri aracılığıyla girişimlerde bulunarak, özel, kamusal ve gönüllü kaynakların mirasa yatırım yapılmasında kullanılmasını sağlamak üzere, gerekli önlemleri almalıdırlar...''
Türkiye için dersler
Bakalım bu çağrı Türkiye'de nasıl karşılanacak? Örneğin, çöküşe ve sahipsizliğe terk edilen özgün kent merkezleri hızla yitirilirken, kentlerin çeperlerindeki yüksek rant sitelerine ''yatırım ortaklığı'' ile arazi ve imar hakları sağlayan bir TOKİ, aynı çalışkanlığını ''tarihsel dokuların yaşatılması'' projelerinde de gösteremez mi?
Ya da "ülkeyi pazarlama" adına davetiye çıkartılan yabancı sermaye gruplarına, kentlerin en güzel yerlerine "alışveriş merkezleri" ve ''süper lüks gökdelen konutları'' dikmek yerine, eski semtlerin de ''kentsel yaşama kazandırılması''nı sağlayacak ''restorasyon içerikli turizm'' projeleri önerilemez mi?
Başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere, merkezi ve yerel tüm kurumları Göteborg Bildirisi'yle hemen 'tanışmaya' davet ediyoruz...
'ODTÜ Açıklaması'na not:
Ülkemizde mimarlık ve kent planlamasını 'ayrıştıran' eğitimin öncüsü 'ODTÜ Mimarlık Fakültesi' nin geçen hafta yayımladığım 'açıklaması' nı bayram tatilinden sonra değerlendireceğiz...