Ayçiçekleri İçinde Sanayileşme



Bu başlık romantik bir bakışın sonucu değil. Tam da bu kadar verimli toprakların, İstanbul’a ve Avrupa’ya yakınlığı dolayısıyla gözden çıkarılmasının eleştirel bakışı. Herkes şuna inanıyor: Çerkezköy’ün toprakları çoraktır! O zaman neden sanayileşmenin başında gelenler ve Karaağaç beldesinin yerlileriyle yaptığımız görüşmelerin hepsinde şunlardan dem vuruluyor: “Buralar yemyeşildi, bütün tarlalara ayçiçeği ekilirdi. Bostanlarında kavun karpuz ve bütün sebzeler yetiştirilirdi, derelerinde balıklar yüzerdi. 20-30 yıllık ağaçlar kesildi, yerine ev, fabrika yapıldı.”

Eskilerin ne kadar güzel olduğu 30 yıl gibi yakın bir tarihin içine sığdırılıyor bu sözlerle. Bu kadar yakın bir zamandan “ta eskiler” olarak bahsedilmesi, sanayileşmenin bu mekân üzerindeki en görünür yüzü oluyor. Diğer taraftan, eğer sanayileşme olmasaydı burası ne olurdu? “İnsanları tembel, tarlaları ekmiyorlar bile, topraklarını satıp birkaç ay geçiniyorlar, bu verimli topraklar öylece kalırdı” gibi şikayetlerle tarımsal faaliyetlerin yapılmadığından yakınılıyor.

Bu yazıda, planlı olarak kurulan Çerkezköy OSB’nin faaliyetlerine değil toplumsal yapıda ortaya çıkan görünürlüklerine eleştirel bir açıdan bakmaya çalışıyoruz. Ve bunu Çerkezköy OSB’nin sınırları içinde yer alan Karaağaç beldesinde yaşayan ve tekstilde çalışanlarla yaptığımız görüşmelerle, yani onların ağzından aktarmaya çalışacağız.

Trakya bölgesindeki tarım arazilerinin korunması, Saroz körfezi ile Ergene nehrindeki çevre kirliliğinin önlenmesi amacıyla, Avrupa Birliği nezdinde sürdürülen görüşmelerin ardından Trakya bölgesine yatırım yasağı getirildi. Bu nedenle, Avrupa’ya yakınlığı ve nitelikli işgücü nedeniyle Trakya’ya yönelen yatırımcılara, Çorlu OSB ve Çerkezköy OSB önemli bir alan olan. Bu da demek oluyor ki, bu yerleşimleri daha fazla fabrika, daha fazla göç ve daha fazla çevre kirliliği bekliyor. Bu süreçte kaygılar artıyor. İşveren tarafı, yoğunlaşmanın olacağı Çerkezköy OSB’de yer bulabilmek için çaba sarf ediyor. Yine aynı taraf, su rezervlerinin deniz seviyesine düşme riskinin ortaya çıkması sonucunda tekstil sektörünün tehlikeye girmesinden kaygılanıyor.

Emekçi taraf ise tabiri caizse kaygılar yumağı içinde kıvranıyor. Emek, bir yandan değişen çalışma koşullarıyla her geçen gün değersizleştirilirken diğer yandan da yaşam alanları “nefes alınamaz” duruma getiriliyor. Yani uzun çalışma saatlerinin ve kötü çalışma koşullarının işçiye verdiği zararın yanına bir de hava, su, gürültü, çevre kirliliği ekleniyor. Ve bu durum artık bir “kader” olarak algılanıyor. 51 yaşındaki Ardahanlı, emekli tekstil işçisi, “Şimdi işsizlikten hariç bir de hava kirliliği var. İşsizlik bir dert, hava kirliliği başka dert. Akşamları çıkılmıyor dışarı. Bizim için en önemlisi sağlık. Yani ben duymadım açlıktan insan öldüğünü, idare ediyorsun. Ama sağlık çok önemli. Gitgide bozulmaya başladı. Buranın suyu çok güzeldi, şimdi içilmiyor. Kendi çıkarları için buradaki insanların hayatlarını mahvettiler. Camları açıyoruz hava almak için ama tüp kokusu gibi bir koku içeri giriyor. Burası yerleşim olduktan sonra birçok fabrika yapıldı. Haa bir de uzak bir yer olsa neyse, burnumuzun dibine kuruyorlar. İçimize kurdular. Bak yemin ediyorum her sene bizim bahçede domates, salata, üzüm olurdu. Bu sene olmadı. Kendi kendine çürüdü. Bu havanın etkisi. Hani dedim ya emekli olduktan sonra hastane hastane dolaşıyorum. Ama fabrikanın tanıdığı süreyi bu tanımaz. Fabrika bana 20 yıl tanıdı, ha sonrasında bunun sonuçlarını çekiyorum ama bu tesislerin yaptıklarının sonuçları o kadar geç olmaz. Sonuçta kimyasaldır, zehir soluyorsun. Yediklerimiz, içtiklerimiz bir de soluduğumuz... Bu da bizim kaderimiz olsa gerek” diyor. Değişen ve gittikçe kötüleşen çalışma koşulları gibi yaşadıkları yerde artık “memleket gibi” kokmuyor.

Yerleşim alanlarının OSB’nin yanı başında olmasından kaynaklı olarak fabrikaların gürültüsü, havaya saçtığı pis koku ve verimli olan toprağa nüfuz etmiş atıklarıyla artık insanlar yaşam alanlarının daraldığını düşünüyor. Bir çaresizlik söz konusu ve bu öyle bir hal almış ki, artık gidecek bir yerin de olmadığı düşüncesi hakim. “Elime para geçse beş dakika burada durmam. Geldik buraya sıkıştık” diyor 40 yaşındaki bir tekstil işçisi. “Nasıl bırakıp gidelim, bir ömür verdim çalıştım, başımı sokacak evimi yaptım. Şimdi Karaağaç’ta diye emek verdiğim, her şeyden kısarak yaptığım evim değersiz oluyor. Eee o zaman çalıştığım yıllarım da değersiz” diyor bir başkası.

Bir başlangıç olsun

Çorak ya da bereketli fark etmeden, Anadolu topraklarında son 20 yıl içinde 50 kadar organize sanayi bölgesi faaliyete geçti. Fabrikaları kentsel mekânlardan yalıtarak toplulaştıran bu üretim sitelerinde, işgücü piyasasındaki yarım milyonu aşkın genç kadın ve erkek istihdam ediyor. Ve fabrikayla, çalışma disipliniyle ilk defa karşılaşan bu insanlar, yeni bir yaşam tarzına alışmaya çalışıyorlar. Çerkezköy OSB 34 yaşında. Üretim kapasitemiz, ihracat oranlarımız her geçen gün artıyor. Çevreye duyarlılığımız artıyor, arıtma tesislerimizle hem yatırımcılarımızın yükünü hafifletiyoruz hem de çevreye zarar vermiyoruz, deniliyor. Diğer taraftan Karaağaç’ta oturan ve tekstil fabrikalarında işçi olan emekçiler, bu olumlu tablo karşısında hep kaygılarından bahsediyor. İyi giden sanayileşmeden kendilerine kalanın, çalışma koşullarının gittikçe kötüleşmesi ve yaşam alanları olan Karaağaç beldesinin “kirlenmesi” oluyor. Başa dönüyoruz tekrar, planlı sanayileşmenin ilk örneklerinden Çerkezköy OSB kimin için bir başarı öyküsü, kimin için bir başarısızlık öyküsüdür?

Fatma Coşkun / MSGSÜ, Sosyoloji, yüksek lisans