“Barış Piramidi” ya da Sınırları Zorlamak

Hugh Pearman, Kazakistan’ın başkenti Astana’da Foster & Partners ve Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından tasarlanan “Barış Piramidi” (Pyramid of Peace) ziyaretiyle ilgili izlenimlerini aktarıyor:

Mimarlıkta sınırları zorlamak hakkında çok şey söylenebilir. Astana’daki piramidi görünce sıkça kullanılan bu deyimin gerçek olduğunu söylemek mümkün. Piramit, İngiltere’nin en önde gelen mimarı Norman Foster’ın eseri.

Birçok Foster binası görmeme rağmen, 62 metre yüksekliğindeki bu platonik nesne bunlardan en çok merak uyandıranı. Daha önceleri adı pek de bilinmeyen bir eski Sovyet Cumhuriyeti’nin tam ortasında bulunan bu piramit pekçok yönden merak uyandırıyor. Piramidi tamamlanması planlanan tarihe bir hafta kala görme fırsatım oldu. Yüzlerce Kazak ve Türk işçinin yanısıra, pekçoğu kadın olan tasarımcılar, işleri hızlandırabilmek için asker gibi çalışıyorlardı. Hummalı bir çalışmanın sürdüğü yapı siz bu satırları okuduğunuzda tamamlanmış ve bir cennete dönüşmüş olacak. Zaten binanın temelleri tamamen barış, sevgi ve anlayış üzerine kurulu. Unutmadan, içinde bir de opera salonu bulunuyor.

Ülkesinin petrol ve doğal kaynaklarından sağladığı zenginlikle, önce ülkenin kenarında yer alan başkenti ülkenin merkezine taşımaya karar veren ve dünyadaki dini liderlerin üç yılda bir düzenlediği “haklar”la ilgili toplantıları destekleyen bir eski-Sovyet cumhuriyeti lideri düşünün. Kazakistan’ın nüfusunun yarısı Müslüman, yarısı Ortodoks Ruslardan oluşuyor. Başkan, bu kongreyi düzenlemeye uygun bir yapı inşa edilmesini istiyor. Bunun piramit olmasını ve kendi sarayının karşısında, nehrin diğer yakasında konumlanmasını istiyor. Daha sonra da telefona sarılıp Norman Foster’ı arıyor.

Bu güçlü ve kült bir figür olan Foster mesafeli biridir. Benzer birşeyi Başkan Nursultan Nazarbayev için de söylemek olası. Başkanın küçük portrelerine tüm iç mekânlarda rastlanabiliyor, ancak, bunlar açık alanlarda ve devasa boyutlarda değil. Muhalefet partileri bu bölgede çok ilerleyemiyor, çünkü istikrarın ödüllendirildiği hassas bir ortam sözkonusu. Bir Türk gözlemcinin de yorumladığı gibi, “burada başkan için altın heykeller dikilmiyor”. Ancak Başkanın altın parmak izi kentin gözlem kulesinin en üst seviyesine yerleştirilmiş ve burası, yeni evli çiftlerin kendilerine şans getirmesi için uğradıkları bir yer haline gelmiş. Bazıları ise Başkanın, piramidi gelecekteki mozolesi olarak yaptırdığını düşünüyor.

Bunun dışında olayın bir de Osmanlı ve İpek Yolu tarafı üstünde durmak gerekiyor. Foster & Partners, projede Tabanlıoğlu Mimarlık’la işbirliği yaptı. Ana yüklenici ise, yine Türkiye’den Sembol İnşaat firması. Türk yatırımlarının, Nazarbayev’i, yeni bir başkent inşa etmeye cesaretlendirmekte büyük rolü olduğu söyleniyor. Piramidin tabanındaki şantiye ofisinin duvarında, Nazarbayev’in portresinin yerini modern Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk’ün portresi alıyor.

Astana’daki Sovyet sonrası dönemin binalarının büyük bir bölümü, şaşırtıcı şekilde Stalin dönemi benzeri klasik yapılar. Geri kalanların büyük bölümü ise, 1980’lerin batılı postmodernizmine öykünmelerden oluşuyor. Bütün bunlar, Japon mimar Kisho Kurokawa tarafından 1998’de tasarlanan master planda yerlerini buluyor. Sovyet ordusundan kalma dev Kamaz kamyonları, lüks Mercedesler ve BMW’lerle aynı geniş yolları paylaşıyor. Henüz bütün bunları biraraya getiren bir bağ olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak önümüzdeki 15 yılın planlarına baktığımda, burasının Nazarbayev versiyonu bir Brasilia ya da Canberra olması olası.

Peki Foster neden bütün bunların içinde yer aldı? Foster, piramidi, “inançlara saygı, insanların eşitliğine ve şiddetin yokedilmesine yönelik bir çaba” olarak tarif ediyor. Foster adına binadan sorumlu olan David Nelson, “buna ihtiyaç duyulduğu bir dönemde dinleri biraraya getirme fikrinin insanın hayal gücünü yakalayan, gerçekleştirmeye değer bir şey olduğunu ve piramidin bir sembol olarak günümüzün dinlerinden hiçbirine ait olmadığını” söylüyor.

