Geçen cuma günü “Ayağa Gelen Kısmet Tepile!” başlıklı yazım şöyle başlamıştı:
“Uluslararası Avukatlar Birliği’nin (UAB) 54. toplantısı cumartesi günü
İstanbul’da başlayacak. Dünyanın dört bir köşesinden gelecek avukatlar, insan
hakları, mülk edinme, aile, göçmenlik, iş, ceza, yabancı yatırımlar, icra iflas,
basın hukuku, telif hakları gibi çeşitli konularda bildirileri tartışacaklar.
(….)”
Şöyle sürmüştü:
“Bu toplantının Türkiye açısından en önemli açık oturumlarından biri de
‘kültürel varlıkların korunması, pazarı, müzeler, uluslararası hukuk ve
avukatların rolü’ konularının tartışılacağı ‘sanat hukuku’ ile ilgili.
Aralarında Türkiye’yi ‘Karun Hazinesi, Elmalı Definesi’ gibi nice olayda
başarıyla temsil etmiş iki avukatın da konuşacağı bu bölüme ABD ve Amerika’dan
yedi avukat katılırken, nedense Türkiye’den ne resmi, ne de özel bir avukatın
bulunmayışı üzücüdür.
Dünyada en çok tarihsel, kültürel ve dinsel miras kaçakçılığına sahne olan
Türkiye’nin ayağına gelen bu toplantıya Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın hukuk
müşavirlerinden birinin de katılıp sorunlarımızı anlatması beklenirdi. Nerede o
ilgi! Hiç olmazsa bakanlık hukuk müşavirleri, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürü, Genel Müdürlüğün ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kaçakçılık uzmanlarının
tümü katılıp dünyada bu alandaki son hukuksal gelişmeleri dinleyip bilgilerini
arttırabilseler. Nerede o ilgi!”
***
Çeşitli salonlarda değişik konuların görüşüldüğü toplantının bu oturumunda
yedi yabancı avukat bildirilerini sunarken dünyanın dört bir yanından gelen
konunun uzmanı avukatlar arasında yalnızca dinleyici iki Türk avukat vardı.
“Nerede o ilgi!” öngörümüz gerçekleşti. Allah için Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın ne bir hukuk müşaviri, ne Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürü, ne kaçakçılık uzmanları katılmıştı.
Gerekçe neydi biliyor musunuz? UAB kuralları gereği bu toplantıya
katılacaklar kişi başına, öteki uluslararası toplantılarda olduğu gibi 500 Avro
kayıt parası ödemeliydiler. Koskoca Kültür Bakanlığı’nın beş kişilik hukukçu,
yönetici ve uzman heyetini buraya göndermeye vereceği 5 bin liralık “ödeneği
yoktu”! Keşke, Bakan’ın altına lüks Mercedes arabayı çeken TÜRSAB Başkanı
Başaran Ulusoy’a haber verilseydi, kendisi bu 5 bin liracığı anında Bakanlık’ın
emrine sunabilirdi!
Beş saat süren toplantının iki saatinde Türkiye gündem oluşturdu. Türkiye’den
kaçırılan, yağmalanan ya da göz göre göre devlet eliyle yok edilen tarihsel,
kültürel, dinsel mirası yabancı avukatlar tartıştılar. Konuk avukatlar bana
neden Türkiye’den resmi bir yetkilinin katılmadığını sorduklarında utancımdan
“Koskoca Bakanlık’ın ödeneği yokmuş” diyemedim!
***
Daha ileri zamanlarda bu bildirilere değineceğim. Ancak birkaç paragrafı
şimdiden sunayım.
Tarihsel, kültürel ve dinsel mirasın yerinde korunması amacıyla uluslararası
iki anlaşma var. Biri 1970 tarihli UNESCO, ikincisi ise 1995 tarihli UNIDROIT
anlaşması. Türkiye birincisini imzaladı, ikincisini imzalamadı.
ABD, Güney Amerika ülkelerinin baskısı ile 1983’te UNESCO anlaşmasını
imzaladıktan sonra “Kültürel Varlıklar Yasası” ile yürürlüğe koydu. Güney
Amerika ülkelerine “uyuşturucu kaçakçılığını önlemeleri” konusunda baskı yapan
Vaşington, onlardan gelen “Sen de kültürel, tarihsel ve dinsel varlıklar
kaçakçılığını önle” tepkisiyle bu yasayı çıkarmak zorunda kalmıştı.
