İstanbul'un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmasıyla birlikte büyük fırsatlar yakalanabilir. Bu fırsatlar nelerdir? İstanbul, şimdiye kadar cazibesini, tarihi kültür mirasına ve doğal konumuna dünya çapında duyulan ilgi üzerine kurdu. 1500 yıllık şehir surları, cami, kilise, saray, su yolları gibi yapıları dünya mirasında yer alan tarihi İstanbul çekim gücünü bu yegâne varlığına borçludur.
Ancak kültürel mirasın nasıl zaman zaman hoyrat politikalara kurban gittiği biliniyor. Daha geçtiğimiz günlerde Sabah gazetesinde yer alan bir habere göre Fatih Belediyesi İstanbul trafiğini rahatlatmak amacıyla tarihi surları deldi. UNESCO'nun, İstanbul'da koruma uygulama ve politikaları böyle devam ettiği takdirde tarihi yarımadanın Dünya Mirası Listesi'nden çıkarılabileceği yolundaki uyarısını duymayan kalmadı.
Üstelik kültürel mirası bina ve yapıların ötesine giden ve daha geniş anlamıyla, hayat biçimleri olarak ele aldığımızda, bugün İstanbul'un karşı karşıya bulunduğu ve küresel piyasa dinamiklerinin tetiklediği dönüşüm sürecinin bu mirası temelden etkileyeceği gerçeği ortaya çıktı. Bugün İstanbul küreselleşen dünya ekonomisine hızla açılırken, uluslararası finans ve emlak yatırımcılarının, turizmin, kültür endüstrilerinin cazibe merkezi haline geliyor ve dolayısıyla yeniden şekillenme baskısıyla karşı karşıya kalıyor.
İstanbul 21. yüzyılda yeni bir dönüm noktasında: Yeni kent alanlarının iş ve yaşam merkezlerine açılması, eski tarihi ve kültürel mirasın turizm endüstrisinin talepleri doğrultusunda 'güzelleştirilmeleri', işlevini yitirmiş kamu alanlarının ve endüstri yapılarının özelleştirilerek çeşitli sermaye gruplarına açılması, kentin şimdiye kadar çöküntüye bırakılmış tarihi yerleşim dokularının ticaret ve iş merkezlerine açılarak kökten dönüşümü ve bütün bu yeni yapılanma ile gelen nüfusu kaldıracak yeni ulaşım hatlarının açılması suretiyle, İstanbul büyük bir kentsel ve medeniyet dönüşümü süreci ile karşı karşıyadır.
İstanbul hızla bütün sorunları, bölünmeleri, zıtlık ve eşitsizlikleri ile ultramodern bir megakent olma yolunda ilerlerken kültürel ve doğal zenginliklerinin içlerini bu yolun öngördüğü reçetelerle boşaltacak gibi görünüyor. Burada karşımıza çıkan en iyi senaryoya göre kentsel çöküntü alanı tabir edilen yerleşmeler uluslararası turizme yönelik olarak 'rehabilite' edilirlerken, içlerinde barınan -genellikle fakir- yaşam alanlarından temizlenmeli ve belirli bir kimlik anlayışı çerçevesinde dondurularak 'koruma' altına alınmalıdır. Bu yaklaşımın işaretleri Perşembe Pazarı, Tarlabaşı, Sulukule, Kuledibi, Süleymaniye, Zeyrek projelerinde karşımıza çıkıyor.
İstanbul'un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olması işte bu noktada bir fırsattır: İstanbul kültürel ve doğal varlıklarını nasıl yaratıcı bir şekilde koruyarak dönüştüreceği konusunda, bütün dünyaya örnek olabilecek, bir yol haritası çıkararak, uygulama pratiklerini başlatabilir. Tarihi şehir surları dibinde yer alan Sulukule mahallesinin, yine tarihi yarımadada yer alan ve hâlâ yaşayan Süleymaniye mahallesinin, Beyoğlu'nda yer alan Tarlabaşı mahallesinin, Perşembe Pazarı'nın, Sirkeci ve Haydarpaşa Garı'nın, tersanelerin, kentin her yerinden fışkıran genç ve dinamik enerjinin yaratıcı gücüne esin kaynağı ve altyapısı olacak şekilde nasıl dönüştürülecekleri konusunda, İstanbul 2010 yılında örnek çalışmalar başlatabilir. Bu İstanbul'un karşısına çıkacak nadir fırsatlardan birisidir.