Ayrıca Nelson, piramidin, dünyanın heryerinde bina yapan Foster & Partners’ın bugüne kadar -40 ila +40 derece arasında değişen iklim koşullarına sahip bu tür bir coğrafyada yaptığı ilk bina olduğunu ekliyor: “Bu aslında bir uzmanlaşma fırsatıydı, daha önce olağan koşullarda yapabildiğimiz birşeyi daha zor şartlarda ve daha hızlı yapıp yapamayacağımızı sınadık. Kendimizi tekrar ederek yaşayamayız”.

Piramidi takiben, yakında, Foster’ın kentin diğer ucunda en az onun kadar büyük bir başka projesi daha hayata geçirilecek. Bu, membran bir çatı altında bütün yıl hizmet verebilecek bir eğlence merkezi olacak. Foster, bölgeye hizmet verebilmek üzere İstanbul’da bir de ofis açtı.

Çelik karkas olarak inşa edilen ve yüzeyi açık renk granit kaplı olan 70 milyon dolarlık piramidin vitraylardan oluşan tepe noktası, sanatçı Brian Clarke tarafından başdöndürücü bir hızla inşa edildi. Piramit, içine Nazarbayev’in isteğiyle sonradan eklenen 1500 kişilik bir opera salonunun gizlendiği insan yapımı bir tepe üzerinde yükseliyor. Piramide, Fransız hayalperest mimar Boullée’nin 18. yüzyılda Fransa’da yaptığına benzer bir biçimde, tepenin bir yüzünü geçerek giriyorsunuz.

Ancak piramit alışılageldik piramitlerin aksine daha dik yüzeylere sahip. Kesitte eşkenar bir üçgen olmak yerine taban kenarlarıyla yükseklik birbirine eşit, bu da zirveyi daha yukarıya taşıyor. Bu numara en çok yapıya yaklaştığınızda işe yarıyor. Girişler tarafından kesilmese de elmas şeklindeki Foster tarzı ızgaralar tarafından deliniyor. Sizi binanın kalbine taşıyan asılı merdivenlerin bulunduğu siyah granitten derin bir fuayeye ulaşıyorsunuz. Bu büyük alanı asansör kuleleriyle bozmamak için Eyfel Kulesi’nden alınan dersle, köşelere füniküler asansörler yerleştirilmiş.

Bu merkezi alanda, opera salonunun dairesel cam tavanının üçgen parçalarının üzerinde yürüyebiliyorsunuz. Ayağınızın altında klasik at nalı şeklinde, iki katlı balkonları olan, iç ve dışında sıcak ahşap malzemenin kullanıldığı geleneksel bir salon görüyorsunuz. Projenin ileri aşamalarında at nalına çevrilen plan nedeniyle sahne boşluğu piramide sığacak şekilde insana sıkışıklık hissi veren bir biçimde küçültülmüş. Binaya tırmandıkça, herşeyin giderek daha az geleneksel olduğunu görmeye başlıyorsunuz. Öncelikle ofislere ve müzeye ayrılmış daha okunaklı katlardan geçiyorsunuz, daha sonra özel etkinlikler için ayrılmış üçgen prizma biçiminde iki kat yüksekliğindeki odalara rastlıyorsunuz. Daha sonra mekân yukarıya doğru yükselirken, asma çiçeklerle süslenmiş duvarları izleyerek rampaları tırmanıyorsunuz. Zirvedeki mistik odaya ulaştığınızda, Clarke’ın kanat çırpan güvercin figürleri işlenmiş vitraylarından süzülen ve Kazak milli renklerini taşıyan mavi- sarı ışıkla karşılaşıyorsunuz. Soyutlamalarıyla tanınan bir sanatçı olan Clarke için, bu, oldukça değişik bir çalışma.




Bu mekânda, dünya dinlerinin 18’inin temsilcisi, aşağıdaki avluya ışık süzülmesini sağlayan bir göz şeklindeki dairenin etrafında buluşacaklar. Foster’a ne denilirse densin, mimari bir sahne kurmak konusundaki ustalığını kimse inkâr edemez.

Binadan ayrıldığımda bütün gördüklerim, kamyonların dev lastiklerinden havaya yayılan tozların rüzgârda savrulduğu, ay yüzeyine benzer bir toprak parçasında kalmıştı. Binaya giden yolun yapımına yeni başlanıyordu. Doğu tarafında hazır olan peyzaj düzenlemesi batıya doğru devam ettirilecekti.

Aslında ilginç bir hikâye. Astana büyümeye başladıkça binalarla sarılacak olan piramit, sonsuz arazide şaşırtıcı derecede küçük görünüyordu. Dik kenarları ve zirvedeki kutsal mekânıyla Mısır’dan çok İnkaları çağrıştırıyordu. Bütün tapınaklar gibi kolay ısınılacak bir yapı olmasa da, büyük ölçekte bir çılgınlık ve merak uyandırmayı başarıyor.


Çeviren: Sena Özfiliz