Yasa, yakınan ülkelerin Vaşington ile ikili anlaşma yapmalarını öngörüyor.
ABD’nin tüm kara, deniz, hava gümrüklerine gelen tarihsel eserler için Amerikalı
gümrükçüler ithalatçıya, “Git kardeşim o ülkeden yasal çıkış belgesi getir”
diyor. Bir ay içinde belge gelmezse o nesne, ilgili devletin konsolosluğuna
teslim ediliyor.
Bugüne değin Vaşington ile ikili anlaşma imzalayan 14 ülke arasında Güney
Kıbrıs da var. Yunanistan iki ay önce görüşmeleri başlattı. En çok yakınan
Türkiye 1992’de incelemelere başlamış, ilgili genel müdürlüğün ilgisiz
görevlilerince rafa kaldırılmıştı! Üstelik Amerikalılar hadi gelin siz de
başvurun deyip çanak tuttukları halde!
***
Türkiye’yi ABD’de, Avrupa’da çeşitli davalarda ve Roma’da UNIDROIT
toplantılarında başarıyla temsil etmiş olan Nev York’un ünlü hukuk firması
Herrick Feinstein’ın avukatları Lavrence M. Kaye ve Hovard Spieger de bildiri
sundular.
Dünyada bu konuda en önemli ilk davayı “Karun Hazinesi” ile Türkiye’nin
başlattığını aşamalı anlattılar, Güney Amerika, Mısır için yaptıkları
çalışmalardan örnekler aktardılar.
Bulunan bir eserin “dünyanın” mı “benim” mi olduğuna ilişkin hukuksal
anlayışta düğümlendiğine dikkati çeken avukatlar şu örneği verdiler:
“ABD’de bir insanın evinin arka bahçesinde bir hazine ya da petrol çıkması
durumunda, Amerikan hükümeti, ne hazineye ne petrole el koyabilir. Buluntu o
kişinindir. Ancak aralarında Türkiye’nin de yer aldığı öteki ülkelerde ulusal
yasa buluntunun mülkiyetini ulusal olarak kabul etmektedir. Elbette bu hukuka
saygı duyulmalıdır.”
Kaye, Karun Hazinesi’nin geri alınmasına önemli katkıda bulunan Uşak Müze
Müdürü’nün “Kanatlı Denizatının” çalınmasına adının karışmasından duyduğu
şaşkınlığına şu gözlemini ekledi: “Nev York Metropolitan Sanat Müzesi Müdürü
verdiği demeçte Uşak’ta 300-500 kişinin gezdiği müze yerine bu hazine bizde
kalsaydı milyonlar görecekti.” (Laf aramızda 1993’ten beri Uşak’a müze
yapılacak!)
Kaye, dünyada başlayan “tarihsel varlığa” sahip çıkma olgusunun dünyanın ünlü
müzelerinde “boşalma korkusu yarattığını” belirtti, “Elgin Mermerleri” olarak
bilinen, Osmanlı zamanında Atina Parthenon’undan British Müzesi’ne götürülen
eserlere de değindi. Yunanistan’ın bu eserleri geri almak için Akropolis’te
görkemli bir müze yaptığını, İngilizlerin “Mülkiyeti bizde kalmak koşulu ile üç
aylığına sergilenmek üzere Atina’ya ödünç olarak gönderebilecekleri” önerisinde
bulunduklarını, tartışmaların sürdüğünü anımsattı.
***
Japon avukat Makato Şimeda, ülkesindeki korumacılığın 1897’de bir yasa ile
başladığını, Kyoto kentinde “manzarayı bozduğu” gerekçesi ile 4 katlı bir otelin
mahkeme kararı ile yıkıldığını da çeşitli örnekler arasında aktardı.
Bu örneğin burukluğunu yaşarken bazı konuşmacıların Allianoi’nin ve o gün
İngilizce çıkan bir Türk gazetesinde okudukları HES’in yarattığı tarih ve doğa
katliamına değinerek “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” anlamındaki
konuşmalarını Kültür ve Çevre bakanlarının dinlemelerini isterdim.
***
55. UAB toplantısı gelecek yıl ABD’nin Miami kentinde yapılacak. Bugün
ayağına gelen kısmeti tepen Kültür Bakanlığı’nda bazı yetkililerin şimdiden
eşlerine “Hanım, Miami’den ne istersin?” diye sorduklarını duyar
gibiyim!