TRT 2’de Erdoğan Bayraktar’ı dinliyorum. Uzun yıllar
süren bir deneyim içinde, önce Kiptaş, sonra TOKİ’de bu işi artık öğrenmeye
başladıklarını söylüyor, samimiyetle. Benim de içimden şöyle haykırmak geçiyor:
Bayraktar, buna hakkınız var mı? Türkiye halkı sizin deney tahtanız mı? Hangi
kamu görevlisi halka böyle bir şey söylemeye cüret edebilir? ‘Biz bu işi
bilmiyorduk (sanki şimdi biliyormuş gibi) ama zamanla bu işi öğrenmeye
başladık!’ Kim yapıyor bu değerlendirmeyi? Kendisi. Besbelli ki bu sözlerin
arkasında şöyle bir mantık var: Bu işi kimin daha iyi yapacağı değil, kimin
yapacağı önemli.
Aynı sözleri ya bir doktor hastasına söyleseydi: “Henüz
ameliyat yapmayı bildiğimiz söylenemez. Bu nedenle başlangıçta bazı sorunlar
olabilir. Belki sizi öldürebiliriz. Ama hiç merak etmeyin, yapa yapa
öğreniyoruz.” Neyse ki Bayraktar operatör doktor falan değil diye
düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Daha da kötü: Kendisi her yıl yüzbinlerce konut
yapan, kamu adına yerleşim politikasını belirleyen kuruluşun başındaki kişi. Ama
kent deyince aklına farklı önceliklerin biraraya geldiği, karşılaştığı karmaşık
bir bütün değil, inşaatlardan oluşan basit bir yığın geliyor. Varsın insanlar
silo gibi konutlara, ruh karartıcı yaşama çevrelerine mahkum olsun, yaşam
çevrelerinden zorla tahliye edilsin, özel alanlarına müdahale edilsin, bunların
hiçbir önemi yok. Zannedersiniz ki Bayraktar bir kamu görevi yerine getirmiyor,
siyasetçiliğin yanında müteahhitlikle iştigal ediyor. Sözlerinin arkasındaki
düşünce şu: “Ne yaparsam yapayım, siz benim yaptıklarıma mecbursunuz.”
Çünkü kendisi misyon adamı. Peki Türkiye’de yerleşim alanlarının
iyileştirilmesi, düzenlenmesi için deneyim birikimi olmadığını, bu görevi ondan
daha iyi yapacak kimsenin bulunmadığını söylemek mümkün mü? Böyle bir iddiaya
herkes kahkahalarla güler. Ama diyelim ki yok, bulunamıyor. Türkiye’de
üniversite, uzmanlık kuruluşları falan yok. Türkiye’de konut nasıl tasarlanır,
yerleşim alanları planlanır, iyileştirilir bu konuları kimse bilmiyor. Gene de
halkı bu tekelci zihniyete mahkum etmek zorunda mıyız? Kendi halkını kobay
olarak gören, gelişmiş deneyimlerden ve demokratik yöntemlerden mahrum eden
politikacıların bir sömürge yönetiminden ne farkı kalır? Öyleyse Bayraktar’ın
yalnızca bir deneyim eksikliği olmadığını, tekelci bir zihniyeti bize dayatmaya
çalıştığını görmek durumundayız.
Piyasacı üretim
modeli
Bizzat Bayraktar, kentsel dönüşüm projeleriyle
yerlerinden edilen vatandaşların TOKİ’den satın aldıkları evlerde
barınamadıklarını, ekonomik koşullarının sürdürülebilir olmadığını söylüyor.
Dolayısıyla bu modelle sürdürülmeye çalışılan bu kentsel dönüşüm
operasyonlarının başarılı olamadığını onaylıyor. Bu açıdan bakıldığında TOKİ
Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın “mimari yanlışlıklarımız oldu” sözü de bir itiraf
olarak kabul edilmeli.
