Bu yıl tatilimi geçmişe oranla, daha fazla denizde geçirdim. Yıllardır
düşlediğim bir işi başardım ve birkaç hafta tekneyle dolaştım. Yazlık ev yerine,
tatillerini deniz üstünde geçirenlere hep gıpta etmiş, ancak bir türlü
becerememiştim. Bu yıl da, doğrusu direkten döndüm. Eğer Anayasa Mahkemesi
AKP’yi kapatsaydı, her halde tuzlu sudan çıkıp kendimi işimin başında
bulacaktım. Bu sayede, özellikle Ege’de dolaştım. Bizim
kıyılarımızı ve Ege adalarının bir bölümünü ziyaret ettim. Şimdiye kadar
böylesine uzun ve sindirerek tatil yapmamıştım. Hem sahilleri, hem
kıyıları, hem de denizaltını gördüm. Yeni hobim dalma sporunu, eşim Cemre ile
birlikte bol bol uygulayabildik... Türk ve Yunan sahilleri ve kıyılarıyla
ilgili başka karşılaştırmalı yazılar yazacağım, ancak özetle vardığım sonucu
sözlerle paylaşayım: Bizim sahillerimizin üstüne yok. Birbirinden güzel
koylar... Birbirinden sakin ve sizi sevgiyle kucaklayan tertemiz bir
deniz... Yemyeşil bir tabiat örtüsü... Kimse bu güzelliğin önüne
geçemez. Ancak gelin görün ki, ayağınızı sahile atıp karaya çıktığınız
anda, Yunan adaları öne geçiyor ve bize fark atıyor. Herbir ada, tüm kuraklığına
rağmen, adeta bir turizm cennetine dönüştürülmüş. Biz ne kadar çirkin isek,
onlar o kadar zevkli. Biz ne kadar, elimizdekini tahrip ediyorsak, onlar o
kadar titiz davranıyorlar... En basit iki örnek; Kıyılarımızda birbirinden
çirkin, mezar taşı gibi dizilmiş binalar ve canım koyları pisleten, insanları
kovalayan Balık Çiftlikleri... Bugün, balık çiftliklerinden söz etmek
istiyorum. Önce doğruları ortaya koyalım. Balık çiftlikleri özellikle Ege
ve Akdeniz’de, hem beslenme hem de gelir sağlama açısından vazgeçilmesi imkansız
unsurlardır. Sadece Ege ve Akdeniz değil, denizleri müsait tem ülkeler balık
çiftlikleri kuruyor. Yüz milyon dolarlardan söz ediliyor. Ancak, bizdeki gibi
değil... Ege kıyılarını dolaşın, bazı yerlerde gözleriniz yaşarır, işte
Mandalya körfezinin durumu. Canım koylar kapatılmış. Pis bir koku ve gözle
görülür şekilde bozulan bir deniz altı... Balık çiftliği sahipleri, haklı
olarak, en büyük karı elde etmek isterler. Bundan dolayı da, mümkün olduğunca
korumalı, sığ ve sakin suları tercih ederler. Zira, yemlemesi de, karadan gidiş
gelişi de, çalışması da kolaydır. En önemlisi yatırımı azdır. Oysa, tabiat
güzelliklerini korumak isteyen ülkeler, Balık Çiftliklerine kıyılarda değil,
açık denizlerde izin verirler. Bu gerçeği, bizler de biliyoruz. Ancak gelin
görün ki, öyle bir bürokrasi ucubesi yaratmışız ki, durum kontrol altında
tutulamıyor. Bir Balık Çiftliği kurma izni için, bana söylenen en az 7
makamdan geçiliyor. Çevre Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Sahil Güvenlik vs..
vs... Bu makamların hepsinin ayrı bir politikası var. Farklı görüşleri var.
Birinin kabul ettiğini, diğeri reddediyor. Biri kıyıya yakınlığı, yani turizme
veya halkın denizi kullanma hakkını umursamayıp izin verirken, diğeri itiraz
ediyor. Durum böyle olanca da, ciddi yatırımcılar çalışamıyor, kap-kaç’çı
küçükler de bu otorite boşluğundan yararlanıp kıyıları
mahvediyor. Anlayacağınız, Balık Çiftlikleri rezaletinin baş sorumlusu
devletin ta kendisi. Tek bir politika saptayamadığından dolayı, hem çiftlik
sahiplerine zarar veriyor, hem de kıyılarımızın giderek bozulmasına yol açıyor.
Tarım Bakanlığı- Çevre Bakanlığı ve Deniz Kuvvetlerinden birer kişinin, bir
masa etrafında toplanıp, birkaç saat içinde çözebilecekleri bir sorun, yıllardır
sürüklenip gidiyor. Yazık değil
mi?
İsrail,
Kızıl Deniz'i yasakladı... Balık Çiftliklerinin nasıl çalıştıkları
konusunda iki örnek vermek istiyorum. Bunlardan biri, hemen yanı başımızdaki
Yunanistan. Çok küçük boy çiftliklerin, turizm bölgelerinin dışında kalan,
halkın gitmediği sayılı birkaç kıyıda çalışabilmelerine izin verilmiş. Onlar da
5 yıl sonra diğerleri gibi açık denize gitmek zorunda kalacaklar. Açık denizde
çiftlik daha güç ve daha masraflı, ancak çevreye verdiği zarar da o kadar daha
az. İsrail ise, en sert tutumu takınan ülke. Kızıldeniz’deki yüzlerde
Balık Çiftliğini tümüyle kaldırdı. Olmert hükümetinin bu kararı alması
çok güç ve çok kavgalı oldu, ancak sonunda herkes boyun eğmek zorunda
kaldı. Nedeni de basit. Balık Çiftlikleri, Kızıldenizi istila ve mahvetme
noktasına gelmişlerdi. Şimdi, küçükler birleşip büyüyor, büyüklerle birlikte
açık denizde çiftlik kurmaya başlıyorlar, Bakalım, Ankara ne zaman
uyanacak?