Ali Dinçer, Cumhuriyet tarihinin 'birey' olma isteği duyan sosyal demokrat kuşağının, bu duruşun ödül ve cezasını taşımış önemli bir figürü. O ve birlikte bir alternatif program geliştiren sosyal demokratlar, belki de ilk kez, 'ağa / maraba' ilişkisinin 'veren / alan' veya 'ulufe dağıtanla / dağıtana dua eden' ikilemini yıkmak istediler; bu öylesine zor bir şeydi ki kendi partileri bile anlamadı, kızdı, yok saydı.
1978'de başlayan yerel yönetim deneyimi, sosyal demokrasinin katılımcı, bölüşümcü ve bireye saygı duyan ilkelerinin bir modeli oldu.
Özellikle 1950'lerden beri sağ düşüncenin pratiğinde görülen 'verici devlet / alıcı belediye', 'verici belediye / alıcı yurttaş' ilişkisi, Osmanlı'dan bu yana gelen 'ulufe dağıtan padişah / ümmeti' ilişkisinin devamı idi.
Atatürk'ün kurmaya çalıştığı, yetkiyi asli sahibine iade etme hareketi olan Cumhuriyet'in, sürekli 'red' görmesi, kuşkusuz yüzlerce yılın bir kültürel / sosyal / ekonomik atmosferi.
Ali Dinçer'in temsil ettiği yaklaşım, 1950'lerde başlayan 'geri dönüşümün', sosyal demokrat bir içerikle durdurulmasının uygulamaya konulmasıdır. Bu boyut sürekli olarak göz ardı edildi. Ankara Belediyesi deneyimi, kuşkusuz bir modelleme; içinde sosyal demokrat örneklerinin tomurcuklarını taşıyor. Özellikle, Kent-Koop, Batıkent örgütlenmesi bu çabanın başat noktası.
Batıkent, Cumhuriyet tarihinin, her anlamda, başlatılan en büyük toplu konut deneyimi. Ama asıl önemi, herkesin devletten, hatta belediyeden hazır model ve sonuç beklerken, belediyenin sadece 'başlatıcı' olarak süreçte yer alıp, tüm mal varlığını, yetkisini asli sahibine yani konut sahibi olmak isteyenlere ve çalışan sınıflara devretme kararlılığıdır.
Kent-Koop; emeği ile geçinen ve konut sahibi olmak isteyenlerin bir örgütü olacaktı. Teminatı ve sigortası devlet ya da belediye değil, emeği ile geçinenlerin asli örgütleri idi; yani, sendikalar, meslek odaları, esnaf odaları, memur kuruluşları...
O nedenledir ki, Kent-Koop'un kuruluşunda Türk-İş ve DİSK birlikte yer aldılar. Esnaf odaları ve memur kuruluşları katıldı. Ama bu da yetmedi; projeye katılımın bilgi birikimi boyutu için, tutanakları toplam 7 cilt halinde basılan bir dizi toplantı yapıldı. Toplu konut konusunda kim ne yapmışsa, söylemişse ya da söyleyebilecekse toplantılara katıldı. Kent-Koop modeli bu çalışmalarda oluştu. Bu sınıfsal ve entelektüel öz olmasa Kent-Koop'un özgünlüğü de olmazdı. Model öylesine güçlü idi ki, 12 Eylül cuntası ve Turgut Özal fırtınası bile yıkamadı. Hatta kopya ettiler. Sonra 'verenler / alanlar' ikilemi yeniden galip geldi. Şimdi TOKİ var... Devlet veriyor, ulufe dağıtıyor; yandaşlarına / vatandaşlarına... "çok yaşa devletim, başbakanım...''
Süreç aslına döndü, bu deneyimin üstü örtüldü. Ali Dinçer gerek belediye başkanlığı döneminde gerekse diğer yöneticilik sürecinde yaşının çok ötesinde bir liderlik ve kararlılık sergiledi. Kişisel yapısı da öyleydi; paylaşmak ve vermek... Kendi yaştaşlarının bile 'ağabeyi' oldu ve 'yalnız yaşadı' ama bunu yüklenmeyi becerdi. Kendine özel, çok şahsi bir yaşama alanı yarattı. Buyurganlık yerine iknayı seçti, yılmadan bıkmadan, bazen dinleyenleri yoracak kadar aynı noktayı dönüp dönüp anlatırdı. Çünkü iknadan başka gücü olmasını hiç düşünmedi... Yani zoru seçti.
Kuşkusuz Türkiye'de 12 Eylül'le başlayan, dünyada ise daha önce tomurcuklanan post-modern yapıda bu tür yöntemler ve kişiler çok geçerli değil.
İnsanın; kendinden, kendi aklından, iradesinden ve yaptıklarından kuşkuya düştüğü aklını ve çılgınlığına yaklaştığı, metafizik ile haşirmeşim olduğu post-modern dünyada 'verenler', 'ilham sahipleri', 'yıldızlar', 'karizmatik liderler'den geçilmiyor. Ali Dinçer bu dönemin temsilcilerinden figürlerinden olmadı. Dalganın zararını azaltmaya çalışıyordu. Ölümü bizleri, beni 'ağabeysiz bıraktı', ruhlarımızda sakatlık yarattı. O'nun ölümü bizlerin kişiliğinde bir eksiklik, dolmayacak bir boşluk bıraktı. Özürlü ve sakat kaldık, sanırım tedavisi uzun sürecek, üzgünüm.