Sadece kara mizah konusu olan kaldırımları yükseltip indirenler, en çok para bırakan işleri kapanlar, inşaat sektörü ile de sınırlı değil. Özalizm, Erdoğanizm, astronomik, büyük belediyelerde nerede ise Türkiye bütçesini aşan fonları barındıran yan şirketleri, vakıfları ile belediyelerde ne yazık ki temiz kalması olanaksız öylesine bir kirli çıkar ağı oluştu ki...
Yaklaşan seçimler belediyelerle iş yapan müteahhitler için büyük kumar günleri. Hem partiler içinden, hem de partiler arasından hangi aday üzerinden kumar oynayacaklar? Altılı ganyan gibi bir şey. Desteklenecek adaylara yatırılacak paralar öyle altılı ganyandaki gibi küçük de değil. Yanlış ata, pardon adaya yatırılacak büyük paraların buharlaşması bir yana, kızdırılmış seçim kazanmış başkan tarafından cezalandırılmak gündemde olacak. Şöyle bir düşünün en namuslusundan yapılmış işlerde hak edilmiş alacakların zamanında ödenmesi, ödenmemesi arasında bir şirketi batırmak ya da ayakta tutmak gibi küçücük(!) bir fark var. Kayıtlara bin lale soğanı olarak geçirilirken, 500 soğan verilmiş olması durumlarında yolsuzluk, rüşvetle kazanılacakların ölçüsü yok. Belediyecilikten gelmiş Başbakanımızın iktidarında yasalar başkanların iradesini, gücünü öylesine esnekleştirdi ki..
Yüz binlerle insana erzak, kömür, doğrudan para yardımı, öğrenci bursu olarak akıtılan kaynakların, hizmet, siyasi rant, oy getirici yanı çok insancıl, çok masum bir boyut. Değirmenin suyunun nereden, nasıl geldiğini sorgulamaya kalkıştığınızda işler çatallaşıp, sular kirleniveriyor. Bir partinin belediye başkanının şemsiyesinde, başka partilerden meclis üyeleri ile kurulmuş çıkar ittifakına, iş takipçiliğinin boyutlarına şöyle bir göz atmak, kirlenme boyutunu görebilmeye yeter de artar bile.
Ankara’nın kimi deneyimli gazetecileri Gökçek’le ilgili medyatik, kirli tablonun su yüzüne çıkmasından sonra bile, bilgiç bilgiç Başbakan Erdoğan’ın kolay kolay Gökçek’ten vazgeçemeyeceği yorumunu yapıyorlar ya... Belki uzaktan söylenmeyen sözcükler, anlamlı tebessümleri masum siyasi ittifak olarak anlayanlarımız, okuyanlarımız olabilir. Oysa arkadaşlarımız anlamlı ses tonları, gülümsemeleri ile, söyleyemeden “şantaj gücü“ kavramını çağrıştırmaya çalışıyorlar.
***
Yerel seçimlere dönük, seçmen kayıtları ile başlayan, her tür kirlilik, yozlaşmaya bulaşık öylesine çok alan var ki.. Bizi sandığa gitmeden bağlıyor, seçme hakkımız gasp edilmiş, demokrasi kâğıt üstünde kalmış oluyor; 12 Eylül’ün hukuku üzerine, eklenmiş yasalar ve tüzüklerle, dünyada örneği olmayan diktatöryal yetkilerle donatılmış parti liderlerinin tam yetkili olarak son kararı verdikleri başkan adaylarına oy vermeye mahkûmuz. Elbette siyasal başarı zorunluluğu, parti liderlerini kimi kriterlere göre karar vermeye zorluyor. Yine elbette diktatöryal yapı, parti kadrolaşması, kültürü ile bağlantılı, daha uç boyutlarda kriterleri öne çıkaran antidemokratiklik derecelendirmeler gündemde. AKP, CHP, MHP, DP’nin kriterleri arasındaki uçurumu da gözeterek karar vermemizde, sadece siyasi değil, ahlaki ölçüt kaygıları da olmalı.
Bu yazıda öne çıkarmaya çalıştığım boyut, sorun şu ki, ölçütleri çok farklı olsa da genel işleyen bir kural, kirlilik yapılanması var; herkes biliyor, ancak kimseler dillendirmiyor; aday belirlemede rol oynayan partinin etkin yöneticileri, karar verici lidere not düşmeden önce, kimi zaman doğrudan, utanmadan adayların kendilerine de sorarak eksen aldıkları bir kriter var ki.. “Kaç paran, kaç sponsorun var. Kampanyaya hangi ölçülerde parasal katkıda bulunacaksın..” çerçevesinde özetlenebiliyor.. Belediyeciliğe çok emek vermiş, işi bilen, halka hizmet götürebilecek, hak etmiş adayların bu kriterlere göre isimleri kolayca çizilip kirli çıkar ağlarına en yatkın adaylar öne çıkabiliyor. Doğrusu bu noktada sponsor olan belediyelerle iş yaparak var olan müteahhitlere çok da kızma lüksümüz yok. Bu bir ideolojik düzenin işleyiş modelinde dünya ve ülkemizde gelinen kirliliğin boyutlarının kaçınılmaz sonucu.
Dünya Bankası verileri ile dünyanın en büyük tekellerinin rüşvet vermek zorunda kaldıkları paylar işçiliklerin 7.5 katına çıkmışsa, sistem rüşvetlerin boşa gitmemesinin güvencesini arama noktalarına gelmişse... Bu haftanın taze haberlerine göre dünya markası Siemens rüşvette suçüstü yakalanınca, Almanya’da 395 milyon Avro’luk, ABD’de 800 milyon dolarlık rüşvet cezasını sevinerek kabul etmek noktasındaysa. Türkiye’de kayıtta olan aynı şirketin rüşvetine ilişkin sorgulama bile gündemde değilse..
Siz yerel seçimlere giderek, Türkiye’de daha trajik boyutlarda kadının adının olmamasını neye bağlıyorsunuz ki? Hemen söylemeliyim, kadın adayların arkalarında yüksek rakamlı sponsorlarının olmaması baş etken. Kadın adaylar belediyelerde kirliliğe, kirli çıkar ağlarına karşı da direnebilir; istenmeyen konumundalar...