İstanbul'un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olması bir ikinci fırsat kapısı daha açıyor. İstanbul sadece tarihi mirasını cazibe merkezi olarak kullanarak kentler-arası küresel yarışta varlığını idame ettiremez ve yaratıcı bir metropol olma fırsatını yakalayamaz. İstanbul 2010 ile birlikte yaratıcı bir enerji yakalama fırsatına sahiptir: Çağdaş sanat ve kültüre yatırım yoluyla İstanbul'un dönüşümünün yönü değiştirilebilir. Kültür ve sanat alanında, müzeler, etkinlik alanları, kütüphaneler, eğitim ve öğrenim olanakları, sanat üretim imkân ve alanları, stüdyo, kayıt merkezleri, performans ve sergileme mekânları gibi, altyapılara yapılacak yatırımlarla kentlilerin kültürel sermayeleri gelişecek ve bu suretle her türlü karar süreçlerine katılımları, hayatlarını yeni kültürel ekonomilerin ihtiyaçları çerçevesinde yeniden kurgulayabilmelerinin yolu açılacaktır.
İstanbul kültürel mirası itibarıyla her ne kadar zengin olsa da, sanat üretimi, eğitimi, sanatsal bilgi kaynaklarının yaygınlığı, sergilenme imkanları, fon kaynakları, etkinliklere erişim, sanat iletişimi, medyası ve tüketimi itibarıyla, Avrupa'nın büyük kentlerinin kültür altyapıları ile karşılaştırıldığında, fakir bir konumdadır. Bu kaynakların tüm İstanbulluların erişebileceği kapasiteler olarak hayata geçirilmeleri suretiyle kentliler kendilerini yaratıcı şekillerde ve bireyler olarak daha iyi ifade edebilecekler. İstanbul 2010, sanat ve kültür yoluyla, sanatın ve kültürel faaliyetlerin sorgulayıcı, araştırıcı, yeni perspektif açıcı ve katılımcı dinamiklerini değerlendirerek kentteki dönüşümün yönünü kentlilerin medeni ve birarada yaşama ihtiyaçlarına cevap verecek istikamete doğrultmayı amaçlayabilir. Dönüşüm bir kesim kentliyi dışlayan, kentte halihazırda varolan kutuplaşmaları besleyen dinamikleri etkisizleştiren bir veçhe kazanmak durumundadır.
Birarada yaşama
İstanbul'un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olması bir üçüncü fırsat daha yaratıyor. O da, İstanbul'un bünyesinde barındırdığı gelmiş geçmiş ve halen bugün kavşağında oturduğu kültürel çeşitlilik ve bu farklılıklarla birarada yaşama pratiklerini Avrupa ile paylaşma fırsatıdır. Bu fırsat aynı zamanda İstanbul'un Türkiye içinde, kendi bünyesinde, kendi kendimize de açacağımız bir diyalog sürecidir. Bugün, küreselleşme ile birlikte gelen güvensizlik ortamından beslenen içe kapanmacı ve dışlayıcı eğilim ve politikaların medeniyetlerarası köprü olma işlevi görmüş İstanbul gibi dünya kentlerinin çabası ve katkısıyla etkisizleştirilmesi mümkündür. İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olarak hem geçmişinden getirdiği kültürel birikimini hem de bugün bünyesine çektiği farklı kültürleri yaratıcı mecralarda birbirleriyle ilişki kurdurabilen ve bu buluşmadan çıkan yeni enerjileri kullanabilen bir kent olmalıdır.
İstanbul Avrupa Kültür Başkentliği ile hem kendi içinde hem kendi dışıyla, Avrupa'dan Doğu'ya, Akdeniz'den Ortadoğu'ya giderek birbirine cephe alan kültürlerin birbirlerine açılarak karşılıklı alışverişleri için tarihi bir çaba teşkil edecektir. İstanbul'dan başka hangi şehir kültürel paylaşım ve açıklık yoluyla güvenlik ortamının sağlanabileceğini daha iyi anlatabilir? Kültürlerarası diyalog en iyi sanat projeleri ile ifadesini buluyor; İstanbul 2010'un misyonu ise sanatı okullardan hastanelere, fakir mahallelerden her türlü mekân ve sokaklara, eski ve yeni göçmenlerden her kesimin yaratıcı katılımı ve müdahalesine açarak, yani kentlileri sanat yapabilir, sanat isteyebilir kılarak, diyalog çemberini genişletmek olacaktır.