Günümüzde İsrail’in en büyük ve en
kalabalık şehri olan Tel Aviv, modern kent yapısı, eğlence ve
sanat hayatıyla Ortadoğu’nun en önemli şehirlerinden biri… 2003 yılında
“White City/Beyaz Şehir” olarak UNESCO Dünya Mirası
Listesi’ne dahil edilen Tel Aviv’in en önemli özelliklerinden biri de
sayıları 5 bini bulan, Bauhaus stilde inşa edilmiş yapıya ev
sahipliği yapıyor olması.
Bugün ortalama 400 bin nüfusu bulunan Tel Aviv, 1909 yılında dönemin en
önemli liman kentlerinden biri olan Yafo civarında,
“Ahuzat Beit” adı verilen bölgede kuruldu. Avrupa’dan gelen
göçlerle 1920-1925 yılları arasında nüfusu 34 bine çıkan Tel Aviv, çok kısa bir
süre içinde modern Yahudi edebiyatı, tiyatro, müzik ve görsel sanatlar merkezi
haline geldi. Bu göç dalgalarıyla gelenler arasında Arieh
Sharon, Yosef Neufeld ve Ze’ev
Rechter gibi genç Yahudi mimarlar da vardı. İlerleyen yıllarda
Sam Barkai ve Genia Averbuch gibi mimarlar da
bu gruba dahil oldular.
1920’li yıllar boyunca “Ahuzat Beit” bölgesinde inşa edilen
iki ve üç katlı yapılarda eklektik stil hakimdi. Kendileri için “rüya evler”
inşa etmek isteyen Avrupalı göçmenler, yerel doğu motiflerini kubbe, sivri
kemerler, yüksek pencereler gibi klasik mimari öğelerle ve şamdan, Davud Yıldızı
gibi geleneksel Yahudi motifleriyle harmanladılar. Ve bütün bunların
birleşiminden yerel bir tarz yarattılar.
1920’li yılların sonuna doğru, Tel Aviv’in ilk belediye başkanı Meir
Dizengoff tarafından görevlendirilen İngiliz Şehir Plancısı
Patrick Gedes yeni kentin mastır planını çizdi. İlerleyen
yıllarda Almanya’da Nazilerin yükselişi ve dünyadaki ekonomik krizin de
etkisiyle yeni bir göç dalgası daha yaşandı. Yeni göçmenler arasında
Almanya’daki Bauhaus Okulu’nda yetişmiş ve Le Corbusier’den etkilenmiş Alman
Yahudi Mimarlar da vardı. Avrupa’daki modern akımın etkisindeki bu mimarlar,
büyük kitleler için fonksiyonelliğin ön plana çıktığı, daha sade yapılar
tasarladılar. Bu yapı stili, Yahudiler için sosyal eşitliğin olduğu, daha iyi ve
yeni bir hayatı hedefleyen Siyonist düşünceye ve her geçen gün sayıları artan
göçmenlerin barınma ihtiyacına cevap verme arayışına paralel bir gelişim izledi.
Sosyal ve ekonomik nedenler hızlı, basit ve ucuz bir yapı çözümü bulmayı gerekli
kılıyordu. Tüm bu sorunlara çözüm arayışında olan mimarlar, sadece 1931-1937
yılları arasında 2700 Bauhaus yapı inşa ettiler. Kısa süre içinde Tel Aviv,
büyük ticari binaları, fabrikaları, dükkanları, bankaları, otelleri,
tiyatrolarıyla her yönüyle büyüyen bir kent konumuna geldi.
Bugün Tel Aviv’de çoğu Dizengoff,
Rothschild ve Bialik caddelerinde olmak üzere
beş binden fazla Bauhaus stilde inşa edilmiş yapı bulunuyor. Çoğu beyaz, kübik
ve süslemesiz olan bu yapıların karakteristiğini belirleyen oldukça önemli
detaylar var. Örneğin; iskeletle bağlantısı olmayan ve sadece kaplama olarak
kullanılan duvarlar, sütunlar, düz çatılar, beyaz duvarlar, uzun ve dar
pencereler, gölgelendirilmiş pervazlar, cam tuğlalarla belirginleştirilmiş dikey
merdivenler, pencereleri çevreleyen makine ve tekne motifleri, silindir
şeklindeki tırabzanlar, dairesel köşeler ve elbette fonksiyonelliğe ve basitliğe
odaklanmış bir mimari…
Henüz oldukça “genç” bir kent olmasına rağmen UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne
giren Tel Aviv, aynı zamanda dünyada en fazla Bauhaus yapının bir arada
bulunduğu tek kent olmasıyla da dikkat çekiyor.