Ancak sözleri, geçmişten ders çıkarmayı bilen bir
yöneticininkine benzemiyor. Mağdurlar yaratan kentsel dönüşüm uygulamalarını
savunmaya devam ediyor. Nitekim Bayraktar, Başbakan’ın kendisine Romanlar için
daha dikkatli olmasını, onlar için yaşam tarzlarına uygun konut tasarlanması
gerektiğini söylediğini aktarıyor. Kendisine verilen bu direktifi yerine
getirmek için bir çalışma başlattıklarını söylüyor. Yarın öbür gün başka
vatandaş grupları için de aynı işi yapmaya kalkarsa vay halimize diye içimden
geçiriyorum. Ama beyhude, korktuğum gibi devamını da getiriyor: “TOKİ olarak
insan silosu gibi evler yaptığımızı söylüyorlar. Mimarlıktan anlamadığımızı
söylüyorlar. Bizim proje danışmanlarımız var, çok yakında Selçuklu
mimarisi, Osmanlı mimarisi tarzında da konutlar yapmaya başlayacağız.
Herkesin yaşama biçimine, örf ve adetlerine uygun konutlar yapacağız.”
Bayraktar’ın demokrasi anlayışına göre bu anonim kimlikler dışında
kimsenin yaşama hakkı yok. İnsanların hayatlarının, yaşam çevrelerinin,
ihtiyaçlarının düzenlenebileceğini varsayıyor. O kendisini merkeze koyacak ve
herkese nasıl evlerde yaşaması gerektiğini söyleyecek. Sonuçlar ortada: TOKİ
piyasacı üretim modeline kamusal bir alternatif oluşturmak şöyle dursun, onun
bütün zaaflarını tekelci bir modele taşıyor. Kentin içinde işlevini yitiren kamu
tesisleri, kamu arazileri amaçları belirlenmeden TOKİ’ye devrediliyor. TOKİ bu
kamu değerlerini yalnızca kendi dar perspektifi içinde dönüştürmeye çalışıyor.
TOKİ hem kamusal gücü arkasına alan hem de özel bir kuruluş gibi hareket eden
“çift şapkalı” bir konumda. TOKİ Başkanı müteahhitlik hizmetlerini ihale etmeyi
biliyor. Ancak asıl işini, faaliyetleri yönlendirecek olan program ve
politikaların, hizmetlerini nasıl geliştirileceğini bilmiyor. TOKİ’nin ürettiği
yerleşim birimlerinin kentleşme açısından gecekondulardan çok daha büyük
sorunlar yarattığı aşikar.
Türban yasağıyla farkı
ne?
Kendisiyle tanışmamız on yıldan fazla oldu. Başörtülü
öğrencilerin üniversite kapısından döndürülmesine, kendilerine yapılan
haksızlığa karşı çıktığım için ziyarete geldi. Zannedersem bu ziyareti de Recep
Tayyip Erdoğan adına yaptı. O zamanlar Kiptaş genel müdürüydü. Daha sonra beni
Kiptaş kongrelerine, toplantılarına konuşmacı olarak davet etti. Doğrusu
kadirşinaslığında ve nezaketinde hiçbir kusur yoktu. Bayraktar’ın TOKİ
Başkanlığı’nı kendi çıkarı için yaptığını, yaptığı işin kötü olmasını
umursamadığını düşünmüyorum. Ama vardığı nokta üzücü. İktidar onun da başını
döndürmüş. Bugün Bayraktar’ın temsil ettiği kamu, insanların yaşama alanlarının
tepeden inmeci yöntemlerle tasarlanabileceğini varsayan totaliter anlayışa geri
götürüyor. Bir uzmanı bir marangozdan, taş ustasından ya da sıvacıdan ayıran,
simgesel bir uğraş içinde olduğunun farkında olmasıdır. Uzmanlık eğitimi alan
bir kişi bu simgesel gücü kendisine mal etmez, başkalarının hayatını,
faaliyetlerini ilgilendirdiğinin bilincine sahip olur. Oysa Bayraktar’ın
yerleşim meselesinden anladığı farklı öznelerin, önceliklerin, farklı kamu
yararı kavramlarının temsil edilebildiği karmaşık bir olgu değil. İnşaat yapmak
gibi bir uğraş. Düşünüyorum: Demek ki insanların üniversite eğitimlerini
engelleyen yalnızca başörtüsü yasağı değil. Başka engeller de var. TOKİ’nin
kamusal işlevini yerine getirmesi, temsil ettiği politik misyona daha fazla
zarar vermemesi için istifa etmesi gerekir, eğer hâlâ samimi ise.