Avrupa'nın En Büyük Adalet Sarayı



E-5 yolunda Çağlayan'dan Mecidiyeköy yönüne giderken Dolapdere yolunun E-5 yoluna katıldığı noktanın tam karşısında kısa sürede dev bir inşaat yükseldi.
Son bir yıldır işe gidiş-geliş güzergâhımda olduğundan o dev inşaatın nasıl yükseldiğine günbegün şahit oldum.
Sanırım inşaat yakında bitecek ve hayli tantanalı bir törenle açılacak.
Bilmeyen okurlarım, bu dev binanın ne olduğunu merak edebilirler.
Hemen söyleyeyim:
Dev binanın inşaatı başlamadan önce E-5 yolundan görülecek şekilde arsasının üzerine yine bir dev pano konulmuştu.
O devasa panoda, "Avrupa'nın en büyük adalet sarayı burada yükseliyor" yazmaktaydı.
Dev pano hâlâ orada ve her gün binlerce kişi o cümleyi okumakta.
Evet, "Avrupa'nın en büyük adalet sarayı!"
Veeee… "burada yükseliyor" şeklinde devam eden övünç cümlesi!
Hangi düşünce adalet saraylarının büyüklüğünden övünç duyabilir ve en büyük şehrinin, en işlek otoyolunun kenarına böyle bir pano asar?
"Büyük" sıfatı genelde bir güç, bir statü ifadesi olsa da adalet dağıtılan yerlerin büyüklüğü gurur duyulacak bir özellik midir, yoksa utanılacak bir durum mudur?
Adalet saraylarınız büyük ise suç oranlarınız da büyüktür ve tabii suçlu sayınız da büyüktür.
Adalet saraylarınız büyükse davalı, davacı sayılarınız da büyüktür.
Adalet saraylarınız büyük ise o saraylara gelen davaların sayıları da büyüktür, dava sayıları büyük olunca o davaların yıllarca sürüyor olmaları da bir büyüklük ifadesi olmalıdır.
Adalet saraylarınız büyükse o ülkedeki insanların birbirlerinin hukuklarına saygı duymuyor olmalarının oranları da büyüktür.
Adalet saraylarınız büyükse insanlar birbirlerinin hukuklarına saygı duymadıklarından kitlesel huzursuzluk da büyüktür.
Adalet saraylarınız büyükse çok sayıdaki suçlu, davalı, davacı, çok sayıdaki mahkeme ve yıllarca süren davaların yarattığı kaosta gerçek adaleti bulamama sayısı da büyüktür.
Böylesi, büyüklüklerden övünç duyabilir misiniz?
Boyut takıntımızdan yola çıkarak kolayca bir övünç cümlesi kuruyorsak, o zaman adalet saraylarımızın çevrelerine "En büyük suç oranı ve suçlu sayısı bizde, 3 saat içerisinde 36 davaya bakan mahkemeler bizde, bir hâkime düşen en çok dava sayısı bizde, en uzun süreli davalarda kırılan rekorlar bizde, ne ile suçlandığını bilmeden yıllarca hapiste yatan zanlı sayısı en çok bizde, hapishanelerdeki en büyük mahkûm sayısı bizde, vicdanla cüzdan arasına sıkışmış hukukçular bizde, savcıların hâkimleri, hâkimlerin savcıları dinleme, alt mahkemenin üst mahkemeyi izleme rekoru bizde" şeklinde dev panolar asarak bu becerilerimizle de övünç duyabiliriz.
Hatta bu övünç cümlelerini daha da renklendirebilir,
Bakırköy Adliyesi üzerine, "Avrupa'nın inşaat estetiği en çirkin adalet sarayı burada" şeklinde bir pano asabiliriz.
Beyoğlu Adliyesi'nin bir zamanlar kirasını ödeyemediği için mal sahibinin aynı adliyedeki bir mahkemede açtırdığı bir tahliye davası sonucu aldırdığı kararla "Tahliyeye mecbur kalmasını" hukuk tarihimize bir ilk olarak geçebilir ve bunu da bir pano üzerinde "Kendi aleyhine dava açarak tahliye edilen ilk adliye sarayı" şeklinde yazarak kamuoyu ile paylaşabiliriz.
Alacağını hukuk yolu ile takip etmek yerine mafyayı devreye sokarak kendine özel hukuku uygulayan kafa yapısı bizdeyse, tutucu mahallede açılan meyhaneyi mahalleli basıp kırıp, dökerek kendi özel hukukunu uygulaması bizdeyse, mahkemelerin verdikleri kararları beğenmeyip adalet sarayları önünde infaz yaparak kendi özel hukukunu icra eden düşünce yapısı bizdeyse, o zaman hiç özelleştirilemeyecek kurum olan hukuk kurumunun özelleştirildiğini düşünüp adalet saraylarının önlerine "Dünyada özelleştirilen ilk hukuk sistemi burada" şeklinde bir pano asmak da mümkündür herhalde!
Dağdan inen eli kanlı teröristlerin ayağına kadar gidip, "şip-şak hukuk" uygulayan ve onları anında serbest bırakan mahkemelerin konuşlandığı çadır üzerine, "Dünyanın en hızlı ve ilk mobil mahkemeleri burada" şeklinde bir pano asılabilir ve bununla da övünç duyulabilirdi!
Tüm gelişmiş ülkelerdeki adalet sarayları belli bir standartta inşa edilir ve o ülkenin milli mimari karakterini yansıtırlarken bizdeki adalet saraylarının her birinin farklı dizaynlarda ve ucube mimarilerde olmasından da övünç duyabilir ve bunu "Avrupa'nın en farklı ve ucube adalet sarayları bizde" şeklinde duyurabiliriz.    
"Boyut ve şekil" bu kadar önemliyse "Avrupa'nın en büyük adalet sarayı burada yükseliyor" mantığında bunların hepsini yapabiliriz.
Ayrıca, büyüklük takıntımız bir yana bir de "saray" takıntımız var.
"Saraylar", bir anlamda güzelliklerin, zenginliklerin, insanı memnun eden fiillerin doruğa çıktığı mekânlardır. Ama bir başka anlamda da diktatörlerin, entrikaların, arkadan vurmaların, sınıf farklarının doruğa çıktığı mekânlardır.
Bu bağlamda, adaletin neden saraylarda arandığını hep merak etmişimdir.
Yukarıda değindiğim konuları yorumladığınızda, "adalet" ve "saray" kelimelerini yan yana getirmekte zorlanıyor olmalısınız.
En büyük, adalet ve saray!
İlginçtir, hukuku bu üç kelimede arıyoruz.
Arıyoruz da bulabiliyor muyuz?
Büyüklük ve saray bir yana, hukuk mekânları küçük olsun ama adil ve hakkaniyetli olsun.
İstediğimiz de ihtiyacımız olan da budur.
(Sayın ilgililer, lütfen tez zamanda indirin o utanç panosunu.)